Ukrayna İşgali Sonrası Alman Savaş Makinesi Isınıyor

2022 yılının şubat ayında başlayan Rusya’nın Ukrayna işgali birçok ülkeyi stratejilerini gözden geçirmeye ve savunmaya ayırdıkları bütçeyi artırmaya itmişti. Buna paralel olarak Rusya ile komşu devletler başta olmak üzere birçok Avrupa başkentinde zorunlu askerliğin geri getirilmesi de tartışılıyor. Bunların arasında en dikkat çeken ülke ise Avrupa Birliği’nin lokomotif gücü Almanya. Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhakı sonrası cılız bir şekilde seslendirilmeye başlanan zorunlu askerlik yanlısı tezler, savaş ile birlikte pek çok farklı kesimden daha kuvvetli bir şekilde ileri sürülüyor. Nazi tecrübesi yüzünden militarizme uzun süre mesafeli yaklaşmış Alman halkında da bu talep karşılık bulmuşa benziyor.

İkinci Dünya Savaşı’ndan Bugüne Alman Ordusu

Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı müttefik devletlerin Berlin’i işgali ve Almanya’nın fiilen bölünmesiyle 1945 yılında nihayete ermişti. Batı Almanya’da yeni bir ordunun kurulması bundan tam 10 yıl sonra mümkün olabildi. NATO’nun doğudaki sınır devleti ve en önemli savunma hattı olan Batı Almanya’da Amerika ve İngiltere’nin bir Sovyet işgali ihtimaline karşı Alman Silahlı Kuvvetleri (Bundeswehr) 1955’te kuruldu. Birliklerin büyük bir kısmı ise eski Wehrmacht (Nazi) subaylarından oluşturulmuştu. Dönemin Sovyet liderleri bu sebeple Alman ordusunun yeniden doğuşunu “Nazizmin dönüşü” olarak tanımladılar. Savaş yorgunu Alman halkında yaygınlaşan anti-militarist ve barış yanlısı düşüncenin Rusları harekete geçireceğinden korkulduğu yıllarda Bundeswehr, zorunlu askerliğin de yardımıyla Soğuk Savaş esnasında NATO’nun en büyük kara ordularından biri haline geldi. Bu dönem boyunca gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) %3’ünden fazlası savunma giderlerine ayrıldı. 1990 yılına gelindiğinde ordu yaklaşık 500 bin askere ve 5 binden fazla tanka sahipti.

Berlin Duvarı’nın yıkılması ile birlikte Almanya yeniden birleşti ve Doğu Almanya’nın silahlı kuvvetleri Ulusal Halk Ordusu (Nationale Volksarmee) Bundeswehr’e katıldı. Rus tehdidinin görece azaldığı 20 yıllık dönem boyunca Almanya ve birçok Avrupa devleti savunmaya ayırdıkları bütçede ciddi kesintiler yaptı. NATO’ya atfedilen rolün gittikçe arttığı bu yıllarda Batılı devletler nicelik yerine niteliği ön plana çıkaran savunma politikaları izlediler ve ordularını birliğin de gereksinimleri doğrultusunda daha küçük ve daha mobil hale getirme yoluna girdi. Buna paralel olarak 1990-2010 yılları arasında 28 NATO üyesi ülkenin 17’si zorunlu askerlik uygulamasını askıya aldı. Bu trendi en son takip eden ülke ise Almanya oldu. 2009 yılında baş gösteren Avrupa borç krizinin de etkisiyle hükümet askeri harcamaları daha da azalttı ve 1956 yılında başlamış olan zorunlu hizmet uygulaması 2011 yılında Merkel hükümeti tarafından sona erdirildi. O günden bu yana Alman ordusu tamamen kariyer askerleri ve sözleşmeli askerlerden oluşuyor.

Sovyetlerin yıkılmasından Ukrayna Savaşı’nın başladığı Şubat 2022’ye kadar süren dönem içerisinde ülke nispeten avantajlı bir konuma sahipti. Güçlü sanayisi ve son derece üretken toplumuyla Almanya diğer gelişmiş ekonomiler gibi krizlerden etkilenmedi. İhracata dayalı istikrarlı ekonomisi sayesinde uzun yıllar Avrupa Birliği içerisindeki nüfuzunu artırabildi. Öyle ki AB dendiğinde akla Almanya gelir oldu. Almanya’nın bu konuma gelmesinde kuşkusuz Amerikan güvenlik şemsiyesi altında olmasının payı yadsınamaz. İstatistiklere göre NATO’nun uzun yıllardır üye ülkeler için koyduğu GSYİH’nin %2’sini savunmaya ayırma hedefine Almanya’nın en son 1991 yılında ulaştığını görüyoruz. Son 25 yıldır ise bu oran %1,5’un dahi altında.

Amerikalı siyaset bilimci Francis Fukuyama 1989 senesinde liberal demokrasilerin ve serbest piyasa ekonomisinin ilelebet muzaffer olduğunu, bu açıdan tarihin sonunun geldiğini iddia etmişti. Bugünden geçmişe bakınca, bu tezi herkesten çok Alman siyasetçiler satın almışa benziyor. Alman siyaseti, küresel statükonun sarsılmayacağı ve Avrupa güvenlik mimarisinin olduğu şekliyle korunacağına inandı. Ukrayna Savaşı Avrupa’da büyük bir kara savaşı olma ihtimalinin o kadar da uzak bir ihtimal olmadığını düşündürmeye başladı. Yıllar boyunca savunmayı ikinci plana atmalarının bedelini ise şu an ödüyor.

Bundeswehr’in Bugünkü Durumu ve Zorunlu Askerlik Tartışması

Ulusal ve uluslararası medyada Alman ordusunun savaşa hazır olmaktan ne derece uzak olduğunu anlatan onlarca habere ve röportaja rastlamak mümkün. Bunu silahlı kuvvetlerin en rütbeli komutanları da kabul ediyor. Ukrayna işgalinin başladığı ilk gün Alman Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Alfons Mais, ülkesindeki askeri hazırlığın uzun süredir ihmal edilmesinden duyduğu hayal kırıklığını ve ordunun içinde bulunduğu kötü şartları LinkedIn’de yayımladığı bir yazıyla anlatmıştı. Alman ordusunun en tepe ismi General Carsten Breuer ise geçtiğimiz ay verdiği bir röportajda şunları söylemişti: “Bundeswehr mevcut haliyle Almanya’yı ve NATO müttefiklerini savunmaktan uzak. Bir gün savunma savaşı yürütmek durumunda kalabileceğimiz fikrine şimdiden alışmamız gerekiyor. Bunun bir parçası olup olmamayı seçme imkânımız yok. Bütün bir toplum olarak daha fazla caydırıcılığa ihtiyacımız olduğunu kabul etmeliyiz.”

Alman ordusuyla ilgili uzmanların üzerinde durduğu dört problem var: Askeri teçhizat eksikliği, kışlaların yetersizliği, yavaş işleyen askeri bürokrasi ve insan kaynağı açığı. İlgililer ilk planda ordunun radyolardan tanklara varıncaya kadar kullanılan teçhizatında ve kışlalarda geniş kapsamlı bir modernizasyona ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Federal Meclis’in ordudan sorumlu üyesi Eva Högl, bu konu hakkında verdiği bir mülakatta durumun vahametini şu şekilde anlatmıştı: “Bundeswehr’de her şey eksik, vücut üzerinde olan kişisel donanımdan, gece görüş cihazlarına, radyo ekipmanlarına kadar her şey eksik. Askerlerimiz her gün bu eksikliklerle mücadele ediyor. Birçok kışlada temiz tuvalet, duş hatta internet bağlantısı bile yok. Bunlar da eğitim ve tatbikatları engelliyor.” Savaşın daha ilk günlerinde Şansölye Olaf Scholz bu sorunlara işaret ederek 100 milyar Euro değerindeki ek bütçe planını açıklamıştı. Genel kanı Scholz’un bu açıklamasından 2 yıl sonra bile ciddi bir ilerleme kaydedilmediği yönünde.

Öte taraftan ordunun istihdam sorunu devam ediyor. Alman Savunma Bakanlığı orduyu güçlendirmeye yönelik yeni girişimlerine rağmen yeni asker cezbetme konusunda hâlâ başarısız. 1990’da 500 bini aşkın askeri bünyesinde bulunduran Bundeswehr’in toplam personel sayısı 183 bin düzeyine indi. Güvenlik uzmanları bu sayının acil bir durum anında yeterli olmadığının altını çiziyor. Bu sebeple Almanya’da siyasi yelpazenin her kanadından zorunlu askerliğin geri getirilmesi gerektiğine dair sesler yükseliyor. Bunların arasında Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius da bulunuyor. Pistorius, geçtiğimiz aylarda zorunlu askerlik hizmetini askıya almanın bir hata olduğunu söyleyerek tartışmayı alevlendirse de Olaf Scholz ve koalisyonun diğer ortakları bakanın zorunlu askerlik önerisini reddetmişti. Ana muhalefette yer alan Hristiyan Demokrat Parti (CDU) ve yükseliş trendini koruyan aşırı sağ parti Almanya için Alternatif’te (AfP) ise zorunlu askerliğe dönüş isteği hâkim.

Toplumda ise zorunlu askerliğe mesafeli yaklaşanların oranı azımsanmayacak seviyede. Buna rağmen ülkede askeri güç kullanımı ve zorunlu askerlik yanlısı tezlerin kök saldığına dair işaretler var. Geçtiğimiz yılın mart ayında IPSOS tarafından yapılan araştırmaya göre Alman toplumunun %61’i zorunlu hizmetin yeniden başlatılmasından yana olduğunu belirtti. Ayrıca bu teklife sıcak bakanlar arasında kadınların da askerlik yapması gerektiğini düşünenler çoğunlukta. Bu desteğin büyük kısmı anlaşılır bir şekilde artık askerlik hizmetiyle karşı karşıya kalmayacak olan yaşlılardan geliyor. Gençler ise halen askerliğe mesafeli tavrını koruyor. Yine de geçtiğimiz senelere göre zorunlu askerliğe halk desteğinin dramatik bir şekilde arttığını söyleyebiliriz.

Alman Savaş Makinesi Isınıyor

Hatırlamak gerekirse bir önceki dönemin ABD başkanı Donald Trump, görev süresi boyunca Almanya’nın askeri harcamasını artırması ve NATO’ya daha fazla katkıda bulunması gerektiğini sık sık öne sürmüş ve müttefiklerinin güvenliği için ABD’nin kendi cebinden daha fazla para harcamayacağı tehdidinde bulunmuştu. Aslında bu yaklaşım yalnızca Trump’a mahsus değildi. 2000 sonrası işbaşı yapan her Amerikan yönetimi, Avrupalı ​​müttefiklerinin ordularını güçlendirmelerini ve NATO’nun %2 hedefine ulaşmasını sağlamaya çalıştı ama bu çabalar büyük oranda başarısızlıkla neticelendi. Trump ise bu duruma bir son vermek için aksiyona geçen ilk başkan oldu. Başkanlığının son yılında iki ülke arasındaki gerilim Trump’ın Almanya’da konuşlanmış 36 bin Amerikan askerinin üçte birini çekme planını açıklamasıyla zirve yapmıştı. Biden yönetimi ise bu planı göreve gelir gelmez askıya almıştı. Bu yılın sonunda dünyayı yeniden Amerikan seçimi bekliyor. Hukuki ve siyasi engelleme girişimlerine maruz kalsa da şu an başkanlık için en güçlü aday Donald Trump. Tekrardan seçilmesi durumunda rafa kaldırılan askerleri geri çekme planını uygulamasını ve NATO’yu sarsacak daha ileri adımları atacağını pekâlâ bekleyebiliriz. Askeri reformların büyük bütçeler ve uzun zaman istediğini göz önünde bulundurduğumuzda Almanların ellerini çabuk tutmaları gerekebilir.

Son dönemde yaşanan savaşlar ve çatışmalar iletişim alanında ve askeri teknolojilerdeki bütün ilerlemelere rağmen savaşta halen insan gücünün belirleyici önemini koruduğunu gösterdi. Bu gerçek tüm dünyada zorunlu askerlik taraftarlarının elini güçlendiriyor. Alman devletinin bu konuda alacağı yön kısa vadede belirsizliğini henüz koruyor ama ülke siyaseti Bundeswehr’i Avrupa’nın güvenliğini yüklenebilecek bir askeri güce dönüştürme konusunda hiç olmadığı kadar kararlı görünüyor. Alman toplumuna gelirsek, bir önceki yüzyılda hızlı militarizasyonun bedelini iki dünya savaşında ağır bir şekilde ödemişlerdi. Yeni bir militarizasyon dalgasına ne kadar hızlı ayak uyduracaklarını zaman gösterecek. Ama en azından Almanlar “savaş istemiyoruz!” demenin kendilerini savaştan korumadığını hatırlamışa benziyor.

Almanya’yı şu anki haliyle Avrupa tarihinde bir “anomali” olarak değerlendirebiliriz. Tarih boyunca çok az devletin ekonomik ve askeri kapasitesi arasında bu kadar büyük bir makas oluşmuştur. Uzun yıllar Amerikan güvenlik şemsiyesinin altında ekonomisini büyüten Alman devletinin Genelkurmay Başkanı Carsten Breuer’in deyimiyle “köşeye çekilip ‘nasıl olsa Amerika yapar’ deme zamanı geride kaldı.” Soğuk Savaş sırasında Alman ordusunun dirilişine yol açan şey Rus tehdidiydi; şu anki yeniden canlandırma girişimine yol açan şey bir kez daha Rus tehdidi olacağa benziyor. Birliğin en büyük ekonomisi ve en çok nüfusuna sahip ve coğrafi olarak kalbinde yer alan Almanya’nın bu sorumluluktan kaçma lüksü kalmadı.

[Muhammed Şerif, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu