Suudi Arabistan’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarındaki rolünü ve tepkilerini dış politikaları bağlamında analiz etmek, İsrail-Filistin çatışmasının psikolojik boyutlarını derinlemesine anlamayı gerektirmekte. Bu çatışma hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin davranış ve tutumlarını şekillendiren hedeflerin meşruiyetine ilişkin toplumsal inanç ve algılarda derin köklere sahip. Bu doğrultuda, aşağıda psikolojik temelleri ve potansiyel siyasi yapıları inceleyerek, Suudi Arabistan’ın bu karmaşık jeopolitik senaryoya katılımı ve tepkilerinin ele alınması hedeflenmekte.
Jeopolitik Dinamikler: İran ve Bölgesel Güç Mücadeleleri
Suudi Arabistan’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ilişkin duruşu ve stratejileri, dış politikaları ve bölgesel dinamikler çerçevesinde değerlendirilmesi gereken önemli bir husus. Suudi Arabistan ve İsrail arasında üst düzey temaslar ve ortak kaygılarla gelişen ilişki, normalleşmeye doğru potansiyel bir kaymayı yansıtıyor. Bu değişim, özellikle İran gibi ortak düşmanlara karşı ulusal güvenlik zorunlulukları ve daha geniş bölgesel bağlamdan etkilenmektedir. İsrail-İran siber savaşı gibi çatışmaların ve güvenlik tehditlerinin etkisi, Suudi Arabistan gibi ülkelerin karşı karşıya olduğu kırılganlıkların ve sağlam siber güvenlik önlemlerine duyulan ihtiyacın altını çiziyor. Dahası, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki Kararlılık Fırtınası Operasyonları gibi bölgesel çatışmalara müdahaleleri, jeopolitik rekabetler ve özellikle İran’dan gelen tehditlere tepki olarak bölgesel hegemonya arayışından ileri geldiği tahmin edilmekte. Bu karmaşık dinamikleri anlamak, Suudi Arabistan’ın dış politika kararlarını ve Orta Doğu’daki çatışmalara karşı reaksiyonlarını anlamak açısından oldukça önemli.
Suudi Arabistan, ulusal güvenlik gerekliliklerinden hareketle İsrail ile yakınlaşma işaretleri veriyor. Bu değişim, Suudi ve İsrailli yetkililer arasında yapılan ve ortak zorluklara ve potansiyel iş birliğine işaret eden üst düzey görüşmelerle kendini göstermektedir. Tarihsel çekincelere rağmen, son göstergeler Suudilerin İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye ilgi duyduğunu işaret ediyor. Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki ilişki, özellikle İran gibi ortak düşmanlara karşı koymada bölgesel güç dinamikleri üzerinde etkilere sahiptir. İsrail-İran siber savaşının Arap bölgesel güvenliği üzerindeki etkisi, İran’ın bu tür tehditlerin önemli bir kaynağı olmasıyla birlikte Suudi Arabistan gibi ülkelerin siber saldırılara karşı savunmasızlığının altını çizmektedir.
Suudi Arabistan’ın Filistin-İsrail çatışmasındaki pozisyonu, derinlemesine diplomatik, bölgesel ve uluslararası etkenlere dayanmaktadır. Arap ve İslam dünyasının önde gelen ülkelerinden biri olarak Suudi Arabistan, iç dinamiklerinin de etkisiyle Filistin meselesine özel bir önem atfediyor. Tarih boyunca Filistinlilere hem maddi hem de diplomatik destek sağlamış ve İsrail’in politikalarına karşı çıkmıştır. Bu bağlamda, 2002 Arap Barış Girişimi’ni başlatan önemli aktörlerden biri olmuştur.
Son yıllarda Suudi dış politikası, bölgesel güvenlik, İran’ın etkisi ve ulusal çıkarlar ekseninde şekillendi ve İsrail ile ilişkilerde daha açık bir tutum sergilemeye başladı. Yetkililer, bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına yönelik desteklerini sürdürdüklerini belirtmişlerdir.
2023 Ekim ayında başlayan ve hâlâ devam eden İsrail’in Gazze saldırıları, Suudi Arabistan’ın çatışmaya bakışı ve çözüm önerileri, bölgesel dinamikler ve uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler ışığında değerlendirilmelidir. Suudi Arabistan’ın modernizasyon girişimleri ve bölgesel liderlik iddiası bu süreçte Rejimin konumunu belirleyen önemli bir etken olmuştur.
