Soykırım: Hukuki Bir Kavramın Siyasal Araç Hâline Gelmesi

1915 olaylarının başlangıç tarihi olarak 24 Nisan tarihi kabul ediliyor. Geçtiğimiz senelerde Biden yönetimi tarafından 24 Nisan olayları, yıl dönümlerinde peş peşe soykırım olarak nitelendirildi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından bu açıklamalar kınandı ve soykırım iddiasının hukuki bir zemininin olmadığı vurgusu yapıldı. Gerçekten de bu yöndeki açıklamalar hukukun konusu olan soykırım kavramını siyasal bir arenaya çekme maksadı taşıyor. Bir başka tabirle, soykırım kavramı esas itibarıyla hukukun konusudur. 1915 tarihli Osmanlı mevzuatı sistematik bir soykırım ya da yok etme kastının olmadığını gösteriyor. Bunun yanında suçun tarifi, unsurları ve ceza süreçleri uluslararası sözleşmeler kapsamında düzenlenmiştir. Bugüne dek söz konusu uluslararası mevzuat çerçevesinde 1915 olaylarını soykırım olarak tanıyan bir ulusal/uluslararası mahkeme kararı da mevcut değildir.

Tehcir Kararı’nın Hukuki Niteliği Sistematik Bir Kastın Olmadığını Gösteriyor

 Soykırım suçu, uluslararası ceza hukukunun en ağır suçudur. Bu suçun çeşitli unsurları ve şartları var olmakla birlikte, öne çıkan ayırıcı özellik ise sistematik olarak soykırıma yönelik kastın var olması. Olayların başlangıcı kabul edilen kararın hukuki niteliğine bakıldığında ise bu yönde sistematik bir niyetin olmadığı anlaşılmakta.

Mevzuatta, yani kanun ve peşinden yürürlüğe giren talimatlar kapsamında tehcir ifadesi açıkça kullanılmasa bile ilgili metinler araştırmacılar tarafından Tehcir Kanunu ve uzantıları şeklinde değerlendirilmekte. Tehcir Mevzuatı ifadesi de aynı metinlere işaretle kullanılıyor.

Süreci başlatan 1915 senesinin mayıs ayında çıkarılan kanun muvakkat yani geçici nitelikte. Muvakkat kanunlar Osmanlı Anayasası olan Kanun-ı Esasî’ye göre çeşitli şartlara bağlı olarak meşru kabul edilmiştir. Anayasadaki ilgili hüküm kapsamında muvakkat kanunlar bir olağanüstü tedbir niteliğinde. Eğer meclisin toplanması mümkün değilse, genel güvenliğin korunması veya olağanüstü zaruret hâllerinin ortadan kaldırılması için bütün kabinenin sorumluluğu altında, anayasaya aykırı olmayan kanun kuvvetinde kararnameler çıkarılabilir. Bunlara muvakkat, yani geçici kanunlar ismi verilir. Bu tür olağanüstü metinlerin ilk toplantıda derhal meclise sunulup, kanun niteliğini kazanması gerekir. Geçici kanun nitelendirmesi de metnin henüz meclise sunulmadığını ifade etmek için kullanılır.

Tehcir Kanunu olarak nitelendirilen ilgili muvakkat kanun da bir meclis kararı olmaksızın hükümet tarafından alınmış olağanüstü bir tedbir niteliğinde. Anayasa kapsamında kanun niteliğinde olacak şekilde bu tür hükümet kararlarının çıkarılması mümkün. Dönemin şartları gereği ilgili koşulların sağlandığı da görülüyor. İlerleyen dönemlerde meclisin savaş şartları sebebiyle toplanması da gerçekleşmediğinden ve kanun hükümleri uygulamadan kalktığından meclisin gündemine sunulamadı. Dolayısıyla bu karar olağanüstü dönem şartlarında geçici bir süre için kabul edilmiş bir uygulama şeklinde kaldı. Bu gerekçeyle, sistematik soykırım kastının varlığından bahsetmek mümkün gözükmüyor.

Hukuki Cepheden Soykırım Suçu

Soykırım suçu ise 1930’lu yıllarda hukukun konusu hâline gelmeye başladı. Soykırımın unsurları, şartları, tarifi ve failler için cezalandırılmasına ilişkin süreçler bir uluslararası sözleşmeyle belirlendi. Aynı zamanda yakın dönemde Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika’nın İsrail aleyhine açtığı davanın temel dayanağı olan bu sözleşme 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi. Zikredilen sözleşme kapsamında suçun hangi durumlarda oluşacağı gibi esas prensipler belirlendiği gibi, yargılamayı yapacak olan yetkili kurum da saptanmıştır. İlgili sözleşmeye göre soykırım suçunun oluşup oluşmadığına ilişkin incelemeyi Birleşmiş Milletler’in yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı yapacaktır. Soykırım sözleşmesinin 9. Maddesine göre sözleşmenin uygulanmasıyla ilgili çıkan uyuşmazlıklar Uluslararası Adalet Divanı önüne götürülür. Özetle, ihtilaf konusu olayda soykırım suçunun gerçekleşip gerçekleşmediğine yönelik ve buna bağlı olarak devletlerin sorumluluğuna ilişkin değerlendirme yapma yetkisi ve görevi açıkça Divan’a verilmiş durumda.

Soykırım suçunun devletler açısından sorumluluk doğurma ihtimalinin yanında şahısların da bu fiil sebebiyle cezai sorumlulukları söz konusu olabilir. Bu durumda bireylerin mahkeme sürecinde özel prosedürlerle yargılanmaları ve uluslararası sözleşmelere taraf olan devletler tarafından ortaya çıkan kararın tanınması ya da tenfiz edilmesi gerekir. Soykırım suçuna ilişkin bireylerin yargılanması konusunda ise Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkilidir. Roma Statüsü kapsamında soykırımın da dahil olduğu uluslararası nitelik taşıyan ağır suçlar açısından Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkilendirildi.

Soykırım Kavramının Siyasallaşması

 Şu ana kadar, 1915 senesinde yaşanan olayları soykırım olarak nitelendiren veya buna bağlı olarak ilgililerin yargılandığı ve ceza aldığı herhangi bir karar ulusal ya da uluslararası düzeydeki mahkemelerden çıkmadı. Bu gerekçeyle, özellikle 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’yi soykırımla itham eden ve aksi yöndeki açıklamaları suç kabul eden siyasi kararların hukuk sahasında Türkiye için herhangi bir sonuç doğurması beklenemez. Kaldı ki bazı devletlerin parlamentoları tarafından kabul edilen ve 1915 senesindeki olayları soykırım olarak nitelendiren değerlendirmelerin aynı ülke parlamentoları tarafından ilerleyen dönemlerde değiştirilmesi de mümkündür. Değişen konjonktür veya siyasi atmosfer sebebiyle bu siyasi kararın tam tersi yönde bir kararın parlamentolarda kabulü her zaman mümkün.

İlgili kısımda 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi kapsamında bu suçun unsurlarının belirlendiğine ve yargılama yapma konusunda Uluslararası Adalet Divanı’nın yetkili olduğuna değinildi. Bu gerekçeyle, ceza hukukunun temel prensiplerine uygun olarak 1915 senesinde yaşanan bir olaya 1948 tarihli sözleşme hükümlerinin uygulanması mümkün değil.Ayrıca belirtmek gerekir ki, aksi yönde bir kabul durumunda dahi şimdiye kadar Uluslararası Adalet Divanı’na bu yönde bir başvuruda bulunulmaması da ilgi çekici. Şahısların sorumluluğu açısından inceleme yaptığımızda ise Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hayatını kaybeden ve suçlu olduğu iddia edilen kişileri yargılamasının mümkün olmadığı görülüyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi veya fiilen kurulacak herhangi bir mahkeme ancak hayatta olan failleri yargılayabilir.

Şimdiye kadar, bu iki uluslararası mahkeme önüne 1915 olaylarının soykırım olarak kabulü ve şahısların cezalandırılmasıyla ilgili herhangi bir talep gelmedi. Bununla beraber, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdindeki çeşitli dosyalarda bu olaylar ve soykırım iddialarıyla ilgili doğrudan veya dolaylı irtibat kurulmaya çalışıldığı görüldü. Örneğin, Perinçek/İsviçre davasında 1915 olayları kesin surette soykırım olarak değerlendirilmemiş, aksine ihtilaflı ve hassas bir konu olarak kabul edilmiştir. Benzer olarak başka dosyalarda da AİHM, 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirme konusunda bağlayıcı karar alma yetkisinin olmadığını beyan etti. Dolayısıyla hukuki açıdan soykırım incelemesi Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi yetki alanlarıyla sınırlı kaldı. Bu gerekçelerle esasında hukukun konusu olan soykırım kavramının Türkiye aleyhine zaman zaman devreye sokulabilen siyasi bir aparat hâline geldiği açıkça görülmekte.

 [Dr. Abdullah Musab Şahin Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu