Geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire ziyaretiyle Türkiye-Mısır ilişkileri yeniden ön plana çıktı. İki ülke arasında on yılı aşkın bir süredir gergin seyreden ilişkilerdeki normalleşme liderler arası sıcak temas ile hızlanmaya başladı. Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el-Sisi’nin de nisan ayında Türkiye’ye yapacağı duyurulan iade-i ziyareti de iki ülke ilişkilerinin güçlenmesine önemli katkı yapacaktır.
Erdoğan’ın ziyareti sonrası hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yapılan çoğu analiz Türkiye-Mısır ilişkilerinin düzlemesi konusunda istekli tarafın Türkiye olduğu tezini işledi. Bu yaklaşımı savunanlara göre bölgenin iki önemli aktörü arasındaki ilişkileri bozan ve bu bozulmadan en büyük zararı gören de Türkiye olmuştu. Yine bu yaklaşıma göre bugün ilişkilerin düzelmesini en çok arzu eden ve ilişkilerin düzelmesinden en büyük faydayı sağlayacak olan da Türkiye’dir. Bu yaklaşım kısmen doğru olmakla birlikte Mısır’ın içinde bulunduğu koşulları dikkate almaması sebebiyle meseleyi doğru bir biçimde analiz etmekten uzaktır.
Bu yazının temel iddiası Mısır’ın son dönemde bölgede yalnızlaştığı ve Türkiye ile ilişkileri normalleştirmenin Mısır’ı bu yalnızlıktan kurtaracak en önemli faktörlerden biri olduğudur. Son yılların en önemli ekonomik krizini yaşayan, Libya, Sudan, Filistin ve Yemen gibi mücavir coğrafyasındaki istikrarsızlıklar derinleşen ve Rönesans Barajı’nın inşasıyla Nil suları üzerindeki hakları zayıflayan Mısır’ın, Körfez ülkeleri ile ilişkileri zayıflamaktadır. En köklü ilişkilere sahip olduğu Körfez ülkeleriyle bölgesel meselelere ilişkin derin görüş ayrılıkları yaşaması, Mısır’ın yalnızlaşmasına ve kırılganlığının artmasına sebep oluyor.
Mısır-Körfez İlişkileri
Arap dünyasının lider ülkesi Mısır ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkinin düzeyi, her iki aktörün ulusal çıkar ve tehdit algılamalarına ilaveten küresel siyasal atmosferdeki konumlanmalarına bağlı olarak sürekli bir değişim içinde olmuştur. 1950’li yıllarda sosyalist Arap milliyetçiliği ideolojisi üzerinden revizyonist bir dış politikaya yönelen ve Batı bloğu ile düşmanca ilişkiler geliştiren Mısır ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkiler oldukça gerilimli geçerken, 1970’li yılların ortalarından itibaren ilişkilerde ılımlı bir hava oluşmuştur. Bu dönemde Mısır’da iktidara gelen Enver Sedat’ın “infitah” (açılım) politikasıyla Mısır’ı kapitalist bloğa eklemleme siyaseti gütmesi, Mısır-İsrail barışıyla birlikte Mısır-Batı ilişkilerinin düzelmesi Mısır-Körfez ilişkilerine de olumlu yansımıştır.
Mısır-Körfez ilişkilerindeki asıl ivme ise 1979 yılında yaşanmıştır. Bu tarihte İran İslam Devrimi, Rusların Afganistan’ı işgali ve Cuheyman el Uteybi liderliğindeki bir grup Suudi vatandaşının Kâbe’yi işgali, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinde güvenlik endişelerinin artmasına sebep olmuştur. 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle Körfez’in güvensizliği algısal düzeyden olgusal bir gerçeğe dönüşmüştür.
Körfez ülkeleri, algıladıkları güvensizlikle baş edebilmek için Mısır’ı Körfez güvenlik mimarisinin bölgesel düzeydeki temel aktörü olarak konumlandırmayı seçmiştir. 1973 yılında yaşanan petrol ambargosuyla çok büyük ekonomik güce kavuşan Körfez ülkeleri Mısır’ı Körfez güvenlik mimarisinin bölgesel düzeydeki temel aktörü olarak konumlandırabilmek için “çek defteri” politikasını etkili bir biçimde kullanmıştır. Bu dönemde yeni yeni liberal ekonomi politikalarına yönelen ve ülkeye yabancı sermaye çekme konusunda hevesli olan Mısırlı yöneticilerin çek defteri politikasına yaklaşımı son derce olumlu olmuştur. Mısır’ın, Levant ve Kızıldeniz’deki İran etkisini sınırlayabilecek yegâne aktör olarak ön plana çıkması, Mısır’ı Körfez güvenliğinin vazgeçilmez unsuru hâline getirmiştir. Körfez güvenliğinde sorumlulukları artan Mısır, hükümet yardımı, işçi dövizi ve yatırım şeklinde devasa Körfez fonlarını ülkeye çekmeyi başarmıştır.
Mısır-Körfez İlişkilerinde Gerilimler
Uzun yıllar güvenlikten ekonomiye çok geniş bir yelpazede oldukça yüksek düzeyli bir ilişki sürecine rağmen son yıllarda Mısır-Körfez ilişkilerinde önemli gerilimler ortaya çıkmaya başladı. 2020’li yıllardan itibaren değişen küresel ve bölgesel siyasal atmosfer her iki aktörün vizyonları arasındaki makasın daha da açılmasına yol açtı.
Son dönemde gerginleşen Mısır-Körfez ilişkilerindeki kırılmayı 2015 yılındaki Yemen müdahalesine kadar götürebiliriz. Önemli ölçüde Pakistan’ın ve Mısır’ın kara gücüne güvenerek Yemen’e yönelik askeri müdahale kararı alan Körfez ülkeleri savaşın ilerleyen kısmında Mısır’ın Yemen savaşına katılmakta gönülsüz davranmasıyla hayal kırıklığına uğradılar. Bu gelişmeyle birlikte Mısır’ın Körfez güvenlik mimarisindeki etkili rolü yüksek perdeden tartışılmaya başlandı.
Son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ın Kızıldeniz’e yönelik politikaları da Mısır’da önemli bir gerilime yol açmaktadır. 2016 yılında Akabe Körfezi’nin girişindeki iki stratejik adanın (Tiran ve Sanafir) Suudi Arabistan tarafından Mısır’dan devralınması, Akabe Körfezi’nden Süveyş Kanalı’na İsrail topraklarından geçen paralel bir kanal açma girişimi, Suudilerin Kızıldeniz sahiline büyük bir turizm şehri kurma planları ve BAE’nin Bab el-Mendeb Boğazı girişindeki Haniş Adaları ve Sokotra Adası’ndaki faaliyetleri bu gerilimin en önemli gerekçeleri olarak sayılabilir.
Körfez ile Mısır arasındaki gerilimin en yoğun yaşandığı alan hiç şüphesiz Filistin meselesidir. Filistin meselesi konusunda aktörler arasında yaşanan gerilimin iki boyutu bulunmaktadır. İlk olarak Körfez ülkeleri Filistin meselesinde Mısır’ı dışlayan çözüm önerilerine daha sıcak bakmaktadır. Özellikle ABD Başkanı Donald Trump döneminde ortaya atılan, ABD-Körfez uzlaşısıyla olgunlaşan ve Gazzelileri Sina’ya sürmeyi de içeren “Yüzyılın Barışı” planı Mısır’ın Filistin meselesinde yaşadığı dışlanmışlığın en önemli kanıtıdır. İkinci olarak 2020 yılında Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesiyle Mısır İsrail karşısında yalnızlığa itilmiştir. Mısır’ın İsrail karşısındaki bu yalnızlığı İsrail’in tüm Filistin coğrafyasında soykırım ve etnik temizliğe varan suçlar işlediği süreçte daha bariz bir biçimde hissedilmektedir. İsrail’in tüm Filistin’i bir savaş alanına çevirdiği ve Gazzelileri Sina’ya sürme planları yaptığı son aylarda Körfez ülkelerinin anlamlı bir biçimde sessiz kalması “Yüzyılın Barışı” projesinin Körfez ülkeleri tarafından hâlâ desteklendiği şeklinde yorumlanabilir.
Mısır-Türkiye ilişkilerinde gelinen noktayı ve ilişkinin geleceğini doğru analiz etmek için bu siyasal konjonktürü ve Mısır’ın içinde bulunduğu yalnızlığı hesaba katmak lazım. Mısır-Körfez ilişkilerinde önemli gerilimlerin yaşanması sonucu Mısır’ın bölgesel düzlemde yalnızlaştırıldığını ve Mısır’ın bu yalnızlıktan kurtulma çabasında Mısır-Türkiye ilişkilerinin onarılmasının önemli olduğunu söyleyebiliriz. Bugün Filistin meselesinde Kahire’nin duruşuna Dubai-Riyad eksenin duruşundan daha ziyade Ankara’nın duruşu daha yakındır. Gazzelilerin Sina’ya sürülmesi siyasetine en yüksek perdeden tepki veren ülkenin Türkiye olması Filistin meselesinde Mısır ve Türkiye’nin tezlerinin önemli ölçüde paralel olduğunu ortaya koyuyor.
[Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.]