Suudi Arabistan’ın Filistin-İsrail Çatışmasındaki Rolü ve Diplomatik Tutumu
Suudi Arabistan’ın tutumuna genel olarak bakıldığında Filistin halkının haklarını desteklemeyi ve iki devletli çözümü savunmayı içerdiği görülüyor. Bu çözüm, 1967 sınırlarına dayalı, Doğu Kudüs’ün başkent olduğu bağımsız ve egemen bir Filistin devletini öngörmektedir. Suudi Arabistan, uluslararası toplumun çabalarını ve Arap Barış Girişimi’ni desteklediğini belirtmiştir.
7 Ekim’deki Hamas saldırıları sonrasında İsrail’in Gazze’ye yönelik eylemleri, Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini yeniden değerlendirmesine yol açtı. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, İsrail’e silah ihracatını durdurma çağrısında bulundu, bu da normalleşme sürecinin durakladığı yorumlarına neden oldu. Uluslararası Kriz Grubu analisti Anna Jacobs’un ifadelerine göre, İsrail’in Gazze’deki eylemleri Suudi kamuoyu ve Arap dünyasında büyük tepkilere yol açtı. Bu durumda da Riyad’ın normalleşme sürecine yeniden başlaması siyasi riskler taşıyor. Bu risklerin farkında olan Riyad yönetimi normalde siyasi düşünceleri içeren içerikleri yasaklamasına rağmen İsrail’e yönelik eleştirileri sosyal medyada yasaklamadı. Ayrıca bu süreçteki niyetini sadece kendi halkına değil Arap dünyasına da göstermek isteyen Suudi Arabistan, bir Arap-İslam zirvesi düzenleyerek kamu diplomasisinde aktif bir rol üstlendi. Zirvede, İsrail’in askeri operasyonlarına son verilmesi ve iki devletli çözüm çağrısı yapıldı.
Suudi Arabistan’ın İsrail ile İlişkilerini Yeniden Değerlendirme Süreci
Suudi yönetimi, halkın tepkileri ve ABD ile olan normalleşme süreci arasında denge kurmak için çaba gösteriyor. İsrail ile normalleşme sürecinin hızlandırılması hem bölgesel güvenlik hem de Suudi Arabistan’ın uluslararası konumunu güçlendirmeye yönelik stratejik önem taşımakta. Riyad’ın 2024 seçimleri öncesinde ABD ile yapmayı planladığı savunma anlaşmaları ve sivil nükleer programını geliştirme girişimleri, bu dengeleme stratejisinin önemli parçalarıdır. ABD Başkanı Joe Biden’ın, bölgede dış politika zaferi elde etme arayışı da Suudi Arabistan’ın dış politika manevralarını etkileyebilir.
Sonuç olarak, Suudi Arabistan’ın Filistin-İsrail çatışmasındaki tutumu hem tarihi bağlılıklarını hem de mevcut bölgesel ve uluslararası gerçeklikleri göz önünde bulundurarak dinamik bir yaklaşımı yansıtmakta. Barışçıl bir çözüm arayışı ve bölgesel istikrarın korunması, Suudi dış politikasının temel unsurları arasında yer alırken, ulusal çıkarlar ve bölgesel liderlik iddiası da bu politikanın şekillenmesinde belirleyici konumda. Riyad yönetiminin gelecekteki politikası hem iç dinamikler hem de uluslararası ilişkilerdeki değişimler tarafından şekillendirilmeye devam edecektir.
ABD ile İlişkiler ve İsrail Normalleşme Süreci: Dengeleme Stratejisi
Bu kompleks durum, Suudi Arabistan’ın dış politikasının sadece geçmişteki tarihi bağlılıklarına değil, aynı zamanda gelecekteki vizyonlarına, bölgesel ve uluslararası arenadaki stratejik hedeflerine de bağlı olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki dönem, Riyad’ın çeşitli çıkarlar arasında nasıl bir denge kuracağını ve Filistin-İsrail çatışmasında nasıl bir rol oynayacağını daha da belirginleştirecektir. Bu dengeleme, sadece Suudi Arabistan’ın iç politikasını değil, aynı zamanda bölgesel ve global düzeydeki diplomasi sahnesini de etkileyecek bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
[Dr. Sibel Bülbül Pehlivan, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]