Dünyanın ve bilhassa Orta Doğu bölgesinin 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu sonrası girdiği türbülans dün başka bir seviyeye ulaştı. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Tebriz Valisi Malik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim 19 Mayıs 2024 tarihinde Azerbaycan dönüşü İran’ın Azerbaycan sınırına yakın dağlık bir bölgede geçirdikleri helikopter kazası sonucunda hayatlarını kaybetti.
Devlet başkanı ve dışişleri bakanı düzeyinde yetkililerin şüpheli bir helikopter kazası sonrasında hayatlarını kaybetmesi içinde bulunduğumuz konjonktürde doğal olarak birtakım soru işaretleri oluşmasına sebep oldu. Akıllara gelen ilk soru, olayın bir kaza mı yoksa sabotaj sonucunda mı gerçekleştiği. İkinci soru ise, eğer helikopter bir sabotaj/suikast sonrası düştüyse bunun planlayıcısının kim olduğu. Bu yazıda elimizde olan bilgiler ışığında bu iki soruyu biraz açmak ve özellikle sabotaj ihtimali üzerinde durmak istiyorum.
Sabotaj mı Kaza mı?
İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin ve diğer üst düzey yetkililerin hayatlarını kaybettikleri helikopter kazasını tutarlı ve analitik bir biçimde değerlendirebilme adına mevcut ihtimalleri adım adım değerlendirmek gerekiyor. Bu değerlendirme yapılırken sorulacak birinci soru kazanın doğal bir kaza mı yoksa sabotaj sonucunda gerçekleşen bir suikast mı olduğu sorusudur. Öncelikle bu iki seçenek arasında bir karar vermek ve değerlendirme yapmak gerekir.
Reisi’nin helikopteri eğer bir kaza sonucunda düşmüşse bu olasılık üzerinde İranlı yetkililerin durması ve kazaya sebebiyet verme ihtimali olan seçenekleri incelemesi gerekmektedir. Kazanın pilotaj hatası mı ya da teknik bir aksaklık veya bölgeye uygun bir hava aracının seçilmemiş olması sonucunda mı gerçekleştiği bu saatten sonra İranlı yetkililerin üzerinde uzun uzadıya durması ve araştırması gereken meseleler. Kaza ihtimalinin kuvvetlenmesi olayı uluslararası bir mesele olmaktan uzaklaştırarak İran’ın ulusal meseleleri kapsamına sokacaktır. Dolayısıyla Reisi’nin ölümünün bölgesel ve uluslararası bir krize yol açma olasılığı azalacaktır.
Kazanın arkasında yatan ikinci olasılık ise helikopterin bir sabotaj sonucunda düştüğüdür. Sabotaj ihtimalini de üç alt kategoriye ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Alt kategoride yer alan üç olasılık; a) Sabotaj İran içerisindeki iktidar mücadelesinin bir ürünü, b) Sabotaj İsrail-Filistin meselesi ekseninde İsrail tarafından gerçekleştirildi, c) Üçüncü bir taraf/ülke/örgüt sabotajdan sorumlu.
Cumhurbaşkanı Reisi’nin helikopteri şayet bir sabotaj sonucunda düşürüldüyse iki ana şüpheliden bir tanesi muhakkak İran’ın iç siyasetinde aranmalıdır. İddialara göre Cumhurbaşkanı Reisi, 85 yaşında olan İran dini lideri Ali Hamaney’den sonra yeni dini lider olması beklenen iki güçlü adaydan birisiydi. Adaylardan diğeri ise Ali Hamaney’in oğlu Mojtaba Hamaney. Bu bağlamda bir değerlendirme yapıldığında Reisi’nin bir iktidar mücadelesinin kurbanı olduğu ve rakipleri tarafından suikasta uğradığı iddia edilebilir. Bu okumada, Mojtaba Hamaney’in kendisinden sonra İran’daki en güçlü koltuğa oturmasını istediğini düşündüğümüz Ali Hamaney asıl şüpheli konumuna gelebilir. Fakat diğer taraftan bu tarz suikastlarda asıl planlayıcının hedef saptırmak adına algı operasyonlarına girişebileceği ve dolayısıyla suikastı gerçekleştirerek bir taşla iki kuş vurmayı, bir rakibini öldürerek ortadan kaldırmayı diğer rakibini de suikastın faili pozisyonuna sokarak zayıflatmayı hedeflemiş olabileceği gözlerden kaçırılmamalıdır.
Helikopter Kazasının Arkasında İsrail Olabilir mi?
Reisi ve diğer yetkililerin bir suikasta kurban gittiği fikrinin işaret ettiği ikinci nokta ve olağan şüpheliler arasında yer alan ülke şüphesiz İsrail. İsrail kısa bir süre önce 1 Nisan 2024 tarihinde içlerinde üst düzey Devrim Muhafızı generallerinin de bulunduğu 7 yetkiliyi İran’ın Şam konsolosluğunu vurarak öldürdü. İran misilleme olarak 13 Nisan’da İsrail’e kamikaze drone ve füzeleri içeren bir karşı saldırı gerçekleştirdi. İsrail bu saldırıya ufak çapta gerçekleşen bir karşı saldırı ile cevap verdi ve İsrail-İran gerilimi bu olaylar silsilesi sonrasında düştü.
İsrail’in İran’a gerçekleştirdiği bu saldırılarda hedefi çok açıktı: Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlar sonucunda kaybetmeye başladığı ABD ve diğer Batılı müttefiklerinin desteğini geri kazanmak ve içinde bulunduğu uluslararası tecridi kırmak. İsrail müsebbibi olduğu İran gerilimi sonrasında başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerinin desteğini tam manasıyla geri kazandı. İsrail 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında belki de ilk defa yaptığı bir hamlenin karşılığını almış ve İran ile kasti bir biçimde yükselttiği gerilimden istediğini elde etmişti. Kısacası İsrail İran kartının işlevselliğini gördü ve ileride kullanmak üzere bir köşede beklemeye aldı.
İsrail-İran geriliminden kısa bir süre sonra beklenenin aksine İsrail masaya oturmak ve ateşkes anlaşmasını imzalamak yerine Refah operasyonunu başlattı. İsrail 13 Nisan’dan öncesine benzer bir biçimde tekrar yalnızlaştı, müttefikleri ile ilişkileri gerildi ve Gazze’de köşeye sıkıştı.
Peki eğer İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının da içinde bulunduğu İranlı yetkililerin ölümüyle sonuçlanan helikopter kazası bir sabotaj sonucu gerçekleştiyse ve arkasında İsrail varsa, İsrail’in bu sabotajı gerçekleştirmesindeki amaçları ne olabilir? İsrail bu ölçekte bir sabotaj gerçekleştirerek iki amaca ulaşmayı hedeflemiş olabilir. Öncelikle, İsrail 7 Ekim’den bu yana masum sivilleri katletme, göçe zorlama ve yakıp yıkma haricinde Gazze’de hiçbir ana hedefine ulaşamadı. Ne Hamas’ın operasyonel kabiliyetlerini bitirerek onları ortadan kaldırabildi ne de Hamas’ın elinde bulunan rehinelerini geri alabildi. Bu şartlarda İsrail 7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu’nun arkasında olduğunu ve planlayıcıları arasında yer aldığını iddia ettiği İran’ı en üst seviyede cezalandırarak ‘intikamını aldığını’ ve 7 Ekim’in bedelinin ödettirildiğini kendi iç kamuoyuna pazarlayabilir. Bu sayede Gazze’den mağlup bir şekilde geri çekilmesine ve masaya oturmasına bir mazeret, bahane olarak kullanabilir. İkinci bir olasılık ise İsrail’in sansasyonel eylemler ile dünya kamuoyunun odak noktası ve ilgisini Gazze’nin üzerinden çekerek Refah’ta girişeceği katliamların üzerindeki baskıyı hafifletmeyi hedefleyebilir.
Ateş Çemberi İçerisinde Bir Bölge: Orta Doğu
Helikopter kazası bir sabotaj sonrası gerçekleştiyse yukarıda bahsettiğim iki olağan şüpheli olan İran içi iktidar mücadelesi ve İsrail’in dışında üçüncü bir ülkenin ya da örgütün de bu olayın arkasında olabileceği düşük bir ihtimal de olsa dikkatlerden kaçmamalıdır. Nisan ayında İsrail ve İran arasında yaşanan gerilimin devam etmesini ya da İran’ın Hamaney’in halefi kim olur sorusunu tartıştığı bir dönemde iç karışıklıklara sürüklenmesini isteyen üçüncü taraflar da bu sabotajın arkasında yer alan el olabilir.
Sonuç olarak İran Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının da dahil olduğu üst düzey yetkililerin hayatını kaybettiği kaza gerçekten de sıradan bir kazaysa dahi bu bölge halkları ve devlet adamları nezdinde muhakkak bir sabotaj yapıldı algısıyla değerlendirilecektir. Daha da önemlisi, İsrail’in benzerine az rastlanır bir ölçekte Filistin’e saldırması, binlerce masum sivili dünyanın gözleri önünde katletmesi ve bununla da yetinmeyip Lübnan’a, Suriye’ye saldırılar gerçekleştirmesi ve 1 Nisan’daki konsolosluk saldırısında görüldüğü üzere İran’la gerilimi tırmandırması bölgesel bir savaşın zeminini hazırlamaktadır. Bu konjonktürde doğal ya da yapay, yaşanacak her türlü olay muhakkak dönüp dolaşıp bir şekilde İsrail’in bu saldırganlığıyla ilişkilendirilecektir. Dolayısıyla İsrail’in katliamları ve bölgeyi ateşe atan siyaseti durdurulmadığı müddetçe sadece Filistinliler değil, bölge halkları ve ülkeleri de diken üstünde olmaya ve bedel ödemeye devam edecektir.
[Dr. Ayhan Sarı, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]