ABD’de Filistin Gösterileri

Batı Hülyasının Çöküşü

7 Ekim Aksa Tufanı Operasyonu ile başlayan ve İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlar ve soykırım ile devam eden süreç sadece İsrail ve Filistin’i değil, bölgeyi ve tüm dünyayı temellerinden sarsan bir mesele hâline geldi. İsrail’in 1 Nisan’da İran’ın Şam Büyükelçiliği’ne yaptığı saldırı sonrasında bölgesel bir savaşın eşiğine dayanan olaylar silsilesi binlerce kilometre ötede, İsrail’in en büyük müttefiki ABD’yi de derinden etkiledi. İsrail’in dünyanın gözleri önünde gerçekleştirdiği katliamların ve soykırımın ekonomik, siyasi ve askeri anlamda en büyük destekçisi olan ABD yönetimi, kendisini beklenmedik bir toplumsal tepkinin karşısında buldu. ABD’nin en önde gelen ‘’Ivy League’’ üniversiteleri arasında yer alan Columbia, New York ve Harvard gibi üniversitelerde başlayan öğrenci gösterileri kısa bir süre içerisinde ABD’nin diğer eyaletlerine ve üniversitelerine de sıçradı. İsrail’in gerçekleştirdiği katliamları protesto eden ve üniversite yönetimlerini de bu yönde tavır almaya zorlayan gösteriler ‘özgürlükler ülkesi’ ABD’de sert bir şekilde kolluk kuvvetlerinin müdahalesi ve üniversite yönetimlerinin İsrail yanlısı tutumu ve kararlarıyla bastırılmaya çalışılıyor. Hem öğrenciler hem de öğrencilerin yanında yer alan öğretim üyeleri polis, üniversite yönetimi ve siyasetçilerin hedefi hâline gelmiş durumda. Sorgusuz sualsiz ve neredeyse kendi otonomisi yokmuş dedirtircesine İsrail’in yanında yer alan ve Siyonistlerin katliamlarına ortaklık eden ABD bir yandan uluslararası arenadaki çıkarlarını tehlikeye atarken, diğer taraftan da yıllardır dünyayı bir şekilde inandırabildiği ‘özgürlük yanlısı, demokrasi taraftarı/bayraktarı’ algısını da yerle bir ediyor. İsrail kendisi ile kökleri 250 sene öncesine dayandırılabilecek ‘’Batı hegemonyasının’’ da son sürat çöküşüne doğru gitmesine sebep oluyor.

Batı’nın Kendinden Menkul “Ahlaki Üstünlüğü” ve Türkiye’nin Gönüllü Batıseverleri

2003 yılında Irak’ın işgali ile doruğa çıkan Batı’nın ‘demokrasiye özendirme, teşvik etme’ girişimlerinin temelinde kendi kendisine atfettiği ahlaki üstünlük yer alıyordu. ABD’nin başını çektiği Batı bloğu özellikle aydınlanma sonrasında medeniyet tasavvurunu kemale erdirdiğini, evrensel insan haklarını madde madde belirlediğini ve sadece maddi alanda değil, ahlaki alanda da dünyaya öncülük ettiğini iddia ediyordu.

Bu anlayışa göre dünyanın geri kalanı eğer Batı’nın ulaştığı maddi kuvvete, ekonomik refaha ulaşmak istiyorsa Batı’yı sadece teknoloji ve üretim yönüyle değil, ideolojik ve inanç manasıyla da taklit etmesi gerekiyordu. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri, Cumhuriyetin kuruluşunun bilhassa ilk yıllarında Batı’nın teşvik ettiği anlayış bu topraklarda da karşılık buldu. Muasır medeniyetler seviyesine yükselebilmek adına Batı’yı hem teknolojik hem de inanç/düşünce boyutuyla taklit etmemiz gerektiğine dair fikirler kuvvet kazandı.

Her ne kadar Batı’nın inanç ve düşünce boyutuyla da taklit edilmesi ve İslam dininden, milli değerlerden vazgeçilmesi gerektiğine dair fikirler Cumhuriyetin ilk yıllarında en üst perdeden dile getirilse ve devlet eliyle desteklense dahi bu alanda yapılan girişimler halkın ekseriyeti tarafından karşılık bulmadı ve büyük oranda başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat Batı’yı her yönüyle taklit etme ve bu topraklara ithal etme fikri geniş halk kitlelerinde karşılık bulamasa da eğitim ve ekonomik anlamda toplumun üst katmanlarında yer alan toplumsal sınıfları büyük oranda etkilemeyi başardı.

Bu kitlenin en büyük acizliği, buna Batı’da eğitim alan ve yaşayanların ekseriyeti de dahil, Batı’nın gerçek karakteristik özelliklerini, tarihini ve yükselmelerinin temel sebeplerinin ne olduğunu bilmemeleridir. Batı hayranlıklarından kaynaklanan bir körlük neticesinde iki ana meselede yanılgı içerisindedirler. Öncelikle Batı’nın salt materyal güçle, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarının sömürülmesi sonucunda değil de birtakım ahlaki değerleri sayesinde bu kadar kuvvetlendiği ve içerisinde bulunduğu refah seviyesine ulaştığı zannına sahiptirler. İkincisi, Batı hayranı insanlarımız her ne kadar görmezden gelmeye ve inanmak istememeye çabalasalar da Batı’nın gözünde iki sınıfa ayrılırız: Müslüman Türkler ve Müslüman Türk kimliğinden feragat etmiş potansiyel destekçiler. Burada vurgulanması gereken en önemli husus, Müslüman Türk kimliğinden feragat etmekle bizim insanımızın Batılılar tarafından ‘denk, eşit’ insan olarak kabul görmediği ve böylesi bir durumda ancak Batı’ya hizmet ettikleri oranda değer, karşılık bulduklarıdır.

İsrail’in Katliamları ve Batı’nın Gün Yüzüne Çıkan Gerçek Sureti

7 Ekim’den günümüze Filistin halkının muhatap olduğu katliamlar ve soykırım, Batı’nın bu yaşananlara verdiği siyasi ve ekonomik destek, işin ehli insanların yıllardır dile getirdiği fakat içimizdeki Batı severleri bir türlü inandırmadığı bir meseleyi bütün açıklığıyla ortaya çıkarttı. Batı, tarihi boyunca hiçbir zaman insan haklarını samimi bir şekilde savunmadı. Batı, dünya sahnesinde önemli bir kuvvet olarak çıktığı ilk andan günümüze sadece ve sadece menfaatleri doğrultusunda siyaset yürüttü. Maddi çıkarları çerçevesinde gerekmesi hâlinde milyonlarca insanı sömürdü, köleleştirdi. Açgözlülüğü sebebiyle iki dünya savaşına sebep oldu. Elimdeki imkânlardan olurum korkusuyla gözünü kırpmadan atom bombası kullandı, çoluk çocuk demeden binlerce insanı Napalm bombalarıyla yaktı kül etti. Tüm bunları yaparken herhangi bir utanma ve sıkılma duygusuna kapılmadan aynı zamanda tüm dünyaya norm pazarlamayı ve ahlaki üstünlük kurmayı sürdürebildi.

Yalancının mumu maalesef uluslararası ilişkiler söz konusu olunca yatsıya kadar değil yüzyıllar boyunca yandı, ta ki Gazze’ye kadar. Gazze’de yaşanan katliamlar sonrası dünya Batı’nın gerçek yüzünü yavaş yavaş sıyrılan perdenin arkasından görmeye başladı. ABD’nin en önde gelen üniversitelerinde yaşanan barışçıl gösterilere ABD siyasi yönetiminin ve kolluk kuvvetlerinin verdiği tepkiler bu ülkelerin hiçbir zaman gerçek manada özgürlükten yana olmadığını, aksine sadece kendi menfaatleriyle örtüşen özgürlüklerden yana olduğunu gösterdi. Son yıllarda dünyanın en özgür ülkeleri arasında gösterilen Almanya gibi ülkelerin en ufak bir Filistin yanlısı söyleme ve eyleme tahammül etmediği ve kendi siyasi çıkarlarıyla çelişmesi durumunda en temel özgürlükleri dahi insanlara tanımadığı acı bir şekilde tecrübe ediliyor.

Filistinli masumlar kanlarıyla ve gözyaşlarıyla sadece kendi halkının ve topraklarının değil, esasında tüm dünyanın özgürleşmesi için bedel ödedi ve ödemeye devam ediyor. İsrail Filistinlileri katlettikçe sadece ne kadar barbar bir ülke olduğunu değil, aynı zamanda içinde bulunduğu Batı bloğunun da gerçek vahşetini yansıtıyor. Bu açıdan bakıldığında Filistinliler Türkiye’de gözleri Batı hülyası ile büyülenen kitleler başta olmak üzere, tüm dünya halklarına Batı’nın gerçek yüzünün ne olduğuna dair acı fakat tarihi bir ders veriyor.

[Dr. Ayhan Sarı, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu