Denge Siyaseti ve Gerçekçi Dış Politika | II

Türkiye’nin Filistin Meselesindeki Tutumu

Bir önceki yazıda İsrail’in ekonomik ve askeri kapasitesinden ve özellikle nükleer savaş başlıklarına yaptığım vurgudan Filistin’deki Siyonist işgalin ebediyete kadar bu hâliyle devam edeceği ve zulmünün hiçbir engel olmadan süreceği anlamı çıkmamalı. Fakat Filistinlilerin muhatap olduğu Siyonist işgalin tarihte benzerine az rastlanan bir işgal olduğunun, Siyonist lobilerin egemen Batı düzeni ile kurduğu ilişkiler neticesinde Filistinlilerin sıradan bir düşmanla muhatap olmadığının vurgulanması gerekiyor.

Türkiye’nin ekonomik ve askeri kapasitesine bakacak olursak İsrail ile Filistin üzerinden bir çatışmaya girmesinin bu konjonktürde rasyonel olmadığı çok net olarak söylenebilir. Bunun da ötesinde çatışmayı bölgeselleştirecek olan böyle bir gelişmenin, İsrail’in güvenliğini kendi güvenlikleri ile özdeşleştirmiş olan ABD ve Batılı diğer müttefikleri fiilen çatışmanın içerisine çekeceği de açıktır.  Böyle bir senaryo her şeyden önce kendi üzerindeki baskıyı azaltmak isteyen İsrail’in işine gelecektir.

Bunlardan çok daha büyük bir tehdit unsuru ise İsrail’in sahip olduğu nükleer savaş başlıklarıdır. Gazze’de insanlık ve uluslararası hukuk namına hangi kırmızı çizgi varsa hepsini tek tek çiğneyen ve benzerine az rastlanır bir soykırımın faili olan İsrail’in olası bir çatışmada Türkiye’ye karşı nükleer silah kullanmayacağı sanrısına kapılmak büyük bir felaketin kapısını aralayabilir.

Türkiye’nin İsrail ile askeri çatışma veya başka bir düzeyde karşı karşıya gelmesini sosyal ve ekonomik yönleri ile de tahlil etmek mecburidir. Türkiye’nin İsrail ile bir şekilde sıcak bir çatışmaya girmesi durumunda hem toplumsal hem de ekonomik anlamda ne gibi zorluklar içerisine girebileceği hakkında fikir edinmek isteyenler, Türkiye’nin yanı başında gerçekleşen ve Türkiye’yi doğrudan etkileyen Suriye iç savaşında gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonlar sonucu yaşananlara bakabilir.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli ulusal güvenlik tehdidi olan Suriye’nin kuzeyindeki PKK varlığına yönelik Türkiye’nin yaptığı sınırlı operasyonların hem içeride hem de uluslararası arenada ne tür tepkilerle karşılaştığını hep beraber müşahede ettik. Türkiye açısından yanı başında Orta Doğu’da ikinci bir İsrail’in kurulmasının önlenmesi en acil ve öncelikli güvenlik ve dış politikası meselesidir.

Suriye’de bulunan ABD, Rusya, İran gibi aktörlerin PKK’yı desteklemesi bu dış aktörler ve onların içerideki uzantıları tarafından Türkiye’de yayılan “Ne işimiz var Suriye’de?”  söylemi çerçevesinde inşa edilen toplumsal muhalefet nedeniyle Türkiye’nin Suriye’de bir  PKK devletinin kurulmasını engelleme hedefinin hâlen başında olduğunu belirtmememiz gerekir.

Bundan dolayı bu hedefe matuf olarak Suriye’de yaptığımız her operasyonu büyük bir hassasiyetle yapmak, dengeleri korumak, içeride ve dışarıda en uygun zamanı kollamak mecburiyetinde kaldık. Eğer Türkiye’yi Filistin meselesinde bencil olmakla itham eden varsa Suriye’nin kuzeyinde yaşanan gelişmeleri ve Türkiye’nin karşı karşıya olduğu zorlukları tekrar gözden geçirmelidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Gazze politikası nedeniyle eleştirenlerin de birincil hedefi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı düşürmek olan 7 Şubat Mit Krizi, 17-25 Aralık Operasyonları, Gezi Parkı olayları ve 15 Temmuz darbesinin asıl planlayıcılarının kim olduğuna; FETÖ’yü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üstüne hangi ülkenin gönderdiğine bakabilir.

Filistin Meselesine Gerçekçi Bir Yaklaşım

İslam dünyasının Filistin’i özgürleştirmek için şikâyet etmek, kendi kendini aşağılamak ve utancından içine kapanmaktan daha fazlasına ihtiyacı var. İslam dünyasının kendisine yakışır bir öz güven eşliğinde meseleleri tahlil edip kısa, orta ve uzun vadeli planlamaların ve faaliyetlerin içerisine girmesi gerekiyor.

Yazının konusunun Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan olmasının ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin meselesinde takındığı tavrın Türkiye açısından olması gereken siyaset biçimi olduğunun anlatılmasının nedeni, bazı samimi insanların izledikleri rotanın ve takındıkları tavrın siyaseten yanlış olduğunu düşünmem sebebiyledir. Eğer samimi bir şekilde Filistinlilerin kurtuluşu için bir şeyler yapmak istiyorsak, içinde bulunduğumuz musibetin doğru tahlil edilmesi için sabır ve metanet içerisinde hareket etmeli, soğukkanlı ve akl-ı selim bir şekilde çaba göstermeliyiz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öfke ve eksik bilgiler eşliğinde haksız bir şekilde hedef tahtasına koymak ne Filistinlilerin acılarını dindirecek ne de İsrail’in yara almasına yol açacaktır. Aksine, siyasi anlamda en zayıf olduğu bir dönemde, partisi kapanmaktan son anda kurtulmuş, askeri cunta ve yargı peşine düşmüş bir durumda olmasına rağmen, yerleşik dünya düzeninin en önemli platformlarından birinde, Davos’ta, İsrail Cumhurbaşkanı’nın yüzüne “öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” sözlerini söylemesi nedeniyle Siyonistlerin hedef tahtasına oturmuş bir liderin içeride zayıflamasına yol açmak İsrail’in sevinmesine sebep olacaktır.

Son olarak, kitlelere hitap eden, kendilerini takip eden binlerce insana seslenen hocaların da bu konuda daha hassas davranmaları gerektiği kanaatindeyim. Filistin meselesinde içinde bulunduğumuz acziyeti sürekli vurgulamanın Müslümanları ümitsizliğe ve yılgınlığa sürüklediğini ve sonuç olarak Filistin hassasiyetinin zayıflamasına yol açtığını düşünüyorum. Unutmayalım ki Müslümanların ve hatta tüm insanlığın karşısında bulunduğu tehdit sıradan bir tehdit değil. Kökleri belki yüzlerce yıl öncesine dayanan mevcut dünya düzeninin ve güç dengesinin değişmesinin sancısız geçmesini beklemek en basit tabirle saflık olur.

[Ayhan Sarı, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu