Geçtiğimiz hafta İran, Pakistan’ın Belucistan bölgesindeki Ceyşü’l-Adl isimli örgütün üslerine çok sayıda insansız hava aracı ve füze saldırısı düzenledi. Egemenliğinin ihlal edildiğini düşünen Pakistan ise İran’ın büyükelçisini sınır dışı etmesinden ve kendi büyükelçisini geri çağırmasından yaklaşık 48 saat sonra İran’ın Sistan ve Belucistan bölgelerinde bulunan Belucistan Kurtuluş Ordusu örgütüne yönelik misillemede bulundu. İran’ın saldırısı nükleer bir güç olan Pakistan’a ABD ve Hindistan’dan sonra yapılan ilk saldırı olmuşken; Pakistan’ın saldırısı, Irak-İran Savaşı’nın ardından İran’ın ilk defa bir devlet tarafından vurulmasına karşılık gelmiştir. Bugüne kadar tarafların birbirlerini karşılıklı Beluci grupları silahlandırmakla suçlayarak devam ettirdikleri güvenlik ikilemi, karşılıklı saldırılarla komşu ülkelerin ikili ilişkilerinde savruldukları en kötü krize sürüklenmeleri sonucunu tetiklemiştir.
Gerilimin bu noktaya ulaşmasından önce aslında iki ülke arasındaki ilişkiler, komşu Belucistan alt bölgelerinde birbirlerini suçladıkları vekalet savaşları nedeniyle stratejik bir güvensizlik üzerine kuruluydu. Ancak yine de bugüne kadar her türlü şikâyet diplomatik kanallar üzerinden çözülebilmiş ve büyük bir hamle yapmaya gerek duyulmamıştı. Bu defa ise ilk saldırıyı gerçekleştiren İran’ın motivasyonu, ABD-İsrail destekli vekil grubun Pakistan üzerinden kendisine büyük bir saldırı düzenlemeden önleyici bir eylem gerçekleştirmesi gerekliliğiyle ilgiliydi. İki taraf da gerilimin daha fazla büyümesini tercih etmedi. Dışişleri bakanları görüşüp sorunlarının çözülmesi konusunda anlaştılar ve hatta 29 Ocak’ta İran Dışişleri Bakanı İslamabad’a bir ziyarette bulunacak. Taraflar kontrolü geri almışsa da yaşananlar her şeyden önce ABD gibi aktörlerin güvenlik ikilemini bir silah olarak kullanarak bölgesel istikrarsızlığı nasıl teşvik edebileceklerini tartışmaya açmıştır. Bu bağlamda gerilimin iç politikalardan dış politikalara yansımaları beklenmekteyken, küresel ve bölgesel sonuçlar doğurabilme potansiyeli de ihmal edilmemelidir.
Dalgalı Pakistan-İran İlişkileri
İki ülke vekalet savaşlarıyla ilgili ortak bir Belucistan sorununa sahipken, ilişkileri bu sorunun da ötesinde gerginlik ve iş birliği arasında dalgalı bir geçmişe sahiptir. Şu an sahip oldukları stratejik güvensizlik, bu dalgalı ilişkilerin analiziyle daha iyi anlaşılabilir. İran’ın 1979 devrimi öncesi ABD müttefiki olan iki ülke, Bağdat Paktı gibi ittifaklara dahil olabilmişken; devrim sonrası jeopolitik çıkar çatışmaları yaşamaya başlamışlardır. İlk olarak devrim sonrası ABD’den tamamen kopan İran’a karşı gelişen ABD-Pakistan ilişkileri bugün bile devam eden güvensizliğin temelini oluşturmuştur. Bu güvensizlik, 11 Eylül’den sonra İslamabad’ın ABD’nin “Teröre Karşı Savaş”ına koşulsuz destek vermesiyle daha da artmıştır. İkinci olarak, dış politikasında devrim ihraç etmeye odaklanan İran’dan rahatsız olan Arap ülkeleri, çoğu zaman Tahran’ı Pakistan üzerinden dengelemeye yatırım yapmışlardır. Son olarak Pakistan ve İran, Sovyetlerin geri çekilmesinin ardından Afganistan’da karşıt saflarda yer almışlardır. Pakistan bugün bile Hindistan’dan sonra en büyük tehdidi Afganistan üzerinden hissetmektedir.
Değişen Bölgesel Bağlam
Asya siyasetini daha sağlıklı analiz edebilmek için ilk olarak Afganistan’daki Taliban sonrası dengeleri etkileyen ve daha sonra kendilerini çok kutuplu dünyaya geçişte üçüncü bir etki kutbu olarak tanımlayan troykayı göz ardı etmemek gerekiyor: Rusya, Hindistan ve İran. Bu üçlü grup, uzun bir süredir uluslararası düzendeki değişimin ABD ve Çin rekabeti arasında değerlendirilmesine itiraz etmenin yanında, bu tarz bir rekabetin sadece bu iki ülkenin çıkar alanlarını genişlettiği üzerinden danışıklı dövüş eleştirisini yükseltmişlerdir. Bu üçlü grup, Ukrayna meselesinde ABD’nin Hindistan için ısrarla Rusya karşıtı bir davranış geliştirmesi yönünde baskılara rağmen dağılmamış, aynı zamanda Kuzey-Güney Koridoru gibi vizyonlarla Çin jeo-ekonomik büyük stratejisini dengeleme girişimlerinde bulunmuşlardır.
Oyunun kurallarını etkileyen bu yeni davranış kalıplarına ek olarak son 1 ay içerisinde bu yeni sayılabilecek dinamikler bağlamında Şi Cinping’in ABD ziyaretiyle gündeme gelen ABD-Çin yakınlaşması, Pakistan Ordu Şefi Asim Münir’in Washington ziyaretiyle üst seviyeye çıkan ABD-Pakistan ilişkileri, Maldivler’de son seçimler sonrası iktidara gelen Muhammed Muizzu’nun Hindistan karşıtı politikaları gibi yeni gelişmeler hep bu yeni saflaşma çerçevesinde ele alınmıştır. Rusya’nın bu yılki başkanlığı sırasında BRICS içerisinde Çin-Pakistan eksenine karşı bir alt grup oluşturacakları gündeme yansıyan Rusya-Hindistan-İran üçlüsünün, kamuoylarında İran’ın Pakistan’a saldırmadan bir hafta önce Hindistan Dışişleri Bakanının İran ziyaretini tarihin akışını değiştirecek bir ziyaret olarak değerlendirmesi de yine aynı dinamikler bağlamında değerlendirilmiştir. Hatta ziyaret sonrası Keşmir’de artması beklenen gerilimlerin Belucistan bölgesinde ortaya çıkması stratejik sürpriz olarak da değerlendirilebilmiştir.
Saldırıların Görünümü ve Yorumlanışı
İran böyle bir konjonktürde özellikle de İsrail saldırganlığı devam ederken tarihinin en bölgesel çeşitlilik arz eden terörle mücadele operasyonunu başlattığını duyurmuş ve önce ABD ve İsrail’in casus üsleri olarak tanımladığı Kuzey Suriye ve Irak’taki noktaları vurmuş, ardından da geçtiğimiz ay İran’ın sınır bölgesi Sistan ve Belucistan eyaletindeki bir polis karakoluna düzenlenen ve 11 kişinin ölümüyle sonuçlanan Ceyşü’l-Adl örgütüne misilleme yapmıştır. Her üç saldırı da Gazze’deki çatışmanın İsrail-ABD ve İran arasında bölgesel bir vekalet savaşına dönüştüğünün tartışıldığı bir dönemde gerçekleşirken; Tahran’ın göndermiş olduğu sinyal, Pakistan’ın İran’a karşı ABD-İsrail ile aynı safta olduğu imasıyla ilgili değerlendirilebilir. İmran Han sonrası süreçte Pakistan üzerinde Amerikan hegemonyasının yeniden tesis edildiğini düşünen İran, bu bağlamda Ceyşü’l-Adl’in geçtiğimiz ay gerçekleştirdiği terör saldırısının Asim Münir’in ABD ziyareti sırasında gerçekleşmesinin tesadüf olmadığına inanıyor.
Pakistan açısından bakıldığında, iç siyasette seçimlere doğru ilerleyen ülkede Nisan 2022’de eski Başbakan İmran Han’a karşı yapılan post-modern darbe tartışmaları uzun yıllar Pakistanlıların en çok güvendiği kurum olan orduya yönelik güveni azaltmış durumda. Pakistan Talibanı ve Belücistan Kurtuluş Ordusu gibi örgütlerin son zamanlardaki saldırılarında artışa rağmen, ordunun muhalefet partilerine baskıyı artırma gibi iç siyasete müdahale bağlamında yanlış öncelikleri birçok Pakistanlı nezdinde itibarını zedeleyebiliyor. Böyle bir iklimde son bir darbe olarak ortaya çıkan İran’ın saldırısı, toplumuna yönelik tehditleri durduramayan ve caydırıcılık özelliğini kaybettiği tartışılan silahlı kuvvetlerin prestijini iyice sarsabileceği için karşı bir cevabı zorunlu kılmıştır. Pakistan’ın misilleme kararı ayrıca Hindistan-İran yakınlaşması bağlamında 2016 ve 2019’da ülkeyi test eden Hindistan operasyonlarının gündemde olan tekrarlanma ihtimallerini caydırma ihtiyacını da yansıtmıştır.
İlişkilerin Geleceği ve Yansımaları
Pakistan ve İran arasındaki kısasa kısas saldırılarının akabinde İran’ın her şeyden önce Pakistan topraklarından gelecek bir terör saldırısını önleyici bir şekilde engellemek; Pakistan’ın ABD’nin yeni vekili olduğu yönündeki algının güçlendirilmesi; öngörülemez bir aktör olmayı sürdürmek; Rusya ve Hindistan gibi partnerleri nezdinde güvenini artırmak gibi stratejik hedeflerine ulaştığı söylenebilir. Pakistan açısından da tüm siyasi görüşlerden kesimlerin eleştirilerin odağında bulunan silahlı kuvvetlerin etrafında yeniden birleşmesi; ABD’ye İran karşıtı güvenilir bir aktör olabileceğini kanıtlaması; yaklaşan seçimlere yönelik Batı nezdinde ortaya çıkabilecek eleştirilerin şimdiden önüne geçilmesi gibi ortaya çıkabilecek faydalar sıralanabilir. Hatta bugüne kadar ABD’nin Güney Asya stratejisinde Hindistan’ın ardından ikinci sırada yer alan Pakistan, Hint-ABD ilişkilerindeki sorunlar ve Pakistan’ın İran’ı kontrol altına alma konusundaki yeni rolü nedeniyle Batı’dan arzu ettiği silah ve yardımı alabilecektir. Yine ABD ile yeniden yakınlaşan Pakistan, Kuşak-Yol Girişimi bağlamında Çin’in kaybetmek istemeyeceği bir ülke olarak ABD-Çin rekabetinden ekonomik açıdan maksimum derecede yararlanabilmenin yollarını arayabilecektir.
Kısa vadede bireysel çıkarlar lehine pozitif öngörüler yürütülebilmekteyken, orta vadede iki ülke arasında derinleşen güvensizliğin vekil savaşları üzerinden devam edeceği söylenebilir. 29 Ocak’ta İran Dışişleri Bakanının Pakistan ziyaretinde ortak güvenlik mekanizmasının kurulması ve Pakistan’ın Kuzey-Güney Koridoru’na dahil edilmesinin konuşulacağı ifade ediliyor. Bu durum geniş bölgesel güvenlik ikileminin hafifletilmesine yardımcı olabilir. Aksi takdirde iki ülke arasındaki güvensizliğin derinleşmesi, en kötü senaryo olan mezhepçiliğin körüklenmesi sonucunu doğurabilir. Gerilimlerin yeniden artması daha geniş bağlamda ise Asya entegrasyon süreçlerinin geleceğini tehdit edebilir. Şu an Kuşak-Yol Girişimi ve Kuzey-Güney Koridoru gibi vizyonlar farklı pazarlara ve çıkarlara hizmet ettikleri için birbirleriyle çatışmaya girmiyorlar. Bu vizyonlar an itibarıyla birbirlerini dengeleyebiliyorlarken; Pakistan ve İran gibi aktörler arası yaşanan krizlerin devamı çok taraflı iş birliğini büyük ölçüde sekteye uğratabilecek ve daha fazla işlev bozukluğuna yol açabilecektir.
[Hayati Ünlü, Milli Savunma Üniversitesi’nde Dr. öğretim üyesidir.]