İngiltere'de Erken Seçimler ve Liderlik Sorunsalı

İngiltere iç siyaseti Brexit’le birlikte başlayan çalkantılı süreci geride bırakamıyor. Son sekiz yılda beş başbakan değiştiren Muhafazakâr Parti iktidarlarında gözlemlenen oy kaybı, en son yerel seçimle birlikte tamamen gözler önüne serilmiş ve erken seçim beklentileri dillendirilmeye başlamıştı. Muhafazakârların kendi kendilerine yarattıkları parti içi kavgalar sonucunda Boris Johnson ve Liz Truss’ın ardından kendisini Başbakan olarak bulan Rishi Sunak’ın ise ne yapacağı merak konusuyken, muhafazakâr liderin aniden ülkeyi erken seçime götüreceğini açıklaması şok etkisi yarattı. Baskın seçim olarak nitelendirilebilecek bu karar birçoklarına göre en son açıklanmış olan enflasyon rakamlarının Covid-19 pandemisi öncesi oranlara geri dönmüş olmasıyla alakalı. Bu görüşe göre, anketlerde İşçi Partisi’nin 20 puan gerisinde olduğu tahmin edilen Sunak yönetiminin ekonomi verilerindeki somut iyileşmeleri seçim için bir kaldıraç olarak kullanacağı söyleniyor. Peki son sekiz yılda altıncı kez başbakan değiştirme ihtimali olan İngiltere neden bu kadar savruluyor?

Sekiz yıl Beş Başbakan

Brexit sonrasında İngiltere siyaseti Muhafazakâr Parti açısından bir liderlik sorunsalıyla karşı karşıya kaldı çünkü Avrupa Birliği’nden ayrılmanın hem ekonomi hem de dış politikada getirdiği yapısal değişimler süreci kontrol eden muhafazakâr liderler için maliyetli bir alan hâline geldi. Birçoklarına göre Brexit İngiltere’nin otonomisini koruması ve hatta dış politikada eski güçlü günlerine dönüşün ön koşulu olarak görülmüştü. Ancak AB’den ayrılmanın beklenmedik sonuçları da oldu. AB entegrasyonunun bel kemiği olarak görülebilecek ticaretten eğitime birçok alanda standardizasyon sağlamayı amaçlayan AB müktesebatı sadece devletlerin dış politikada attığı adımları değil aynı zamanda basit bir hayvansal gıdanın üretilmesinden taşınmasına birçok süreci kontrol eden mekanizmaları da zorunlu tutuyordu. Dolayısıyla Brexit vatandaşın gündelik hayatını da etkileyen birçok uygulamadan da kopuşu barındıran bir süreçti. Özellikle AB ile yapılacak ayrılık anlaşmasının müzakerelerinin yarattığı belirsizliğin ekonomide durgunluk yaratması bekleniyordu. Bütün bu ortama bir de Covid-19 pandemi süreci ve Ukrayna’daki savaş eklenince Brexit’in tekil olarak İngiltere’ye getirdiği kısa vadeli zararlar küresel ekonomide yaşanan daralmayla birlikte enerji, konut ve gıda fiyatlarında kontrolden çıkan enflasyonist bir ortam oluştu.

Bu süreçte, Theresa May, İngiltere’nin AB’den ayrılma sürecini 2019 yılına kadar yönettiği dönemde, parti milletvekillerini bir araya getirmekte büyük zorluklarla karşılaşmıştı. Kendi hükümetinin hazırladığı ayrılma anlaşmaları bile Avam Kamarası’nda muhafazakâr vekillerden ret oyu alıyordu. Boris Johnson ise, muhafazakârlar arasında Brexit sürecini güvenli bir şekilde tamamlayacak ve halk arasındaki popülaritesi sayesinde eleştirilere karşı daha dirençli olabilecek bir lider profili çizerek genel seçimleri kazanmıştı. Medyada sürekli olarak Trump benzeri bir popülist olarak eleştirilmesine rağmen, Brexit’i tamamlama ve AB’den ayrılmanın potansiyel zararlarını azaltma konusundaki başarıları göz ardı edilemez. Ancak, söz konusu ekonomik durgunluk, artan hayat pahalılığı ve yükselen vergiler Johnson’a karşı parti içi güven oylaması taleplerini tetikledi. “Partygate skandalı” ile yasaları çiğneyen bir başbakan imajını üstünden atamayan Johnson istifa etmek zorunda kalmıştı.

