DEAŞ-Horasan (DEAŞ-H), birçok ülkede gerçekleştirdiği terör saldırıları ile son dönemde bölgesel güvenlik tehditleri arasında ön sıralara yerleşti. En somut ve yoğun şekilde Afganistan ve Pakistan’da gözlemlenen bu tehdit, 2024 yılının ilk yarısında tüm bölge için daha görünür hâle geldi. Özellikle 3 Ocak 2024 tarihinde İran’ın Kirman kentinde Kasım Süleymani Anma Günü’ne ve 28 Ocak 2024 tarihinde Türkiye’de Santa Maria Kilisesi’ne yönelik terör saldırıları, DEAŞ-H tehdidinin bölgeselleştiğini ve etki alanını genişletmeye başladığını gösterdi. Elbette bu durum bölgede DEAŞ-H tehdidine karşı kırılganlıkları da açığa çıkardı. Bu itibarla, bölgede hangi ülkenin DEAŞ-H tehdidine karşı en kırılgan durumda olduğu yönündeki sorunun yanıtı, nesnel koşullar açısından değerlendirildiğinde, İran’ı işaret etmekte. Bu durumu belirli faktörler çerçevesinde açıklamak mümkün.
Jeopolitik Faktörler
İran’ın DEAŞ-H tehdidine karşı en kırılgan ülke konumunda bulunmasına yol açan temel sebepler arasında jeopolitik ve sosyo-politik faktörlerin yanı sıra terörle mücadele stratejisinin eksiklikleri yer alıyor. Buna göre, jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde, İran’ın coğrafi konumu, DEAŞ-H tehdidini doğal bir biçimde yakınında hissetmesini beraberinde getirmekte. Zira İran, Afganistan ve Pakistan gibi DEAŞ-H’nın yoğun biçimde örgütlendiği ve faaliyet gösterdiği ülkelere komşu. Elbette bu ülkeler arasına, İran ile doğrudan sınır bağlantısı bulunmamasına karşın yakın kültürel bağlara sahip olan Tacikistan’ı da eklemek gerekir. Zira bugün itibarıyla İran içerisindeki DEAŞ-H hücrelerinde Afganistan ve Pakistan uyruklular kadar Tacikistan uyruklu kişilerin de yoğunlukta olduğu bilinmekte.
Bu bağlamda, hem Afganistan ve Pakistan ile komşuluk hem de Tacikistan ile coğrafi ve kültürel yakınlığın, DEAŞ-H militanlarının İran’a sızması için elverişli bir ortam yarattığını söylemek mümkün. Bu noktada, özellikle Taliban’ın 2021 yılında Afganistan’da iktidarı ele geçirmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan kaotik sürecin ciddi bir güvenlik boşluğuna yol açtığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. Bu durum DEAŞ-H’nin İran içinde örgütlenmesini ve sızma faaliyetlerini kolaylaştırıcı bir etkiyi ortaya çıkarıyor.
Diğer yandan, Afganistan ve Pakistan’da faaliyet gösteren dini aşırılıkçı silahlı gruplar ile DEAŞ-H arasında oluşan etkileşim de bu süreci ciddi biçimde etkilemekte. Bu bağlamda, İran’ın Suriye ve Irak’ta DAEŞ ile mücadele adına Afganistan ve Pakistan vatandaşlarını Zeynebiyun ve Fatımiyyun Tugayları saflarına katması, bu ülkelerde karşı tepki olarak dini aşırıcılığın ve İran karşıtlığının derinleşmesine ve daha radikal bir nitelik kazanmasına yol açtı. Bu durum ise DEAŞ-H ile dini aşırılıkçı silahlı gruplar arasında etkileşimi yoğunlaştırmış ve DEAŞ-H’nın etkinlik kazanmasını beraberinde getirdi.
Etnik Kırılganlıklar
İkinci olarak, İran’da bugün itibarıyla faaliyet gösteren bazı silahlı grupların ideolojik perspektifleri itibarıyla Selefi ideolojiye yakınlık göstermeleri de İran’ı iç güvenlik bağlamında DEAŞ-H tehdidine karşı daha kırılgan bir konuma sevk etmekte. Özellikle, İran’daki Arap ve Beluç silahlı grupların, ideolojik söylemlerini etnik hakların kazanımının yanı sıra dini veya mezhepsel anlatılar temelinde de şekillendirmeleri bu noktada ciddi bir zemin yaratıyor. Bu örgütlerin anlatılarında ‘Sünniliği ve Sünnileri İran’dan koruma’ söylemi, İran’ın 2014’ten bu yana Suriye ve Irak’ta izlediği politikalar ve bunun Sünni topluluklarda yarattığı kolektif mağduriyet algısının bir sonucu olarak daha fazla ön plana çıkarılmaya başlandı. Dolayısıyla bu sosyo-politik durum Arap (Ahvaz’ın Kurtuluşu için Arap Mücadele Hareketi veya Ahvaz Ulusal Kurtuluş Hareketi gibi) ve Beluç (Ceyşül-Adl veya Ensar el Furkan gibi) silahlı grupların, İran’da DEAŞ-H’nin potansiyel ortakları ve bu örgütlerin toplumsal tabanlarının da potansiyel eleman kaynağı hâline gelmesine yol açtı. Bunun somut örnekleri 2018’de İran’da Arap nüfusun yaşadığı Huzistan eyaletinin Ahvaz şehrinde askeri geçit törenine düzenlenen terör saldırısında ve yine 2018’de Sistan-Belucistan eyaletinin Çabahar şehrinde gerçekleştirilen bombalı saldırıda açıkça görüldü. Her iki saldırıda da Arap ve Beluç örgütler ile DEAŞ hücreleri arasında iş birliği olduğuna dair güçlü emareler gözlemlendi. Söz konusu saldırıları, Arap ve Beluç örgütlerle birlikte DEAŞ’ın üstlenmesi, İran’da DEAŞ hücreleri ile bu örgütler arasındaki geçişkenliği ve teması ortaya koydu. Öte yandan, İran’ın 2014’ten bu yana Irak ve Suriye’de DEAŞ’a karşı yürüttüğü mücadele ve kendisini bölgesel düzeyde “DEAŞ ile mücadelenin öncüsü” olarak sunması, bu ülkeyi hem DEAŞ-H hem de Selefi ideolojiden etkilenen diğer silahlı gruplar için ilk ve öncelikli hedef hâline getirdi.
Terörle Mücadelede Zafiyetler
Son olarak, İran’ın iç güvenlik ve terörle mücadele stratejisindeki zafiyetler, DEAŞ-H için elverişli bir ortam yarattığını belirtmek gerekiyor. DEAŞ-H, bugün itibarıyla, 2015’ten bu yana İran içerisinde örgütlenmiş olan DEAŞ hücreleri üzerinde büyük ölçüde örgütsel kontrol sağlamış durumda. Söz konusu bu hücreler İran içinde önemli bir örgütsel deneyime sahip. Bu örgütsel deneyim, DEAŞ-H militanlarının, İran’ın farklı bölgelerinde ağ yapıları oluşturabilmesine bu yapılar aracılığıyla terör saldırıları gerçekleştirebilmelerine ciddi biçimde olanak sağlıyor. Bu bağlamda, DEAŞ’ın 2017 yılından bu yana İran’da gerçekleştirdiği terör saldırıları incelendiğinde örgütün, Tahran’dan Şiraz’a, Ahvaz’dan Horasan’a ve Kirman’a kadar geniş bir örgütlenme, faaliyet ve saldırı alanı yarattığı görülebiliyor. Buna karşın, İran’ın iç güvenlik kurumlarının ve istihbarat birimlerinin, söz konusu terör saldırılarının önlenmesi noktasında gösterdikleri zafiyet, DEAŞ-H için önemli bir avantaja dönüştürülüyor.
Söz konusu tüm bu faktörlerin bileşimi, İran’ı, bölgede DEAŞ-H tehdidine karşı en kırılgan ülke hâline getiriyor. İran, 2017 yılına kadar DEAŞ tehdidiyle sınırlarının ötesinde “tehdidin İran içine taşınmasını engelleme” argümanıyla mücadele ederken, 2017 yılında, trajik bir biçimde, DEAŞ tehdidi başkenti Tahran’da karşı karşıya kaldı. Bununla birlikte, 2021 yılından itibaren komşu ülkelerde yaşanan gelişmeler de İran’ın DEAŞ-H tehdidi tarafından kuşatılmış bir hâle gelmesine yol açtı. Bu durum, İran için hem bir iç güvenlik tehdidi hem de bölgesel bir tehdit konumunda olan DEAŞ-H tehdidi ile mücadelede İran’ın zafiyetlerini gidermesi ve hatalarını telafi etmesi adına bölgesel iş birliğine daha fazla yönelme gereksinimini ortaya koyuyor.
[Dr. Çağatay Balcı, uluslararası güvenlik ve terörizm konuları üzerinde çalışan bağımsız bir araştırmacıdır.]