2022 yılı itibariyle Türkiye’nin siyasi gündemini domine eden seçim tartışmalarının 31 Mart itibariyle sonuna gelindi. 2023 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerini Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan yüzde 52 civarı bir oy ile kazanırken aylar sonra gerçekleşen 2024 yerel seçimleri ise düşük bir katılım gözlemlenirken, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde CHP’nin kazanmasıyla sonuçlandı. Yaklaşık iki yıllık seçim atmosferi birçok tartışmayı da beraberinde getirirken bir noktayı en başta vurgulamak gerekir. Türk demokrasi geleneğinin siyasi partileri ve kurumlarıyla muntazam şekilde çalıştığı yani bazı yerel ve uluslararası medya organlarınca Türk demokrasisine yönelik yapılan “adil seçim” eleştirilerinin bir yıl içinde yapılan iki seçimde ortaya çıkan bu sonuçlarla içi boş karalama kampanyaları olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.
Nasıl Bir Seçim Atmosferi?
Seçimlerde öne çıkan konulara bakıldığında aslında ekonomide yaşanan sorunlar, terörle mücadele, hizmet siyaseti, deprem ve Erdoğan karşıtlığı gibi konuların siyasi partilerin propaganda süreçlerinde en çok başvurduğu meseleler olduğu görülüyor. Genel seçim arifesinde yaşanan deprem felaketi ve bir süredir devam eden ekonomik sorunlar her ne kadar bir süre gündemin tek maddesi olsa da terörle mücadele ve devletin bekası konusunun vatandaşın oy verme davranışında etkili olduğunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son seçim zaferinden anlayabiliriz. Son genel seçimler ayrıca CHP-DEM ortaklığının terör sorununa karşı güven vermemesi yani ekonomik sorunlara ve depremin getirdiği olumsuzluklara rağmen AK Parti’nin halen en güvenli liman olarak görüldüğünü göstermişti. Bu aşamada ekonomi konusunda da seçmen için sorunun çözümünde halen en doğru adresin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu da seçim sonuçlarıyla teyit edildi.
Yerel seçim arifesinde ise iki farklı stratejiden bahsetmek mümkündür. İktidar kanadı depremin yarattığı yıkımın tedavisi ve olası depremlere karşı şehirlerin daha hazırlıklı olabilmesi için gerekli olan iyi belediyeciliği öne çıkararak, yani hizmet siyasetini ana gündem maddesi haline getirerek seçim propagandasını yürüttü. Burada CHP-DEM ilişkisi gibi beka söylemine ters düşen ortaklıklara yapılan eleştiriler ise aslında belediyecilik propagandasının gölgesinde kaldı. Zaten yerel seçim öncesinde AK Parti’nin hizmet siyaseti temelli propagandası da aslında bu iktidar sorumluluğu gereği atılan bir adımdı. Genel seçim öncesinde yaşanan onca kısır tartışmayı tekrar gündeme getirerek ülkeyi kutuplaştırmak ve vatandaşı germek yerine söylemi daha yumuşak kurmak burada bilinçli bir tercihti.
Dolayısıyla AK Parti tarafında seçim büyük oranda vatandaşa yapılan ve yapılacak hizmetleri anlatma odaklı kurgulanırken, muhalefet ise yerel seçimleri genel seçimlerde aldıkları yenilginin bir rövanşı olarak ele aldı. Seçim öncesi son ana kadar AK Parti kurmayları muhalefet ile polemik yerine sahada projelerini anlatarak mevzi kazanmaya çalışırken, muhalefet ise senkronize şekilde hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hem de belediye başkan adaylarına karşı muhalif seçmeni aynı hedefe yani Erdoğan karşıtlığına itecek söylemlerle seçim propagandasını yaptı. Diğer bir deyişle AK Parti seçimi sadece bir yerel seçim olarak ele alırken, CHP ise bunu muhalif seçmene bir hayatta kalma meselesi olarak kanıksatmayı başardı. Bu aşamada yerel seçim atmosferinin iktidar seçmeni nezdinde sakin geçtiği görülürken muhalefet ise 2023 genel seçimleriyle aynı düzeyde gerilimle konsolidasyon yaratarak süreci yönetti. Dolayısıyla hizmet siyasetine karşı Erdoğan karşıtlığının yarıştığı bu seçimde birçoklarınca dile getirilen “algı siyaseti” ilk kez galip geldi.
Yerel Seçimler CHP İçin Bir İllüzyondan Fazlası Değil
Peki Türkiye siyasetinin yeni belirleyicisi algı siyaseti mi? Aslında seçim sonuçları ilk bakışta yanıltıcı şekilde meseleyi buraya indirgemeye müsait gibi gözükse de esasında alınan oy miktarlarına ve seçime katılım oranına bakıldığında durum biraz daha farklı görünüyor. Seçimin kazananı CHP gibi gözükse de aslında ne İstanbul özelinde İmamoğlu oyunu marjinal şekilde arttırdı ne de CHP Türkiye genelinde kitleleri arkasında sürüklediği yeni bir siyasi zemin bulabildi. Çünkü bir önceki yerel seçime kıyasla CHP’nin üç milyonu bulan oy artışının önemli bir kısmının İYİ Parti tabanından koptuğu kolayca gözlemlenebilir. Dolayısıyla ana muhalefet iktidardan oy devşirmek konusunda ortaya bir başarı koyamıyor. Bu durumda seçime katılım ve Yeniden Refah Partisi’nin (YRP) varlığı aslında bu seçimin esas hikayesini ortaya koyarken, CHP’nin kazandığı il ve ilçe belediyelerinin sayısı kendi inisiyatifinde olmayan bir başarıyı yani dönemsel/tepkisel bir seçim zaferini yani bir illüzyonu yansıtıyor. Diğer bir deyişle CHP kazandığı seçimin bile ana aktörü konumunda değil.
AK Parti içinse bu bir yenilgiden ziyade seçmenle arasındaki ilişki biçiminin yansıması olarak değerlendirmek mümkün. Bu dinamik ilişki her seçimde vatandaşın değişen oy verme davranışı ile adeta seçmen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında bir çeşit diyalog yöntemi haline geldi. Seçmen henüz bir sene dolmadan iktidara yönelik iki farklı davranış geliştirdiğine göre hangi seçimde hangi davranışı ürettiği burada önemli bir kıyas imkânı sağlıyor.
Seçimde oy kullanmayan 13 milyon vatandaşın yanı sıra geçersiz oy sayısının yaklaşık 3 milyon olması yani 2019’dan daha az seçmenin oyunun geçerli olması hem katılım oranındaki düşüşü hem de geçersiz oy vermenin aslında bir çeşit oy verme biçimi olarak tercih edildiğini gösteriyor. Aslında bu durum 16 milyon kullanılmamış oya yani 2019’a kıyasla yaklaşık 4 milyon kişinin daha sandığa gitmediğine delalet ederken, 2023 genel seçimlerinin aksine bu seçimde kararsız seçmen tercih yapmak yerine oy vermemeyi tercih etti denilebilir. Hatırlanacağı üzere kararsızlar genelde son tercihini AK Parti’ye yönelik kullanırlardı.
Dolayısıyla muhalefet seçmeni “Erdoğan düşmanlığı” motivasyonu etrafında konsolide olurken, muhafazakâr sağ seçmen ise memleket meseleleriyle alakalı rasyonel tercihler üreterek devletin yönetiminde kime güvendiğini gösterirken yerel seçimi de bir mesaj imkânı olarak ortaya koyuyor. Dokuz ay içerisinde AK Parti nezdinde üç milyon oy kaybı da buna delalet ediyor.
İttifaklar ve Kimlik Değişimi
CHP-İYİ Parti dengesi yine bu seçimde de belirleyici rol oynadı. Ancak bu sefer İYİ Parti bir hayatta kalma sorunsalıyla karşı karşıyayken, CHP ise adeta İYİ Parti kitlesini Erdoğan düşmanlığı çerçevesinde CHP’lileştirmeyi başardı. Öyle ki İYİ Parti kitlesinin omurgasını oluşturan eski ülkücü denilebilecek MHP seçmeni profillerinin adım adım CHP’nin sosyal demokrat çizgisine doğru kaydığı anlaşılıyor. 2019 yılından bu yana iki parti arasında kurgulanan asimetrik ittifak ilişkisi doğası gereği benzer seçmen kitlesine hitap ederken Erdoğan düşmanlığı çerçevesinde birleşmesine rağmen aslında birbirlerinin en büyük rakipleri de oldukları kaygan bir zeminde ilerliyordu. Gelinen noktada ise CHP bu ittifakı İYİ Parti tabanından oy devşirerek beş yılın sonunda kendi lehine kullanabilmiş görülüyor.
CHP-DEM Parti ilişkisi ise artık bir ittifaktan fazlası olduğunu gösterdi. Artık CHP Kürt seçmen için Erdoğan’ı devirmek için bir fırsattan öte bizzat ev sahibi oldukları bir siyasal partiye dönüştü. Aynı kitlenin DEM’in aday göstermesine rağmen İstanbul’da az bir fireyle İmamoğlu’nu desteklemeleri bunu artık kanıtlar nitelikte. Bu noktada DEM ise kendi içinde yeni bir sorunsalı da taşıyor. Terör örgütü PKK’nın DEM elitleri üstünde adeta bir hiyerarşik etkiye sahip olduğu bir kez daha açık bir şekilde görüldü. Seçim süreci boyunca Kandilden gelen alçakça açıklamaların DEM’in içinde görece daha ılımlı görülebilecek kanadın karar süreçlerine etkisini minimize ettiği görülüyor.
AK Parti-MHP ittifakı ise, seçmenin yine -CHP-DEM ilişkisi gibi- birini diğerinden ayrı görmediği yeni bir düzleme geçmiş bulunuyor. Yani önceki seçimlerde AK Parti’ye tepki oylarının ilk adresi olan MHP, milliyetçi muhafazakâr seçmenin artık hesap sorduğu bir pozisyona yani iktidarın organik bir parçası haline gelmiş bulunuyor. Yani AK Parti’nin yüklendiği siyasi maliyeti artık MHP de yükleniyor. Bu noktada YRP ise MHP’nin önceki seçimlerde belli oranda yüklendiği kararsız seçmen için CHP’ye gitmeyeceğinden emin oldukları geçici bir durak pozisyonunda öne geçtiği gözlemlenebilir.
Sonuç
Bir yıl içerisinde yapılan iki seçime rakamlar üzerinden bakıldığında resim bu şekilde gelişirken seçmenin esas dertlerine yönelik de gözlemlerden bahsetmek gerekmekte. Bu seçim gösterdi ki vatandaş nezdinde seçim ekonomisi enflasyon karşısında vatandaşa bir fırsat yaratırken aynı zamanda da maliyetleri beraberinde getiriyor. EYT, emekliler ve düşük gelirlilerin talepleri gibi konular bize 22 yıllık AK Parti döneminin belki de ilk kez vatandaşa yönelik refah paylaşımında planlananın dışında hareket ettiği ve taleplerin geldiği seçmen kitlesinde bir oy hareketliliği doğurduğunu gösterdi. Ancak bu durum aslında vatandaş ve devlet arasında beklenti/kabiliyet boşluğu da yaratma potansiyeline sahip olduğu için riskliydi de. Bu durumun farkında olan AK Parti hükümeti de enflasyona karşı vatandaşı ezdirmemek için elinden geleni yaparken, yıllardır direnilen EYT meselesinde taviz vererek aslında neredeyse iki üç ayda bir yüksek sesle dile getirilen seyyanen zam veya doğrudan maaş düzenlemesi talepleriyle karşı karşıya geldi. Bu durum da devletlerin sosyal güvenlik sistemini kilitleme potansiyeline sahip bir kısır döngüye yol açabileceği için bir noktada iktidarın seçim ekonomisine daha mesafeli yaklaşmasına neden oldu. Sistemin sürdürülebilirliğinin esas olması seçim ekonomisinin dinamiklerinden vazgeçilmesi özellikle emekli maaşları konusunda beklenti/kabiliyet boşluğunu doğrudan yaratmış oldu ve bu da seçim sonuçlarıyla net şekilde görülüyor.
Seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı balkon konuşmasında artık seçim gündeminin ekonomik yükünü geride bırakıp dört sene boyunca devletin esas meselelerine odaklanmak gerekliliğini vurguladı. Bu da siyaseten AK Partinin kendi içinde seçimin muhasebesini yaparken aslında ülkede ekonomi ve güvenlik gibi hayati konularda sistemli ve yapısal hamlelerin yapılacağı yeni bir döneme de girileceğini gösteriyor. Sonuç olarak Sayın Erdoğan’ın devleti yönetmenin sorumluluğu gereği ülkeyi yerel seçimin kısır tartışmalarına hapsetmek yerine, yerel seçimi geride bırakarak seçmenin kendisine güveninin esas kaynağı olan “ülkeyi yönetebilmek” konusuna odaklanacağı anlaşılıyor.
[Muhammed Çağrı Bilir, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]