Geçtiğimiz yıl nisan ayı ortalarında Sudan’da başlayan iç savaş büyük bir yıkımla bir yılını geride bıraktı. Hatta silahlı çatışmaların yol açtığı insani dram artık Sudan için insani dış müdahaleyi gerekli hâle bile getirdi. Haberleşme altyapısının zarar görmesi nedeniyle Sudan içinde iletişim zorlukları yaşanıyorken ülke dışındaki Sudanlıların eş, dost ve akrabalarına ulaşması dağılan ailelerinin ne durumda oldukları hakkında sağlıklı bilgi alması bile mümkün değil.
Mevcut Durum
Bir yıldır devletin resmi ordusu ve orduya entegre edilmek istenen Hızlı Destek Kuvvetleri birbiri ile çatışıp üstün gelmeye çalışırken Sudan üzerinde nüfuz kurmak isteyen bazı dış aktörlerin müdahale ve manipülasyonları da sorunu derinleştiriyor. Petrol ve altın gibi yeraltı kaynaklarına, susam, pamuk ve arap zamkı gibi tarımsal ürünler için büyük tarım potansiyeline sahip Sudan Nil Havzası’nda ve son yıllarda jeopolitik küresel çekişmenin yoğunluk kazandığı Kızıldeniz’e uzun bir sahille bağlı bulunuyor. Bu nedenle Sudan hem bölgesel aktörler açısından hem de küresel aktörler nazarında kolay kolay göz ardı edilebilecek bir ülke değil.
Sudan’da yaşanan insani krize yönelik yetkin kurumların verdiği bilgiler ise son derece iç karartıcı. 15 Ocak tarihli OCHA raporuna göre kriz 14 milyonu çocuk olmak üzere 25 milyon Sudanlıyı insani yardıma muhtaç bıraktı. Bu güncel verilere göre 5 milyon Sudanlı 4.seviye 13 milyon Sudanlı ise 3.seviye akut gıda kriziyle karşı karşıya. Bu seviyenin bir üstü ise BM’nin acil insani müdahale çağrısı yapmasını zorunlu kılan açlıktan ölümlerin başlaması demek. Ve Sudan bu perişan hâliyle hava sıcaklığının 50 dereceye yaklaştığı en kurak dönemine (Mayıs-Haziran-Temmuz ayları) giriyor. İşin vahim tarafı şu ki Sudan’ın insani gereksinimleri için BM kurumlarının ihtiyaç duyduğu 2.7 milyar dolarlık fonun şu ana kadar sadece 155 milyon doları temin edilebilmiş.
Ülke dünyadaki en büyük göç krizine sahne olurken sağlık ve eğitim sistemleri neredeyse tamamen çökmüş vaziyette. Yine ilgili kurumlar tarafından gıda ve suya erişim zorluğunun yanında kolera gibi salgın hastalıkların kol gezmeye başladığı rapor edilmekte. Ülkede insani krizden etkilenmeyen yerleşim yeri çok azı dışında neredeyse yok gibi. Sudan’ın Darfur bölgesinden ise sürekli soykırım ve göç haberleri gelmeye devam ediyor. Rakamlara, verilere boğmadan ülkede yaşananlara dair arz edilen bu kesit bile Sudan’a yönelik insani müdahalenin artık bir zorunluluk hâline geldiğini bizlere göstermektedir.
İnsani Müdahale Operasyonu Şart
Sayıların büyüklüğü ve insani krizin derinliği nedeniyle bu müdahalenin tıpkı 2011 yılında Somali örneğinde olduğu gibi devletler üzerinden makro ölçekte gerçekleşmesi gerekmektedir. Hatırlanacağı gibi 2011 yılında kuraklık nedeniyle kitlesel insan ölümlerinin yaşandığı ve hatta güvenliğin bulunmadığı bir ortamda kendi kaderine terk edilerek unutulmuş Somali’ye Türkiye öncülüğünde insani müdahale gerçekleşmişti. Bu yerinde müdahale kritik bir dönüm noktası olarak Somali’nin yakın tarihine yazıldı. Hasılı insan ölümlerinin önüne geçilirken kısa sürede Somali de toparlanma emareleri göstermeye başladı.
Etrafımızdaki Suriye, Libya ve Yemen krizleri örneğinde görüldüğü üzere, bu krizleri önlemeye yönelik yapıcı bir müdahale gerçekleşmediğinde ve ülkeler kendi kaderlerine terk edildiklerinde krizler on yılları aşan bir sürece yayılarak bölgesel istikrarsızlık kaynağı hâline geliyor. Bugün iç savaşın bir yılını geride bırakan Sudan’da da krizin hem uzun yıllara yayılması, hem ülkenin dağılıp parçalanması hem de insani krizin derinleşerek başta çocuk ve kadınlar olmak üzere insan ölümlerine yol açacak seviyelere gelme riski bulunmakta.
Sudan özelinde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi istisnalar hariç devletlerin benimsediği “bekle ve gör” stratejisi ise ülkede insani krizin daha fazla derinleşmesi, yetişkin ve çocuk ölümlerinin izlenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye öncülüğünde kurulacak bir Sudan İnsani Kriz Müdahale İnisiyatifi elbette çağın en büyük krizlerinden birini önlemede kritik bir rol üstlenebilir. Sahip olduğu kurum, kuruluş ve daha önceki tecrübelerine dayanarak Türkiye’nin böylesi bir inisiyatifi üstlenmesi ve koordine etmesi pekâlâ mümkün. Türkiye’nin son günlerde Mısır ile yeniden yakınlaşması da lojistik anlamda hem Gazze’ye yönelik hem de Sudan’a yönelik yeni kanallar açmasına yardımcı olabilecek bir gelişme.
Elbette böylesine kapsamlı bir insani müdahale operasyonu bir devletin tek başına altından kalkabileceği ölçeğin çok çok üstünde olduğundan başta krizden etkilenen çevre ülkeler olmak üzere İslam aleminin, Afrika Birliği’nin ve diğer ülkelerin bu krize müdahil olmaları gerekmekte. Bu koordinasyonu temin edecek diplomatik adımların hızla atılmasında büyük yarar var. Afrika içinde başta Afrika Birliği olmak üzere Mısır, Cezayir, Güney Afrika gibi ülkeler böylesi bir insani misyona destek sağlayabilecek aktörler.
Küresel siyasi konjonktürde çıkar çatışmaları belirginleştikçe insani kaygılardan uzak agresif politikalara evrilen puslu bir hava hakim maalesef. Sürekli mağdurlar ve kurbanlar üreten bu hırgür hepimizi içine çekerek kendi gündemini dayatmanın peşinde. Evet, umutlar tükenme noktasına gelmekte ve hepimiz bunun gayet farkındayız. İnsani durumlar karşısında bile vurdumduymazlık, hissiyatsızlık, dışlamacılık mevcut. Oysa ihtiyacımız olan şey insani değerleri diriltecek yeniden umut aşılayacak büyük çıkışlar. Yeryüzü her yerden garabet kusuyorken merhum Alev Alatlı’nın da dediği gibi eğer son temsilcileriysek iyiliğin vakit işe koyulma vaktidir.
[Dr.Serhat Orakçı, İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) bünyesinde görev almaktadır.]