Terörle Mücadelede Yeni Konsept: Türkiye Ekolü

Günümüzde uluslararası sistemin siyasi, askeri, ekonomik, toplumsal ve çevresel pek çok sınamayla eş zamanlı mücadele etmek zorunda olduğu bir süreçten geçiliyor.  Bu çetin süreçte ön plana çıkan sorunlardan biri hiç tartışmasız terörizm oldu. Her ülkedeki hikâyesi farklı olmakla birlikte dünyanın dört bir yanında yansımaları olan küresel bir güvenlik tehdidi olarak terörden Türkiye’de fazlasıyla nasibini aldı. Bir etnik bölücü örgüt olan PKK, ilk saldırısını gerçekleştirdiği 25 Ağustos 1984 tarihinden itibaren yaklaşık kırk yıldır çeşitli seviyelerde saldırılarını sürdürüyor.  FETÖ, kullandığı yöntemler bakımından yeni nesil bir terör örgütü olarak 17-25 Aralık Yargı Darbesi ve MİT Tırları Kumpası gibi girişimlerle devletin itibarını hedef almanın yanı sıra 15 Temmuz 2016 tarihinde bir hükümet darbesi girişiminde bulunacak kadar ileri gidebildi. Bunların dışında aşırı solcu DHKP-C, dini istismar eden El-Kaide ve DEAŞ gibi birçok terör örgütü tarafından sürekli hedef alındı. Bu şekilde çok yönlü cereyan eden tehdit karşısında Türkiye, özellikle 2016 yılından itibaren uygulandığı terörle mücadele stratejisiyle bir tarih yazıyor. Bu stratejinin temelinde; tehdit algılarını her platformda muhataplarına ilkeli, dirayetli bir şekilde ileten diplomatik tutum ve terör örgütlerini kaynağında yok etmeyi benimseyen askeri operasyonlar olmak üzere iki unsur yer alıyor

Türkiye gelinen noktada sınırları içerisinde aktif terörist sayısını 100’ün altına düşürdü, FETÖ’yü etkisizleştirdi ve Irak ile yapılan son iş birliği sayesinde PKK’ya büyük bir darbe indirdi. Peki bu başarılı terörle mücadele stratejisini nasıl uyguladı? Bu sorunun cevabını alt başlıklar hâlinde inceleyelim.

Diplomatik Tutum

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, 500 yıllık hariciye tecrübesiyle Türkiye, terörle mücadele bağlamında ilkeli ve dirayetli bir diplomatik tutum benimsedi. Vekalet savaşı adı altında herhangi bir terör örgütüyle aynı çizgide durmadı. Bu doğrultuda PKK/PYD ve FETÖ gibi örgütlerden tehdit algısının nedenlerini, bölgesel ve küresel güvenlik üzerindeki etkilerini her platformda samimiyetle dile getirdi. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Terör örgütlerine doğrudan veya dolaylı kucak açan destek veren ülkelere sesleniyorum. Koynunuzda yılan besliyorsunuz. Beslediğiniz o yılan her an sizi de sokabilir.” ifadeleriyle uyardı. Bu veciz söz Batı’da yaşanan her terör olayı sonrasında haklılığını hâlen hatırlatıyor.

Batılı devletler terör örgütlerine örtülü ya da açık destek veren politikalarında ısrarlı olsalar da Türkiye’de ilkeli duruşunu sürdürmekten hiçbir zaman geri adım atmadı. İsveç’in ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik sürecinde veto hakkını kullandı. Bu stratejik sabır örneği sayesinde terör örgütü olarak nitelediği “PYD/YPG ve FETÖ” ifadelerinin uluslararası bir metinde kayda geçirilmesini sağladı. Diplomasi dili açısından önemli bir kazanım olmasının yanı sıra hukuksal olarak da argümanlarına bir dayanak oluşturdu. Bununla birlikte NATO bünyesinde terörle mücadele koordinatörlüğü kurularak ittifak üyelerinin söz konusu soruna aynı pencereden bakabilmesinin önü açıldı. Bu durumun reel-politik açıdan bir anda gerçekleşmesi mümkün değil ancak ABD ile Türkiye arasında Terörle Mücadele İstişarelerinin 7 Mart itibarıyla yeniden başlaması pozitif gelişmelerin olduğunu gösteriyor.

Türkiye yönünü Batı’dan Doğu’ya döndüğünde, yakın coğrafyasındaysa güç boşluğundan faydalanan terör unsurlarının yaşam alanlarını yok etmek için ikili ilişkiler geliştirdi. Bu girişimin en son örneği Irak ile kurulan diplomatik temas oldu. Bu sayede Irak tarafından PKK yasaklı örgüt ilan edildi ve terörden arınmış bir ortamda iki ülke için kazan-kazana dayanan Kalkınma Yolu süreci şekillenmeye başladı.

Terör hususunda Türkiye’nin hakikati ilkeli ve dirayetli bir diplomatik tutumla savunan konumu, taktik düzeyde yani kısa vade için meyvelerini şu anda veriyor. Bunun bir de uzun vade için yansımaları olacak ve Türkiye’nin haklı duruşu anlaşıldıkça uluslararası sistemdeki konumu güçlenecek, sözünün tesiri artacak. Çünkü küresel bir sorun olan terör karşısında doğru tektir ve çıkar uğruna öznel bir bakış açısıyla yaklaşan ülkeler er ya da geç hatalarından dönmek zorunda kalacaklar. İşte o zaman Türkiye’nin hakikat politikaları etrafında daha sıkı kenetlenecekler.

Askeri Operasyonlar

Türkiye doğru hamleleriyle masada güçlendiği gibi sahadaki konumunu da ikmal etti. Savunma sanayi yerlilik oranını %20’lerden %80 seviyelerine çıkarması önemli bir çarpan etkisi oluşturdu ve kararlarını daha bağımsız alabilen bir kapasiteye ulaştı. Bu kabiliyetle terörle mücadele bağlamında sınırları içerisinde ve sınır ötesinde olmak üzere iki yönlü operasyonlar gerçekleştirdi. Bunlardan ilki kapsamında özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki şehirlerinde eylem gerçekleştiren terör unsurlarını neredeyse tamamen etkisiz hâle getirdi. Bir zamanlar silah seslerine aşina olan bölgede artık sağlanan barış iklimiyle uluslararası tenis turnuvalarında raket sesinin yankılandığı ve kültür yolu festivalleriyle müzik seslerinin yükseldiği bir ortam hâline geldi.

Sınır ötesi operasyonlar ise içerideki huzurun istikrarını sağlamak için terör unsurlarını kaynağında yok etme yaklaşımıyla yapıldı. Bu doğrultuda Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018), Barış Pınarı (2019), Bahar Kalkanı (2020), Pençe seri operasyonlarını başarıyla icra ederek PKK/PYD/YPG ve DEAŞ terör örgütlerine ağır bir darbe indirdi. Bugün hâlen devam eden operasyonlar neticesinde 1 Ocak’tan itibaren etkisiz hâle getirilen teröristlerin sayısı 376’sı Irak’ın, 469’u Suriye’nin kuzeyinde olmak üzere 845’e ulaştı.

Sonuç olarak; Türkiye ilkeli ve dirayetli diplomasi tutumu ve askeri operasyonlarıyla hem ulusal güvenliğini tesis ederken hem de küresel ve bölgesel barışa katkı sunuyor. Bu terörle mücadele stratejisi 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak’ta görülen girdiği ülkeyi yakıp yıkan değil, karşılıklı kazan kazan politikasına dayanıyor. Bu nedenle yeni konsept Türk Tipi Terörle Mücadele Stratejisi olarak adlandırılabilir. Bu strateji; ulusal güvenliğin sağlanması, küresel/bölgesel barış ortamına katkı sunulması, tesis edilen istikrar ortamından devletler kazançlı çıkarken her türlü terör unsuruna tavizsiz bir yaklaşıma dayanıyor.

[İsmet Nacaroğlu, Polis Akademisi doktora öğrencisidir.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu