İsrail’in Gerilim Yaratma Stratejisi

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana abluka altındaki Gazze Şeridi’ne yönelik “soykırım savaşı” 200. gününe yaklaşırken, Tel Aviv yönetimi İran ile karşılıklı tehdit ve çatışma stratejisi yürütüyor. Bu durumda hükümetin ömrünü uzatma aynı zamanda Gazze’deki soykırımı gizleme amacıyla gündemi değiştirme çabası dikkat çekici.  İran’ın başından beri vekil güçleri yoluyla dolaylı ve Şam’daki büyükelçiliğine İsrail’in saldırısıyla doğrudan dahil olduğu 7 Ekim’den bu yana devam eden süreci okumak, Gazze’deki soykırım savaşının bölgede ve uluslararası alanda yol açabileceği krizleri okumak ve engellemek adına önem arz ediyor.

Gazze’deki soykırım savaşında sıkışma noktasına gelen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, İran’ın Şam’daki büyükelçiliğine yaptığı saldırıyla yeni bir cephe açıp dikkatleri Gazze’nin ötesine çekerek bölgesel ve küresel güvenliği etkileyebilecek bir çatışma riski oluşturduğu görülüyor. Temelleri, ABD’nin pre-emptive strike (ön önleyici saldırı) stratejisiyle Irak’ta yaptığı işgale benzer bir senaryoyu İran üzerinde uygulanma tehdidiyle bölge siyasetine yıllardır şekillendirme çabasına dayanıyor. Arap Baharı sonrası İsrail’in ise bölgede bilhassa Suriye ve Irak’ta mezhepçi çatışmalar üzerinden oluşan güvenlik ve istikrar sorununu lehine çevirmek amacıyla, bölgedeki birçok Arap ülkesiyle bu süreçte giderek yakınlaşma, ilişkilerini normalleştirme ve iş birliğini derinleştirme yoluyla İran’a yönelik çevreleme ve Filistin meselesini unutturma siyaseti izlediği biliniyor. Hamas’ın 7 Ekim operasyonu kapsamında hedeflediği İsrail’in Arap ülkeleriyle normalleşme sürecinin bu anlamda başarılı olduğu söylenebilir.

 Netanyahu’nun Yargı Hezimeti

 İsrail tarihindeki en uzun süreli görev yapan, ülke siyasetine yön veren en önemli aktör konumunda bulunan ve “Kral Bibi” lakabıyla da anılan “popülist” siyasetçi Netanyahu, önce hakkındaki yolsuzluk suçlamalarıyla tökezlerken, yargı reformu süreciyle ülkede adaletin bağımsızlığına gölge düşürme iddiasıyla büyük protestolara yol açmıştı. Siyasi ve toplumsal muhalefetin ciddi itirazlarına rağmen, radikal sağ partilerin desteğiyle hükümetini sürdüren Netanyahu’nun, yargı reformunu tartışmalara rağmen meclisten geçirerek hayata geçirme çabasının yüksek yargı makamları tarafından engellenmesi siyasi istikbalini sürdürmesi açısından sessiz bir hayal kırıklığı oluşturdu.

İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de devam eden soykırım savaşı sürecinin iki taraftan Netanyahu’yu çıkmaza sürüklediği görülüyor. Bir taraftan Gazze’de hayatını kaybeden masum Filistinli ve yabancı siviller, Hamas’ın gerilla taktikleriyle İsrail ordusundan üst düzey askerlere zayiat verdirmesi, ABD’de Joe Biden yönetiminin seçim öncesi için anlaşma baskısı ve İsrailli esirlerin durumu ateşkes için Netanyahu’yu zorlayan faktörler. Öte yandan, İsrail’in Filistin topraklarında “yok etme yoluyla güvenlikleştirme” stratejisinin 7 Ekim saldırılarıyla başarısızlığa uğradığını hâlen kabul edemeyen Netanyahu, İsrail toplumunda bilhassa yükselen aşırı sağın intikam taleplerine ve radikal sağ siyasetin kontrolsüzlüğüne gem vurmakta da zorlanıyor.

İran ile artan gerilim sürecinde, İsrail ordusunun Gazze’deki kara birliklerini neredeyse tamamen çekmek zorunda kalması ve ateşkes müzakerelerinin olgunlaşmasına rağmen, Netanyahu’nun aşırı sağın zoruyla Gazze’nin Refah bölgesine saldırı planını yürürlüğe koyma arayışı, İsrail’de muhalefetin de gördüğü bir şantaja dönüşmüş durumda. Ancak, İsrail’in Şam’daki İran büyükelçiliğine yönelik saldırısıyla başlayan, İran ile karşılıklı gerilimden çatışmaya dönüşen, bölgeyi ve uluslararası toplumu savaş endişesine sevk eden süreç Netanyahu yönetiminin iç siyasette ve Gazze’deki çıkmazlarını tehir etmiş görünüyor.

İran İlk Defa Doğrudan Müdahil Oldu

Hamas’a desteği bilinen İran, bölgedeki vekil güçleri olarak kabul edilen Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen’deki Husiler yoluyla İsrail’in 7 Ekim’den sonra Gazze’ye açtığı savaşın dolaylı da olsa içerisinde yer alıyordu. Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırılarla bu dönemde bölge ülkelerinin güvenlik reflekslerini yoklayan İsrail’in 1 Nisan’da İran’ın Şam büyükelçiliğine düzenlediği hava saldırısı sonucu Kudüs Gücü komutanlarından Muhammed Rıza Zahidi ve Tuğgeneral Muhammed Hadi Hac’ın yanı sıra 7 Devrim Muhafızı dahil 16 kişinin ölümü Gazze’deki soykırım savaşının bölgeye yayılabileceği endişesine yol açtı.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının başlangıcında “başkaları için savaşa girmeme” stratejisiyle temkinli hareket eden İran’ın, diğer taraftan “özgür olma iradesine sahip her mazlum milleti destekleme ve güçlendirme” söylemiyle vekil güçleri ve Hamas’a destek verme yoluyla İsrail’e dolaylı müdahalesinin, son saldırılarla doğrudan çatışma hâlini aldığı görülüyor. İran’ın 13 Nisan’da yaptığı saldırılar sonuçları itibarıyla yetersiz görülmekle birlikte ilk defa İsrail’i hedef alması, bu savaş sürecinde hep devlet dışı aktörlerin saldırısına uğrayan İsrail’in ilk kez bir devlet tarafından hedef alınması ve İsrail’in ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün yardımıyla İran’ın saldırılarını savunmaya çalışması ciddi anlamlar taşımakta.

Netanyahu yönetiminin İran’a doğrudan saldırılarla bölgede dozunu tekrar artırdığı ve genişlettiği “gerilim ve çatışma stratejisi” ise şüphesiz diplomatik bir misyon bölgesinin hedef alınmasına tepki gösteremeyen Batılı ülkeler ve olaylarda tek taraflı olarak İran’ı suçlayan aktörler için ciddi eleştiriler barındırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen bu endişeler, Türkiye dahil bölge ülkelerinin güvenlik ve istikrarının İsrail’de iktidarda kalmak isteyen Netanyahu iktidarıyla nasıl tehdit edildiğini ortaya koyuyor. Bunların ötesinde, Gazze’de yürek burkan soykırım savaşı gölgelenerek Filistinlilerin yaşadığı insanlık dramı çözümsüz kalıyor.

Çağrı Koşak, Anadolu Ajansı Orta Doğu muhabiridir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu