İki kutuplu sistemin çöküşünden sonra küreselleşme, ABD’nin dünyada üstünlük kurmasının temel aracı hâline geldi. Amerika’nın 30 yılı aşkın süredir sahip olduğu ekonomik ve askeri üstünlük, Amerika’nın kendi vizyonunu ve kurallarını herkese dikte etmesine olanak tanıdı. 11 Eylül, ABD’nin Afganistan’daki ve ardından Irak’taki askeri varlığını “meşrulaştırmasına” olanak tanıyan yeni bir dönüm noktasıydı. Aynı zamanda 11 Eylül saldırıları hem Rusya’nın hem de Çin’in ülkelerindeki merkezkaç eğilimlerle kendi iç sorunlarını “çözmelerine” tarihi bir fırsat oldu. Ancak günümüz jeopolitik durumu birçok ülkeyi olup bitenlere karşı tutumlarını yeniden gözden geçirmesine neden oluyor. İletişim araçları, kaynakları vb. küreselleşmenin “artıları” artık hayatımızın bir parçası hâline geldi, ama şimdi ABD ve müttefikleri ile dünyanın geri kalanı arasındaki ideolojik uçurumun gözle görülür biçimde arttığına şahit oluyoruz. Yeni güç merkezleri bize sadece çok kutupluluğuna işaret etmekle kalmıyor aynı zamanda “kararsız” kalan ülkeleri kendi tarafına çekme çabasını da gösteriyor.
Bilincin Kutuplaşması
Birilerini kendi tarafına çekmenin/müteffik kazanmanın temelinde değerler vardır. Her iki taraf da bunları farklı algılıyor. Amerika, Avrupa için bunlar, demokrasi, insan hakları, yeşil gündem vb. anlamına gelir. Ancak bu sloganları kullanan Batı’nın savaşa sürüklenen Ukrayna ve Filistin özelinde Orta Doğu bölgesine karşı izlediği ikiyüzlülüğü birçok kişinin “uyanmasına” neden oldu ki, tüm sayılan hakların yalnızca “kendilerinden” olanlara veya kendi tarzlarına uyanlar için olduğu açıkça görüldü. Yani onlara karşıolan tutum, hak ve özgürlüklerine saygı doğrudan Batı’ya olan bağlılıklarına bağlıdır. Diğer yandan kendi halkları için aşırı ve sınırsız özgürlük peşinde olan Batı ülkeleri bunun kaçınılmaz sona neden olabileceğinin farkında değiller.
Rusya, Çin ve Hindistan’ın başını çektiği Batılı olmayan dünyaya gelince, bunların ortak bir yanı var: kendi köklerine dönme çabaları, Batılı değerlerin kabul edilmemesi veya tamamen reddedilmesi, ortaya çıkan yeni Dünya düzeni hakkında kendi vizyonlarını oluşturma çabası. Bu çaba askeri çatışma anlamına gelmiyor ama bunu dışlamıyor da.
Rusya’nın Yeni Dünya Konsepti
Putin’in ideoloğu Dugin’in belirttiği gibi, artık “gerçek sorular sormanın ve gerçek yanıtları aramanın zamanıdır. Zafere doğru ciddi ve sağlam bir şekilde ilerlememiz gerekiyor.” İdeolojik açıdan Rusya için bu savaş Ukrayna’yla ya da Batı’yla değil, çok daha geniş: aydınlık ve karanlık arasındaki bir mücadeledir. Burada halk, inanç (sadece Hristiyanlık değil) ve devlet, hepsi iç içe geçmiştir. Ülkede yeni ideolojik konseptinin oluşturulmasında ve bu bağlamda Batı’nın “imansızlığına” karşı kiliseye önemli rol atfediliyor. Rusya’da yeni öncelikler belirleniyor, “yeni elitler” oluşturuluyor ve yeni bir “bilinç devrimi” gerçekleşiyor. Bu da beraberinde daha güçlü bir kutuplaşmayı getiriyor- ya bizimle ya da karşımızdasınız şeklinde, üçüncü yol tercihi öngörülmüyor.
Rusya’da oluşturulmaya başlayan bu durum, ideolojik olarak yakın müttefiki İran’da olduğu gibi devlet düzeyinde radikalleşmeye yol açabilir. Günümüzde ise Tahran teokrasisinin Batı ile uzun süredir yaşadığı çatışmanın ekonomik sonuçları ülkenin prestijine de yansıyor. Kazada ölen Cumhurbaşkanı Reisi, İran’da “şeytan” ilan edilen bir ülkenin ürettiği helikopterde hayatını kaybetmiş, ülke yetkilileri, başkanlarının ölümünden ABD’yi sorumlu tutmuştu. Görüldüğü gibi askeri-endüstriyel kompleksin gelişimi, uranyum zenginleştirmesi ve uzun menzilli füzelerin varlığı diğer alanlarda aynı başarıyı garantilemiyor. Bu durum Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi yalnızca komşuları korkutmayla kalmıyor, dünyada genel bir güvensizlik ortamının körüklenmesine yol açıyor. Bu günlerde Rusya liderliğinin “ebedi savaş” ve yeni bir seferberlik istemediğine dair açıklamaları, fakat olası ateşkes müzakerelerini tarafların savaş alanındaki mevcut konumunu “sabitleme” şartına bağlı kılması bu konudaki çıkmazı gösteriyor. Zira Rusya ile kutuplaşmayı başlatmayan ama başlayan savaşı ta başında durdurma fırsatını kaçıran Zelenski yönetimi de bunu kabul edemez.
Türkiye’nin ve Türk Devletlerin Üçüncü Yol Gayretleri
Başta Türkiye olmak üzere Türk devletleri ise ortaya çıkan tehlikeli bu durumun, yani kutuplaşmanın, bilincin militarizasyonuna yol açtığını anlıyor, bu düşüncelerin anlamsızlığına işaret ederek bu tehlikeli silahlara sahip büyük güçlerine “aklını başına topla” çağrısında bulunuyorlar. Bunlar, söz konusu bilinç kutuplaşmasına, aynı zamanda günümüz Avrupa içinde de boy gösteren tahamülsüzlüğe, büyüyen aşırı sağcı tehlikesine vurgu yapıyor; Batılı ülkelerdeki aşırı özgürlüğünün de Rusya’daki aşırı güvenlikçi, sert “biz ve onlar” ayrımının da yapıcı değil, yok edici nitelikte olduğuna dikkat çekiyorlar. Günümüz dünyasının hem insan hem doğa kaynaklı muazzam sorunlarına işaret ediyorlar.
Savaşları durdurma, acıları azaltma gayretleriyle bilinen Türkiye’nin yanı sıra diğer Türk devletleri de geniş çaplı iş birliği gerektiren küresel sorunlara vurgu yapıyorlar. Bunlardan iklim gündemi en acil olanıdır. Bu çağrıları Türk liderlerinin konuşmalarında ve çabalarında da görüyoruz. Hem Orta Asya’da hem de Azerbaycan’da küresel sorunlara dikkat çekme çabaları ortadadır. Kazakistan çevre konulu birçok toplantıya ev sahipliği yaparken, Bakü’de sonbaharda COB29 gerçekleşecek. Böylece ülkelerimiz bu sorunların sizin/bizim değil, ortak olduğuna ikna etmek için uğraşıyorlar.
Askeri-siyasi istikrarsızlık nedeniyle Avrupa’da ve birçok ülkede nefreti körükleyen mülteci akını görmüştük, yakın gelecekte ise buna iklim mültecileri eklenebilir; Başkan Tokayev yalnızca Orta Asya için 5 milyon mülteci rakamını verdi. Yani bunlar, iklim değişikliğine bağlı nedenlerden dolayı ikamet yerini değiştirmek zorunda kalacak olanlardır. Son iki yıl içinde Kazakistan bunu doğrudan hissetti; geçen yıl yangınlarla varken, bu yıl su baskınları yaşandı, ülkenin 17 eyaletinin 10’u su altında kaldı. Bölgedeki diğer ülkeler sıkça su baskınlarına maruz kalıyor; örneğin bugünlerde Afganistan’da ölü sayısı yüzlerle ifade ediliyor. Bölge ülkelerinin yanı sıra buralara en çok insani yardım eden yine Türkiye olmuştur.
Özetle, savaş veya çevre sorunu gibi insanı yok edecek olan sorunların yine insandan kaynaklandığı bu dünyada, çatışmaya doğru götüren ideolojik kutuplaşmanın yerine yapıcı olunması ve insani meselelere odaklanılması gerektiği ne kadar çabuk anlaşılırsa bu kaçınılmaz sona giden yoldan o kadar hızlı dönülebilir.