Bu noktada, Muhafazakâr Parti’de liderlik yarışı Johnson hükümetinin Dışişleri Bakanı Liz Truss ve Hazine Şansölyesi Rishi Sunak arasında gerçekleşmişti. Rishi Sunak, parti milletvekillerinden daha fazla destek alırken, Liz Truss delegelerin desteğiyle başbakan oldu. Ancak, Truss’ın vergi indirim planının uygulanmasıyla birlikte kamu kaynaklarına yaratacağı baskı ve piyasalarda likidite ihtiyacının karşılanamaması endişesi henüz iki ay geçmeden Sterlin’de tarihi bir düşüşe sebep oldu. Bu durum, parti içinde geniş çaplı bir muhalefete yol açtı ve Liz Truss görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Rishi Sunak ise bu aşamada elde kalan son seçenek olarak tek aday olarak girdiği parti içi seçimlerle sekiz yıldaki beşinci başbakan olmuştu.

Liderlik Sorunsalı

Bu aşamada Sunak’ın akıbeti de merak konusu. Erken seçim kararı alması ile en son ekonomi verilerinde görülen iyileşmelerin bağlantılı olduğu söylense de yaklaşık yirmi puanlık farkın kapanması bir hayli zor gözüküyor. Sunak’ın elini en çok güçlendiren gelişmelerden biri de  muhtemelen Muhafazakâr Parti ile benzer seçmen profilinin oyunu aldığı bilinen Brexit yanlısı Reform UK Partisi’nin lideri Nigel Farage’ın seçimlerde aday olmayacağını açıklamasıydı. Neredeyse on puan civarında bir oy potansiyeli olduğu bilinen Farage’ın aday olmaması Sunak ile İşçi Partisi arasındaki uçurumu bir nebze de olsa kapatacağı söyleniyor.

Son olarak, İngiliz iç siyasetine yönelik son gözlem ise muhafazakârların ve İşçi Partisi’nin arasında ekonomi yahut dış politika gibi kilit alanlarda somut ayrışmalarının olmadığı gerçeğidir. Bu sebeple ne Sunak ne de Starmer’in aslında vatandaşa yönelik bir yenilik getirme ihtimali olmadığı yüksek sesle dile getirilmeye başlandı. Bu noktada Sunak’ın özellikle AB ile olan ilişkiler gibi konularda muhalefetle paralel pozisyon alması dikkat çekerken taraflar arasında en net ayrım ise göçmen politikası üzerinde olduğu söylenebilir. Sunak Fransa’dan botlarla İngiltere’ye kaçak giriş yapan göçmenleri Ruanda’ya gönderme planıyla popülist bir söylem ve eyleme sıkışırken muhalefet ise bu uygulamayı tamamen reddediyor.

Sekiz yıllık periyot açıkça gösteriyor ki muhafazakârlar ülkeyi güvenli limana yanaştırmakta güçlük çekiyor. Çünkü Brexit’in yapısal sonuçlarına Covid-19’un şok etkisi yaratan ekonomik maliyetleri eklendiğinde, hâlihazırda AB’den ayrılma propagandasıyla büyük bir toplumsal fay hattının tetikleyicisi konumundaki Brexit yanlısı muhafazakârlar toplumun neredeyse yüzde 50’lik kesiminde kolaylıkla sorgulanır hâle geldiler. Nitekim her şey yolunda gitmiş olsaydı bile “remain camp” olarak bilinen AB yanlılarına göre Brexit bir felaket olduğu için başarıları sorgulanan profiller olacaklardı. Dolayısıyla May’den Sunak’a değişen beş başbakan için İngiliz iç siyasetinin ortak noktası siyasi atmosferin adeta bir devrim sonrası süreç gibi yönetilemez oluşudur. Bu noktada ismi geçen başbakanların hiçbiri muhalefetin doğal tepkilerine rağmen kendi partisini arkasında hizalandırmak konusunda başarılı olamadılar. Sunak’ın bu baskın seçim kararı da aslında aynı akıbetten kaçmak için bir hava yaratma olarak yorumlanabilir.

[Muhammed Çağrı Bilir, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu