Orta Doğu’da, son 40 yıllık süre zarfında, gri alan stratejisi çerçevesinde şekillenen İran-PKK ilişkisi, bugün gelinen noktada griliğini ve mutlaklığını yitirmeye başlamış durumda. Bu durum, özellikle Türkiye’nin PKK’ya yönelik terörle mücadele operasyonlarının yoğun bir şekilde Suriye ve Irak sahasına taşınması ve Türkiye’nin PKK tehdidini tamamen ortadan kaldırma hedefi ile birlikte daha görünür hâle geldi. Bu sebeple, İran-PKK ilişkisinin tarihselliğini 1984-2024 yılları arasındaki 40 yıllık süreçte ve 4 dönem çerçevesinde incelemek, bu ilişkinin seyrine ilişkin bir projeksiyon ortaya konulması adına önem taşımakta.
1984-1999: İnşa ve Konsolidasyon
İran-PKK ilişkisi tarihsel bağlamda ele alındığında, ilk olarak 1984-1999 yılları arasını kapsayan süreci inşa ve konsolidasyon süreci olarak tanımlamak mümkün. Zira bu süreçte, PKK açısından örgütsel strateji ve kodlar çerçevesinde İran’ın, İran açısından ise stratejik kültür açısından PKK’nın nasıl bir konuma sahip olacağı belirlenerek bu karşılıklı yaklaşım ve kabuller konsolide hâle geldi. Bu bağlamda, bu dönemin koşullarını anlamak, İran-PKK ilişkisinin temel kodlarını, tarihsel seyrini, bugünü anlamayı ve geleceğe dair projeksiyonlar ortaya koymayı elverişli kılar. Bu dönemin bölgesel koşullarına iki aktörün perspektifinden bakıldığında oldukça kompleks bir tablo kendisini gösteriyor.
İki revizyonist aktörden bir tanesi olarak, 1984 yılında, Türkiye’ye karşı terör eylemlerine başlamış olan PKK, askeri, siyasi, finansal ve lojistik açıdan güçlü bir bölgesel partnere ihtiyaç duyarken, 1979 yılında İslam Devrimi yaşamış ve o yıllarda Irak ile savaş içinde olan İran ise yakın çevre havzasında ilişki kurabileceği ve araçsallaştırabileceği bir devlet dışı silahlı aktör (DDSA) arayışında oldu. Öyle ki İran açısından bu aktör, devrim sonrası İran’ın asimetrik doktrinine ve DDSA’ların araçsallaştırıldığı bir bölgesel stratejiye uygun olarak hem Irak’ta hem de bölgesel rakip Türkiye’de kendisi açısından önemli işlevler üstlenebilecek olmalıydı. Aynı zamanda İran’ın devrim ideolojisi, anti-emperyalizm, anti-ABD söylemlerine paralel bir ideolojik iddia ve yönelime sahip olan bir aktöre gereksinim duyulmaktaydı. Son olarak ise İran, devrim sonrasında iç güvenliğine en önemli tehditlerden bir tanesi olarak gördüğü İran Kürdistan Demokrat Partisi’ni (İKDP) dengeleyebilecek bir rakip arayışındaydı.
İran’ın söz konusu gereksinimleri karşısında PKK kendisini en uygun aktör olarak sundu. Bu yolla PKK, Türkiye’ye karşı sızmalar gerçekleştirebileceği, barınma, eğitim ve lojistik temini faaliyetlerini sürdürebileceği alanları inşa etmeye yöneldi. Elbette bu alanlar için İran ve Irak sahaları en elverişli yerler oldu. Diğer yandan PKK, İran açısından o dönem en önemli tehditlerin başında gelen İKDP’ye ve Irak’ta ise KDP’ye hem ideolojik hem de örgütsel olarak rakipti. Bununla birlikte PKK, İran ile ideolojik ve söylemsel düzlemde de yakınlık gösterdiğini ortaya koymaya çalışıyordu. 1990’lı yıllar boyunca, inşa edilmiş söz konusu ilişki temeli üzerinde yaşanan konsolidasyon İran-PKK ilişkisini farklı boyutlarda geliştirdi. PKK, İran ve Irak’ta kendisine barınma, eğitim ve lojistik alanları inşa edip, KYB ile yakınlık geliştirerek İran-KYB-PKK üçgeninin ilk adımlarını atarken, İran ise Irak ve Türkiye sahasında sürekli biçimde araçsallaştırabileceği bir aktöre kavuşmuş oldu. Bu durum İran-PKK ilişkilerinin karakteristiğinin pragmatizm ve bölgesel faktörler ekseninde şekillendiğini gösterdi.
2000-2010: Bunalım, Kırılganlık ve Güven Testi
1999 yılına kadar geçen süreçte İran-PKK ilişkileri konsolide ve pragmatik bir temelde ilerlerken, 2000 yılından itibaren ilişkilerde bir bunalım dönemine girilmiştir. 1999 yılında A. Öcalan’ın yakalanmasının ardından, 2000 yılında PKK’da başlayan sözde olağanüstü 7. Kongre ve dönüşüm dönemi, 2001 ve 2003 yıllarında ABD’nin Afganistan ve Irak müdahalelerinin İran’ın tehdit algısında yarattığı etki bu bunalım döneminin başlangıcında etkili olmuştur. Buna göre, PKK, 2000 yılından itibaren bir iç ihtilaf süreci yaşamış; bu süreçte sosyalist ideoloji ve bağımsız devlet hedef ve motivasyonlarından vazgeçen terör örgütü Türkiye merkezli ve katı merkeziyetçi yapısını da dönüştürme eğilimi göstermiştir.
Yeni paradigmaya göre, Türkiye merkezli “devrim” anlayışı terk edilerek, Suriye, İran ve Irak’ta da yeni oluşturulacak olan bir “üst yapıya” bağlı fakat özerk örgütsel yapıların oluşturulması gerektiği öngörülmüştür. Suriye’de PYD, Irak’ta PÇDK yapılarının kurulmasını sağlayan bu yeni paradigma İran’da ise PJAK’ı doğurdu. Fakat, terör örgütü içerisinde, bu yeni paradigma ciddi bir ihtilafa yol açtı. Örgüt içerisinde bir kanat, bu yeni paradigmanın, ABD’nin Orta Doğu’daki etkisinin ivme kazanmasını bir avantaja çevirme motivasyonu sonucunda ortaya çıktığını, PKK’nın bir “Orta Doğu gücü/bölgesel güç” olduğunu, bu yeni paradigmanın ise bölgede İran ve Suriye gibi yıllardır ittifak içinde olunan güçlere “ihanet” anlamına geldiğini savundu. Fakat, 2005 yılında bu yeni paradigma temelinde KCK yapısının ilan edilmesiyle birlikte örgüt içindeki bu ihtilaf da “küreselci” anlayış lehine sonuçlandı. Bu durum doğal biçimde İran’ın PKK’ya bakışında sarsıntıya yol açtı. İran, Afganistan ve Irak’ın ardından ABD’nin yeni hedefinin kendisi olabileceği konusunda endişe yaşarken, PJAK’ın ABD ile temaslara başlaması ve destek alması İran’ı ciddi biçimde etkiledi. Bu durum İran-PKK ilişkilerinde ciddi bir güven testi dönemini başlatırken, İran PKK içerisindeki “bölgeselci/İran yanlısı” kanadın örgüt içinde gücünü koruması adına hamleler yapmaya, PJAK ile askeri mücadeleye devam etti ve bu süreç 2011 yılına kadar devam etti.
2011-2016: Pragmatizmin Dönüşü
2011 yılında, İran’da PJAK askeri açıdan ciddi bir yenilgiye uğratılırken, PKK yöneticilerine yönelik baskı da artırıldı. Bu dönemde Murat Karayılan ve Cemil Bayık’ın İran tarafından ele geçirildiği iddiaları sıklıkla gündeme geldi. Aynı şekilde bu dönemde PKK ve PKK/PJAK’a karşı Türkiye-İran ortak operasyonu ve iş birliği iddiaları ciddi bir beklenti yarattı. Fakat bu iklim, 2011 yılının Mart ayından itibaren Suriye’de başlayan krizle birlikte yerini, İran-PKK ilişkisinde bunalım döneminin aşıldığı ve pragmatizmin yeniden yükseldiği bir sürece bıraktı.
Suriye krizi, Türkiye ve İran’ı karşıt cephelere konumlandıran bir bölgesel konjonktür yaratırken, özellikle İran’ın, bölgesel rakibi Türkiye’yi dengelemek adına faaliyetlerini yoğunlaştırmasını beraberinde getirmiştir. Gerek söz konusu bu konjonktür gerek İran ve PKK arasında yaşanan güven bunalımında PKK’nın İran ile ilişkilerini düzeltme arayışı ve Suriye’de oluşan otorite boşluğu ortamını bir fırsat olarak değerlendirmesi, İran-PKK ilişkilerinin karşılıklı pragmatizm temelinde yeniden ivme kazanmasını sağladı.
Bu süreçte, İran, PKK’yı Türkiye’yi yıpratma ve istikrarsızlık yaratma adına pek çok kez araçsallaştırma girişiminde bulundu. 2012 yılında PKK’nın Şemdinli’de uygulamaya çalıştığı “kurtarılmış bölge yaratma” ve “bayrak dikme” planı, 2014 yılında yaşanan Kobani provakasyonu ve nihayet 2015-2016 Hendek Olayları süreçlerinde İran’ın etkisi ve İran-PKK ilişkisi açık biçimde kendisini gösterdi. Diğer yandan İran, Arap Baharı süreci ve Suriye’de YPG eliyle uygulanan projenin İran’ın Kürt bölgelerine özellikle İKDP ve kısmen PJAK aracılığıyla taşınma tehlikesine karşı PKK’yı ve PKK içindeki İran yanlısı kanadı bir dengeleyici güç olarak kullandı. Bununla birlikte, PKK’nın, YPG aracılığıyla Suriye’de, YBŞ ve HPG aracılığıyla ise Irak’ta kazanım elde etme hedefi doğrultusunda ise yine en önemli partnerleri arasında İran yer aldı. Bu süreçte özellikle İran destekli milislerle PKK unsurları arasında yoğunlaşan ilişkiler 2016 sonrası sürecin de temellerini oluşturdu.
2016-2024: Kırılganlıklar Arasında Kaçınılmaz İttifak
2016 yılına gelindiğinde, İran’ın Suriye ve Irak merkezli olarak gelişen fakat bu sınırları aşan bölgesel yayılmacılık politikası tepe noktasına ulaştı. Bu bağlamda İran, Suriye ve Irak’ta, özellikle DEAŞ sonrası süreçte nüfuzunu artırma, koruma ve konsolide etme stratejisine yöneldi. Elbette bu strateji doğrultusunda en önemli aktör ise PKK ve uzantıları oldu. O dönem, Hendek Operasyonları sonucunda Türkiye içinde büyük bir hezimet yaşayan, Irak sahasına sıkışan, ardından Kararlılık ve Pençe Harekâtları ile tamamen varlığını koruma ve savunma konseptine yönelen PKK için de İran’ın kendisine sunacağı destek ve koruma son derece kritik bir önem taşıdı.
Elbette bu süreç kırılgan bir niteliği yansıttı. PKK’nın Suriye’de YPG aracılığıyla ABD ile iş birliği içinde olması İran’ı daimî bir şüphe ve güvensizliğe sevk ederken, benzer biçimde PKK’nın da her an İran’ın desteğini yitirebilme endişesine sahip olmasına yol açmıştır. Bu kırılgan ortam içerisinde İran-PKK ilişkisi kaçınılmaz bir ittifaka dönüşmüş, İran, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki operasyonlarına karşıt bir tavır sergilerken, PKK ise Suriye ve Irak’ta İran destekli milislerle iş birliği içerisinde İran nüfuzunu ve kazanımlarını koruma adına destek sunmuştur. Bu bağlamda Sincar bir sembolik örnek ve İran-PKK ittifakının karakteristiğinin ortaya konduğu bir laboratuvar olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye ve KDP ortak karşıtlar/düşmanlar” olarak, KYB “ortak partner” belirlenirken, ABD bağlamında ise muğlaklık kendisini göstermiştir. Özellikle PKK açısından, YPG ve KCK içerisinde bir kanadın ABD ile iş birliğini sürdürme eğilimine karşın İran yanlısı kanadın ve İran’ın bundan rahatsızlık duyması ilişkilerdeki kırılganlığın da süreklilik kazanmasına yol açmıştır.
Bu kırılganlık, İran’ın, 2022-2023 yıllarında Suriye’de YPG’ye karşı ayaklanan Arap aşiretlerini desteklemesi ve yine 2022 yılında İran’daki Mahsa Emini protestoları sürecinde PJAK’ın aktif bir rol üstlenmesinde gözlemlenmiştir. Her iki süreçte de aktörler karşılıklı olarak birbirlerine yönelik desteğin devamlılık göstermesi; güven bunalımı ve endişe yaratan adımlardan uzak durulması adına hamleler gerçekleştirmişlerdir. Bu durum bugün itibarıyla, Türkiye’nin, Irak’ın kuzeyine yönelik harekât hazırlığı bağlamında da geçerlidir. Zira Irak’ta Türkiye’nin harekâtına karşı oluşan İran-PKK-KYB ittifakı, pragmatizm, bölgesel konjonktür ve kırılganlıkların etkisiyle şekillenmektedir. Bu durum İran-PKK ilişkisinin geleceğine ilişkin projeksiyonda bu karakteristiğin etkili olacağını da ortaya koymaktadır.
[Dr. Çağatay Balcı, uluslararası güvenlik ve terörizm konuları üzerinde çalışan bağımsız bir araştırmacıdır.]