Türkiye’nin son dönemde Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığını tamamen ortadan kaldırmaya dönük kararlılığı ve bu yönde ortaya konan hamleler, bölgesel aktörlerin ilgilerini bu yöne çevirmelerine neden oldu. Son 3 ay içerisinde Türkiye’den Irak’a, Dışişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı ve MİT Başkanı seviyesinde gerçekleştirilen ziyaretler, mart ayı itibarıyla Türkiye ve Irak arasında ulusal güvenlik alanında sağlanan mutabakat ve iş birliği mesajları bu ilgiyi en üst düzeye çıkardı. Bu durum, söz konusu aktörlerden bazılarının bu harekâtı kendi çıkar ve güvenlik tanımlamaları çerçevesinde bir “risk ve tehdit” olarak yorumlamalarına yol açtı. Bununla birlikte, ilgili risk ve tehdit algısı, belirli aktörlerin bu sürece karşı geliştirebilecekleri meydan okuma potansiyelleri de bir diğer önemli hususa işaret etmekte.
Direnç Aksı: İran-PKK
Türkiye’nin öncülüğünde, Irak ordusu ve KDP ile iş birliği içerisinde PKK’ya yönelik olarak gerçekleştirilmesi planlanan terörle mücadele harekâtına karşı meydan okumanın en önemli potansiyel kaynağı olarak İran-PKK aksını işaret etmek yanlış olmaz. Yaklaşık 7 yıllık süreçte, Türkiye’nin Irak’taki terörle mücadele operasyonlarına karşı bir direnç aksı olarak işlev gören İran-PKK iş birliği bu kez kendisini daha kapsamlı bir biçimde gösterebilir. Tabi bu noktada, bugünkü iş birliğinin stratejik kodlarını anlayabilmek adına yakın geçmişe dönmek gerekiyor. İran-PKK iş birliğinin bugün sahip olduğu nitelik ve biçim, Öcalan’ın, 2008 yılında PKK’nın sözde 10. Kongresi çerçevesinde formüle ettiği “Kürt-Şii” ittifakı stratejisine dayanıyor. Buna göre Öcalan, özellikle Irak merkezli olmak üzere, İran ve PKK’nın geliştirecekleri bir ittifak ilişkisinin her iki tarafa da ciddi kazanımlar getireceğini öngörüyordu. Bu bağlamda Öcalan’ın “Kürt-Şii” ittifakı olarak ifade ettiği İran-PKK ittifakının Irak’ta Türkiye ve KDP’nin etkisini sınırlandırabileceği vurgulanıyordu.
2013 yılı ile birlikte bu stratejinin uygulanması adına Irak’ta önemli bir zemin ve fırsat yakalandı. Irak’ta DEAŞ tehdidine karşı mücadele süreci İran ve PKK’nın, 1990’lı yıllardan farklı olarak, daha kapsamlı, stratejik ve uzun erimli bir ittifak ilişkisi geliştirmesine zemin hazırladı. Bu durum Irak’ta Türkiye’nin önüne ciddi bir seddin inşa edilmesi anlamını da taşıdı. Türkiye, 2019’dan itibaren Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirdiği terörle mücadele operasyonlarında bu set ile doğrudan ve dolaylı şekilde karşı karşıya kaldı. Bugün itibarıyla ise Türkiye, Öcalan’ın “Kürt-Şii ittifakı” olarak formüle ettiği bu seddin etkisi ve işlevini asgari düzeye indirme arayışında. Elbette bu durum İran-PKK aksının bu arayışa ciddi bir meydan okuma ve direnç gösterebilme olasılığını da beraberinde getiriyor. Özetle bugün gelinen noktayı, Türkiye ve İran-PKK aksı arasında karşılıklı olarak son meydan okuma süreci olarak değerlendirmek mümkün.
Esasen benzer bir süreç 2021 yılında Sincar özelinde kendisini göstermişti. İran-PKK iş birliğinin en somut biçimde gözlemlendiği Sincar’da, İran destekli milislerin ve PKK’nın bölgeden tasfiye edilmesi ve Irak hükümeti ile IKBY’nin koordinesi altında bir otoriteye tabi olmasını öngören 9 Ekim-Sincar anlaşmasının uygulanması gündeme gelmişti. Tıpkı bugün olduğu gibi, Türkiye, Irak hükümeti ve KDP arasında gerçekleştirilen görüşmelerle, Sincar’a yönelik bir operasyon hazırlığı gündeme gelmişti. Fakat İran’ın resmi tavrı, İran destekli milislerin Sincar’a yönelik askeri sevkiyatları ve tehditkâr mesajları PKK/YBŞ ile iş birliğini yoğunlaştırması sonucunda bu operasyon bir anlamda akamete uğramıştı.
Bugün itibarıyla Sincar, iki farklı boyutta tekrar gündeme yerleşiyor. Bunlardan ilki, 2021 yılında Sincar’a yönelik benzer bir harekât girişiminin İran-PKK aksı tarafından akamete uğratılmış olmasının mikro düzeyde bir tecrübe ve örneklik olarak karşımıza çıkması. İkincisi ise Sincar’ın, İran-PKK aksının kendi çıkarlarına aykırı bir girişim olarak değerlendirdiği kalkınma yolu projesinin ve aynı zamanda PKK’yı Irak’ın kuzeyinden tamamen tasfiye etme hedefinin kilidi konumunda olması. Bu çerçevede, İran-PKK aksının Sincar özelindeki bu etkisinin, Türkiye, Irak ve KDP ortaklığıyla gerçekleştirilebilecek olan bir ortak harekâta karşı daha geniş ve çok boyutlu bir meydan okumaya dönüşebilme olasılığı mevcut. Fakat diğer yandan, İran’ın, Türkiye ve Irak ile uzlaşarak, kalkınma yolu projesinin doğrudan veya dolaylı bir paydaşı hâline gelip bu süreçte Türkiye ile birlikte hareket etme olasılığını ve seçeneğini de göz ardı etmemek gerekir.
Irak ve KDP’nin Kırılganlıkları
Üçlü iş birliği ile gerçekleştirilmesi planlanan söz konusu harekâtın paydaşlarından olan Irak ve KDP’nin de bu meydan okumalara muhatap olacağını belirtmek gerekiyor. Bu aktörlerin yapısal kırılganlıkları ise bu meydan okumalardan daha fazla etkilenme olasılıklarını artırıyor. İlk olarak Irak’ın durumu ele alındığında, Irak devlet kurumları üzerindeki İran vesayetinin ve güvenlik kurumları bağlamında kendisini gösteren zafiyetlerin ciddi riskler oluşturduğunu söylemek mümkün. Bu durum kendisini, Irak’ın PKK’yı “yasaklı örgüt” olarak kabul etme kararında gösterdi. Zira PKK’nın terör örgütü olarak kabul edilmesi beklenirken Irak daha yumuşak bir kavramı tercih etti. Bu kararın arka planında Irak güvenlik kurumlarının zafiyetleri, PKK’ya karşı net bir tavır almanın önündeki çekinceler ve elbette İran vesayeti geliyor.
Irak’ın PKK’yı yasaklı örgüt ilan etmesine rağmen, PKK’nın Sincar’da Irak’ın resmi güvenlik gücü statüsündeki İran destekli Haşdi Şabi grupları ile ortak olması ve hatta PKK/YBŞ’nin bir Haşdi Şabi bileşeni hâline gelmesi, PKK’nın Süleymaniye ve Mahmur’da faaliyetlerini ve etkinliğini “sorunsuz” biçimde sürdürmesinin yarattığı paradoks bu durumu aydınlatıyor. Bu bağlamda, İran-PKK aksından gelebilecek meydan okumaların Irak’ı daha derin bir biçimde etkileyebileceği ve bir tutum değişikliğine sevk edebileceğini akıldan çıkarmamak gerekiyor.
İkinci olarak İran-PKK aksının meydan okumalarının hedefinde olan diğer aktör ise KDP. KDP, PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında yer alması sebebiyle hem PKK’nın hem de dolaylı olarak İran’ın hedefinde. 2021 yılında Sincar’a yönelik bir operasyon olasılığı söz konusu olduğunda, Erbil’de PKK hücreleri ve İran destekli milislerin öncülüğünde yaşanan kitlesel harekette KDP binaları ateşe verilmişti. Benzer bir durum, PKK’nın bir kara propaganda projesi olarak yarattığı “Ahdi Milli Teşkilatı” tarafından Erbil ve Kerkük’te gerçekleştirilen sabotaj ve kundaklama eylemlerinde görüldü.
PKK’nın buradaki hedefi KDP’nin zor durumda kalması adına Erbil ve Kerkük’te Kürt-Türkmen gerilimi yaratabilmek. Diğer yandan KDP’nin muharip olarak olası bir harekât sürecinde yer alması; peşmergelerin bu süreçte hayatlarını kaybetmesi de “Birakujî (Kardeş Kavgası)” söylemi üzerinden KDP’ye yönelik halk desteğinin sınırlandırılması ve bir kamuoyu baskısının oluşturulması adına PKK açısından avantaj yaratabilecek bir durum ortaya çıkaracaktır.
Elbette, Irak ve KDP’nin karşı karşıya kalacakları meydan okumalardan etkilenerek tutum değiştirmeleri ise nihai olarak Türkiye’nin stratejisine olumsuz etki edecektir. Hâlihazırda Türkiye, Irak ve KDP kadar diğer aktörler de bu sürece yönelik ciddi bir hazırlık içinde. Bu süreç aynı zamanda KYB’yi ciddi bir yol ayrımına yöneltiyor. KYB, İran-PKK aksı ile iş birliği içinde olma veya Türkiye’nin güvenlik endişelerine kayıtsız kalmama arasında bir ikilem içerisinde. Son söz olarak, şu an için uzak bir ihtimal olarak görünse de bu süreçte İran ve Türkiye arasında geliştirilebilecek olan temaslar ve diyalog ortamının dengeleri değiştirebilecek bir potansiyele sahip olduğunu da belirtmek gerekiyor.