Gazeteciliğin temel prensiplerinden biri olan soru sormanın yerini, zaman zaman sorguya çekmeye bıraktığı bir vasattayız. Kimi haberciler televizyon stüdyolarını kimileri ferdi platformlarını, bazılarıysa kendileri için ayrılan gazete sütunlarını hesap sormaya hasretmiş görünüyor. Bu mesele, üzerine eğilmeyi gerektiren, dengesini henüz bulamamış bir vaziyette öylece duruyor.
Politik gündemi azalmayan bir ülke için haberciliğin ehemmiyeti tartışılmaz. Kitlelerin her birine değen tarafıyla meydana gelen gelişmeler bir merakın konusu, takip edilmesi icap eden süreçlerin hasılası olarak hep dikkati çeker. Bu sadece haber alma hakkının kullanımı değil, aynı zamanda politik-coğrafi bir gereklilik mesabesinde kültürel bir durumu ifade eder. Dolayısıyla coğrafyanın belirlediği dinamikler, haberciliğe de haber tüketiciliğine de sirayet eder. Böyle bir zeminde yapılan gazetecilik kolay değildir, kabul edelim.
Zor bir bölgede, kriz alanlarının, çekişmeli meselelerin sürgit devam ettiği, çeşitliliğin membaı olan ülkemizde gazeteciliğin seyri, üzerine kafa yormaya değer unsurlar barındırıyor. Genelde medya özelde de habercilik deyince yakın döneme dair akla neler gelmiyor ki. Manşetlerle hükümetlerin kurulup devrilmesinden, kirli sermaye ilişkilerinin medya kuruluşları üzerinden aklanmasına, sivil-asker dikotomisinde güce göre vaziyet almaktan, hayat tarzı dayatan bir aparat olarak kullanılmasına hatta yerleşik sosyal kodlara karşı savaş enstrümanına dönüşmesine değin onlarca sarsıcı başlık. Bu başlıklar ve daha fazlasıyla habercilik, mevcudiyetinden ziyade haber merkezlerinin tavrıyla, editöryal yaklaşımların kamuoyu önündeki temsiliyle hep münakaşa konusu oldu tabiatıyla.
Aktarma ile Yargılama Arasında Habercilik
Düşe kalka da olsa kurumsal habercilik mecraları ülkemizde varlığını devam ettiredursun bir yandan da tekilleşen yeni medya düzenine intibak etmeye çabalıyor. Eskinin alışkanlıkları ile yeninin dinamizmi ve tekilliği arasındaki gerilim, haberciliğin asli ilkelerini de tesiri altına alıyor. Yoğunlaşan politik söylemlerin, aşırı yorumların arasında habercilik, nakil ile yargı sarkacında deveran edip duruyor.
Bilindiği üzere haberciliğin alamet-i farikası soru sormaktır. Haberci, yerinde ve nitelikli soru sorarak hadiseyi anlayan ve aktaran kişidir. Sorulara alınacak cevaplar marifetiyle olayların karanlık tarafları aydınlığa ulaştırılmaya çalışılır. Farklı kaygılar habercilerin olaylara yaklaşımında belirleyici rol üstlense de işler her zaman doğru istikamette seyretmese de en azından ideal olan budur: Doğru kişilere doğru sorular sormak ve alınan cevapları nakletmek. Peki ya sigaya çekmek haberciliğin neresine düşer? Dahası kim bu muameleye niye katlanır? Konuyu daha da somutlaştırarak irdelemeyi sürdürelim.
Seçimlerde, alabildiğine sinir uçlarını hedef alan yayınlar yapılması memleketin geleneğidir. Evet, her haber mecrası kendi duruşunu, hakikatin hilafına da olsa, yansıtmak üzere kurgular. İşlenen konulardan, konuşturulan kişilere, tercih edilen jargondan meselenin tefsir edilme biçimine kadar hiçbir husus şansa bırakılmaz, gergef gergef işlenir tabiri caizse. Maksat hasıl olana kadar da böyle sürer yayınlar. Maksat bazen rakibi yıpratmak bazen ise kendi taraftarlarını konsolide etmek olabilir. Böylesi bir iklimde haberciler siyasilerin yanı başından ayrılmadığı gibi siyasilerin de işine gelir bu. Kendilerini tanıtmaya, argümanlarını anlatmaya en çok ihtiyaç hissettikleri zamanlardır bu zamanlar.
Haberciliğin İlkeleri Nelere Kurban Ediliyor?
Şüphesiz seçimlerin hayatiyet arz ettiği ülkemizde mesele hiçbir zaman sadece ‘hizmet yarışı’ olmadığı için politik çekişmeler, ideolojik çatışmalar, geçmiş dönemlere ilişkin uygulamalar bir bir serilir gözler önüne. İthamlar cevapları, sert mesajlar tepkileri izler. Haberciler de burada hem ideolojik hem de editöryal olarak bir tercih yapar çoğu zaman. Esasen baştan bellidir bu tercihler. Buraya kadar herhangi bir sorun yok. Zira haberciler de haber mecraları da elbette siyasi ve editöryal yönelimlerine göre hareket edebilirler. Fakat kantarın topuzu kaçmamalı.
Her meslekte olduğu gibi habercilikte de birtakım hususiyetler, birtakım prensipler caridir. Meslek ilkeleri diye özetlenebilecek bu unsurlar, genel çerçeveyi ve ölçüleri tayin etmesi bakımından önem taşır. Her ne kadar bunlardan bir kısmıyla alakalı yenilenme ihtiyacının hasıl olduğu vakitler yaşasak da asgari müşterekte söz konusu ilkeler, haberciliği ‘doğru dürüst’ yapmak gibi kaygılar üzerine bina edilmiştir. Bu prensiplere riayet haberciyi tetikçi olmaktan alıkoyar. Politik ve yayın anlayışı alanındaki farklılıkların etrafını nezaketle ören prensipler, haberciye de ister istemez bir zarafet kazandırır. Zira onun işi soru sormaktır. Şahsi fikri farklı olsa bile doğrunun peşindeki kişi olarak münakaşaya girmez, cevabını alınca işini yapmış olur.
Vasıflı sorular kadar nezaket ve zarafetin vazgeçilmez yer işgal ettiği habercilikte bugün temel parametreler hayli örselenmiş hatta bazı mecralarda terk edilmiş görünüyor. Son iki seçimde, habercilik adı altında kimi siyasetçilerin sıkıştırılmasına, aldıkları kararlardan vazgeçirilmesine dönük yayınlar yapıldı. Evet, bir kısım haberciler mesleklerinin verdiği yetkileri istismar edercesine soru sormak adı altında savcılığa soyundu. Sert soruları da aşan bir biçimde muhataplar açıkça darlandı, özgür iradeleri hiçe sayıldı. Gerçek sorular değildi bunlar. Ya sonuna soru işareti koyamayacağınız sözde soru cümleleriydi yahut bildiğimiz anlamda sigaya çekmekti yaptıkları. Üstüne üstlük, efkar-ı umumiyeye şamil insanlar da bu hesabi muameleye tabi tutulmaktan pek şikayetçi gözükmediler. Çünkü reklamın iyisi kötüsü olmazdı. Bunun sağlamasını başka unsurlar üzerinden de yapabilecek durumdayız.
Habercilikten Geriye Kalanlar
Hatırlayalım, geçtiğimiz yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce adaylardan birinin kazanması için, benzer çizgideki başka bir adayın çekilmesini açık açık dillendiren muhalif medya neler etmişti. Adayı yıpratmak adına ipe sapa gelmez iddialardan komplo teorilerine kadar uzanan bir yelpazede yayınlar yapmışlar, adayı aldıkları yayında ise tabiri caizse çapraz sorguya tabi tutmuşlardı. Öyle ki bel altı vurmaya kadar giden iddiaların dillendirilmesiyle siyaset dizayn edilmeye çalışılmış, kısmen muvaffak da olunmuştu. Muhalif adayın kazanmasının önündeki engelleri bir bir kaldırmaya kararlı herkes gibi muhalif medya da üzerine düşeni yapmış ve ölçü, ilke tanımadan yayınlarını sürdürmüştü. Tüm bunlara rağmen iki netice hasıl oldu: İlki, sonuç değişmedi, halk tercihini yaptı, muhaliflerin yerini değiştirmedi. İkincisi de muhalif medyanın büyük bir ciddiyetle yaptığını düşündüğü habercilik yerle yeksan edildi ve ‘reality show’ tadında trajikomik yayınlar kaldı geriye.
Mahalli seçimlere gidilirken muhalif medya mecralarında değişen bir şey yok gibi görünüyor. Aday adaylığını açıklayınca dengeleri kendi tuttukları tarafın aleyhine değiştireceği endişesiyle çirkin alışkanlıklarına sarılarak karalamaya soyunanlar, adaylıktan geri adım atılınca sus pus olmakla kalmadı methiyeler dizme yarışına girdi. Yine fütursuz, yine çirkince.
Anlaşılan o ki meslek etiğinden, geçmiş dönelerde yaşanan ibretamiz hadiselerden, bir zamanların kült isimlerinin artık pek de ciddiye alınmadığı gerçeğinden hisselerine düşeni almayacaklar. İstanbul, Ankara ve İzmir seçimlerine düğümlenen seçim gerginliklerini avuçlarını ovuşturarak izlemekle kalmıyorlar, yalnızca fonlandıkları kişi ve kurumlara haberciliklerini kurban etmekten geri durmuyorlar. Yine partiler sigaya çekiliyor yine adaylar tard ediliyor, yine belli isimler için abandıkça abanıyorlar. Bakalım bu defa sonuç ne olacak?
[H. Yahya Şekerci gazetecidir.]