İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonunu bahane olarak kullanan İsrail dört ayı aşan bir süredir tüm Filistin coğrafyasında orantısız bir şiddet uygulayarak bölgeyi bir savaş alanına çevirdi. Modern silahlarla donanmış İsrail ordusu başta Gazze Şeridi olmak üzer tüm Filistin coğrafyasında tarihin gördüğü ve görebileceği en vahşi saldırılarını gerçekleştirirken Filistin’de bilanço her geçen gün ağırlaşıyor. Otuz bine yaklaşan ölü sayısı, on binlerce yaralı, açlık ve susuzlukla mücadele eden iki buçuk milyon insan… İsrail’in, bir taraftan daha önce güvenli alan olarak ilan ederek Filistinlileri göçe zorladığı ve nüfusu bir buçuk milyona ulaşan Refah kentine saldırıları yoğunlaştırması diğer taraftan Lübnan sınırına yığınak yapmaya devam etmesi İsrail’in nerede duracağı sorusunu akla getirmeye başladı.
Geçtiğimiz günlerde Filistin meselesine değindiği bir toplantıda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın sarf ettiği “İsrail’i durdurmanın en kestirme yolu İsrail’in karşısına onu dengeleyebilecek bir güçle çıkmaktır” şeklindeki sözleri Filistin meselesinin bugününü anlamak açısından son derce önemlidir. Bu yazının temel iddiası İsrail’in soykırım ve etnik temizliğe varan savaş suçlarını pervasızca işlemesinin ve tüm Levant coğrafyasını bir şiddet sarmalına sürüklemesinin temel sebebinin bölgede son dönemde yaşanan “eksen kayması” olduğudur. Bu “eksen kayması” sayesinde Orta Doğu coğrafyasının ağırlık merkezi Levant’dan Körfez’e kaymıştır. Bölgenin ağırlık merkezinin Mısır gibi bir aktörden Körfez’e doğru kayması İsrail’in manevra alanını genişleten sonuçlar üretmiştir.
Bölgenin Geleneksel Ağırlık Merkezi Olarak Mısır
Mısır tarihsel olarak Orta Doğu bölgesinin merkezi bir ülkesi olmuştur. Hem İslami dönemde hem de İslam öncesi dönemde bölgede liderlik rolü oynamış bölgenin pivot ülkesidir. Mısır’ın bölgede oynadığı liderlik rolünün askeri, demografik, jeopolitik ve entelektüel gerekçeleri bulunmaktadır.
Öncelikle Mısır tarihsel olarak engin bir askeri tecrübeye ve köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Antik çağlardan günümüze kadar bölgede askeri liderlik rolü oynayan Mısır, modern dönemde de bu rolü oynayabilecek askeri endüstriyel kapasiteye sahiptir. Bağımsızlığını kazandığı II. Dünya Savaşı sonrası İsrail’le girdiği çok sayıda çatışma ve Yemen iç savaşına yönelik askeri müdahalesi Mısır ordusuna benzersiz bir savaş tecrübesi kazandırmıştır. Bugün Mısır ordusu Arap dünyasının açık ara en güçlü ordusudur.
Ülkenin ikinci en önemli avantajı demografik faktörlerdir. Ülke yüz on milyona yaklaşan nüfusuyla Arap dünyasının en kalabalık nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. Arap dünyasının en iyi eğitim sistemine sahip olan ülkedeki bu demografik yoğunluk önemli bir avantaj kaynağıdır. Genç, gelişmeye açık ve yetenekli bir demografi Mısır’ı bölgede ön plana çıkarmaktadır. Bugün başta Körfez ülkeleri olmak üzere Mısırlı yetenekli uzmanlar tüm bölge genelinde eğitim sektöründen sağlığa, inşaattan güvenliğe çok geniş bir yelpazede başarılı faaliyetlere imza atmaktadır.
Ülkenin en önemli üçüncü avantajı eşsiz jeopolitiğidir. Kızıldeniz ve Doğu Akdeniz’e hâkim coğrafyası ve dünyanın en önemli su yolu olan Süveyş Kanalı’nı kontrol ediyor olması Mısır’a çok büyük jeopolitik avantajlar kazandırmaktadır. Ülke doğu-batı ticaretinde en kısa yol olan Süveyş’e ilaveten Kızıldeniz sahilinde eşsiz bir turizm destinasyonu işlevi görmektedir. Ülkenin antik çağlardan itibaren sahip olduğu zengin kültürel varlıkları dünya turizmi açısından Mısır’ı ön plana çıkarmaktadır.
Son olarak bölgenin en kaliteli eğitim sistemine, yetenekli genç bir nüfusa ve Ezher Üniversitesi gibi köklü bir eğitim kurumuna sahip olması Mısır’ı bölgenin ve daha geniş ölçekte Sünni dünyanın “akademik merkezi” haline getirmiştir. Ezher Üniversitesi’nin eğitim kalitesi tüm bölge sathında lisans ve lisansüstü eğitim almak isteyen genç ve yetenekli öğrencileri Mısır’a çekmektedir.
Askeri, demografik, jeopolitik ve entelektüel gerekçelerle bölgenin merkezi ülkesi olan Mısır’ın “ana ulusal düşmanı” kurulduğu günden beri İsrail olmuştur. Bu durum Mısır, İsrail’i ilk tanıyan ve İsrail’le ilk anlaşma imzalayan Arap ülkesi olmasına rağmen böyledir. Uzun yıllar İsrail’i askeri sahada dengeleme ve bölgeyi sömürgeci güçlerin işgalinden kurtarma siyaseti Mısır dış ve güvenlik politikasının en önemli gündemi olmuştur. Bundan dolayı tarih boyunca Mısır, Filistin meselesinin en önemli aktörü olmuştur.
Arap Baharı Sonrası Yaşanan “Eksen Kayması”
Arap Baharı süreciyle birlikte bölgede “eksen kayması” meydana geldi. Sokak hareketleri sürecinde Suriye, Yemen ve Libya’nın iç savaşa düşmesi, Mısır’ın yaşadığı askeri darbe ve yönetim değişikliği bu eksen kaymasının en önemli sebebi olarak sayılabilir. Netice itibarıyla Arap Baharı’nın başladığı 2010 yılından günümüze kadar geçen sürede bölgenin en önemli gücü olan Mısır askeri ve ekonomik açıdan zayıflamıştır.
2000’li yılların başlarından itibaren yüksek seyreden petrol fiyatlarının sağladığı astronomik gelirlere ilaveten sokak hareketlerinin Körfez bölgesine çok fazla uğramaması Körfez’in iki önemli gücü olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan’ı Orta Doğu bölgesinin ağırlık merkezi haline getirdi. BAE ve Suudi Arabistan’ın bölgesel meselelerde ve Filistin meselesinde artan ağırlığı Filistin meselesinin seyrini önemli ölçüde değiştirdi.
Körfez ülkelerinin Mısır’ın sahip olduğu askeri endüstriyel kapasiteye, demografik ve jeopolitik avantajlara sahip olmamasına ilaveten bu ülkelerin İsrail ve ABD ile iyi geçinmek için bölgesel statükoya olan bağlılığı Filistin meselesinin bu ülkeler nezdindeki önceliğini sonlandırmıştır. Kendi rejim güvenlikleri ve toprak bütünlükleri için ABD ile yakın işbirliği geliştirme zorunluluğu ve bu ülkelerin çözümü askeri güce dayanan her gerilimde sonuç üretme kapasitelerinin zayıf olması İsrail’in manevra alanını genişletmiştir.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın da ifade ettiği gibi İsrail’in sınırlanabilmesi ve Filistinlilerin hukukunun korunabilmesi ancak güçle mümkün olacaktır. Arap Baharı sürecinde Orta Doğu bölgesinde yaşanan eksen kaymasıyla bölgenin ağırlık merkezinin askeri, demografik ve jeopolitik avantajlara sahip olan Mısır’dan petrol gelirlerine bağlı ekonomik avantajlara sahip olan Körfez’e doğru kayması bölgede İsrail’in dengelenememesi sonucunu doğurmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in bir taraftan Refah kentine saldırılarını artırdığı diğer taraftan Lübnan sınırına kuvvet yığdığı bir dönemde Mısır’a gidiyor olması oldukça önemli. Orta Doğu bölgesinin en önemli iki aktörü olan Türkiye ve Mısır ilişkilerinin yakınlaşması Filistin sorununun çözümünde önemli katkı sağlayabilir. Aynı zamanda bu yakınlaşma çoğu Arap ve Körfez ülkesi tarafından İsrail karşısında yalnız bırakılan ve Kızıldeniz, Afrika Boynuzu ve Libya gibi istikrarsızlık alanlarıyla çevrelenmiş Mısır’ın elini güçlendirecektir.
[Dr. Necmettin Acar, Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır.]