Lübnan İçin Gündeme Gelen İki Önemli Belge

Taif Mutabakatı ve 1701 Sayılı Karar

Ağır ekonomik kriz, siyasi problemler, mecliste yapılan 12 seçime rağmen cumhurbaşkanının henüz seçilememesi gibi sorunlarla boğuşan Lübnan, 7 Ekim sonrasında bir başka gündemle karşılaştı. İsrail’in Gazze’ye yönelik sistematik saldırıları Lübnan için tekrar İsrail ile silahlı çatışma ihtimalini doğurdu. Son haftalarda devam eden sınırdaki gerginlik, geçen günlerde Beyrut banliyösünde Hamas’ın üst düzey mensubu olan Salih el-Aruri’nin bir hava saldırısıyla öldürülmesi ve takip eden diğer saldırılar savaş endişesini Lübnan’ın güneyinden kuzeyine taşımış oldu. Lübnan kamuoyu savaş ihtimaline endişeyle odaklanırken, Başbakan Necip Mikati ve kabine üyeleri Hamas ve İsrail gerginliğinin başladığı günden beri savaşın Lübnan’a doğru yayılmasını önlemek için yoğun bir diplomasi trafiği yürütüyor. Bu süreçte Fransız Dışişleri Bakanı gibi bazı dış aktörlerin Lübnan’ın savaşa dahil olmaması maksadıyla itidal ve müzakere çağrılarında bulunduğu görüldü. Tarafların ve diğer aktörlerin endişelerinin esas itibarıyla Hizbullah’ın varlığına yönelik olduğu anlaşılıyor.

Taraflar arasında senelerdir devam eden kontrollü gerginliğin silahlı çatışma haline dönüşmesi endişesi çözüm arayışlarına sebep oldu. Halen devam eden gelişmeler ışığında yeni bir müzakere sürecinin başlaması pek imkân dahilinde olmadığından siyasetçiler tarafından eski ittifak belgelerine atıf yapıldığı görüldü. Lübnanlı siyasetçilerin özellikle iç kamuoyunda 1989 Taif Mutabakatını ön plana çıkardığı ve Hizbullah’ın buna uymasının gerektiğini ifade ettiği görülüyor. Bununla birlikte, yine Lübnanlılar ve dış aktörler tarafından BM Güvenlik Kurulu’nun 1701 tarihli kararına uyma çağrıları yapıldı. Taif Mutabakatı ve BM Güvenlik Kurulu’nun zikredilen kararı Hizbullah’ın varlık sebebini ortadan kaldırabilecek, buna bağlı olarak da savaş ihtimalinin önüne geçebilecek nitelikte iki önemli belgedir.

Taif Mutabakatı Neden Yeniden Gündeme Geldi?

Lübnan iç kamuoyuna bakıldığı zaman, İsrail ile olası bir savaşa girilmesi konusunda endişe taşıyan kesimin özellikle iç hukuk mevzuatına dahil olan Taif Mutabakatı’nı ön plana çıkardığı görülüyor.  15 seneye yakın süren iç savaşı takiben 1989 senesinde Suudi Arabistan’ın Taif kentinde imzalanan bu mutabakat metni Lübnan için bir anayasal belge niteliği taşıyor. Bu mutabakat hem siyasi reformları içeriyor, vaat ediyor hem de Lübnan iç savaşına katılan aktörlerin kısa sürede sivilleştirilmesini amaçlıyordu.

1926 Anayasası ve 1943 tarihli sözlü mutabakatın yanında anayasal mevzuat kapsamına dahil olan Taif Mutabakatı metni, mezhep temelli siyasi grupların silahsızlandırılmasına ilişkin düzenlemeler içeriyor. Lübnan’ın egemenliği ile ilgili meselelerin tanzim edildiği kısımdaki açık düzenlemeye göre; Lübnanlı veya Lübnanlı olmayan bütün milislerin Taif Mutabakatı yürürlüğe girdikten sonraki 6 ay içinde tüm silahlarını devlete teslim edeceği kararlaştırılmıştı. Geçen süre zarfında Hizbullah’ın kuruluşundan itibaren bu maddeyi uygulamadığı ve bu sebeple de pek çok eleştiri aldığı görüldü. Onlarca yıl içerisinde pratikte istenilen sonuçlara ulaşılamadığından dolayı hem Lübnan içinden hem de Lübnan dışındanaktörler tarafından Taif Anlaşması’na uyma çağrıları defalarca tekrarlandı.

7 Ekim öncesinde de gündemde olan Taif Mutabakatı’na tam uyum meselesi, son aylarda daha da fazla gündemi meşgul etmeye başladı. İsrail ve dış aktörlerin sınırdaki gerginliği Hizbullah’a yüklemeleri iç kamuoyunda da okların Hizbullah’a çevrilmesine sebep oldu. Dolayısıyla Lübnan’ın Filistin ve İsrail arasında devam eden mevcut çatışmaya girme ihtimali doğrudan Hizbullah ile irtibatlandırıldığı için, Taif Mutabakat metnine uyulması yönündeki baskılar da Hizbullah’a yönelmiş durumda.

1701 Sayılı Kararın Önemi Nedir?

 BM Güvenlik Kurulu’nun 1701 Sayılı kararı 2006 senesinde İsrail ve Lübnan arasındaki savaşı sona erdirme amacını taşıyordu. Kurulun bütün üyeleri tarafından oybirliğiyle ve taraflarca kabul edilen bu kararda genel olarak silahlı çatışma halinin durdurulması, Güney Lübnan’ın Lübnan devlet kuvvetlerine bırakılması ve İsrail’in Mavi Hat olarak isimlendirilen sınırın ötesine çekilmesi kararlaştırılmıştı.

Kararın BM Güvenlik Konseyi ve çatışmaya taraf ülkelerin meclisleri tarafından kabul edilmesiyle birlikte savaş hali sona erdiyse de geçen süreçte iki tarafın da tam manasıyla kararlaştırılan prensiplere uygun davrandığını söylemek mümkün değil. Hizbullah, Lübnan’ın güneyinde bir tampon bölgenin oluşmasına müsaade etmedi. Buna mukabil İsrail de Mavi Hat olarak isimlendirilen sınırı defalarca ihlal etti. Ayrıca İsrail 2006 senesinin temmuz ayında ihlal ettiği topraklardan çekilmedi İki taraf da kararın karşı tarafça uygulanmadığını ileri sürerek diğer tarafı suçladı. Nasrallah defalarca kendilerinin bu karara uygun hareket ettiğini, İsrail’in ise aykırı davranışlar sergilediğini beyan etti. İsrail tarafı da birçok kez Hizbullah’ın güney Lübnan’ı terk etmediğini ifade etti. Özetle, 2006 senesinden 7 Ekim 2023 tarihine kadar karşılıklı ihlallere rağmen iki taraf arasındaki dengeler pratik kaygılarla yürütüldü ve statüko karşılıklı olarak tolere edildi.

 İki Belge Lübnan İçin Kurtuluş Reçetesi Olabilir

Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu sonrasında yaşanan süreç, tarafların sınırda yürüttüğü pratik dengelerin bozulmasına sebep oldu. Sınırdaki çatışmaların şiddeti özellikle son haftalarda artmaya başladı. Sivil ölümleri gerilimi daha da tırmandırdı. Öyle ki İsrail’in saldırılarının Lübnan’ın güneyinin kuzeyine doğru yöneldiği görüldü. Hamas’ın üst düzey isimlerinden Salih Aruri’nin Beyrut’un merkezine yakın sayılabilecek bir bölgede öldürülmesi sonrasında Lübnan kamuoyunda ciddi bir telaş oluştu. Aynı akşamın ilerleyen saatlerinde Başbakan Necip Mikati bu saldırıyı yeni bir İsrail suçu olarak nitelendirdi ve 1701 Sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına atıf yaptı. Hemen sonrasında hükümet tarafından Lübnan’ın BM Güvenlik Konseyi’ne başvuru yapacağı açıklandı. Kısa süre içinde Lübnan, İsrail’in bu saldırıda kullandığı 6 füzenin doğrudan sivil mahallelere yöneldiğini ve İsrail’in Suriye hava saldırılarında Lübnan hava sahasını kullanması dolayısıyla egemenliğinin ihlal edildiğini öne çıkararak BM Güvenlik Konseyi’ne başvurdu.

Gerginleşen ortamda tarafların kısmen dahi olsa bağlı kalacakları yeni bir ittifak zeminine ihtiyaç var. İki seçenek söz konusu olabilir. İsrail ve Lübnan arasındaki problemlerin çözümü için müzakerelerin başlaması en ideal çözüm yolu gibi gözükse de mevcut şartlar altında böyle bir imkânın olmadığı açık. Bu sebeple, muhtemel bir Lübnan ve İsrail savaşının önüne geçmek için mevcut metinlerin tekrar tartışmaya açılması gerekiyor. İlk olarak Lübnan iç kamuoyunda Taif Mutabakatı’na uyumun sağlanması konusunda seslerin daha da yükselmesi gerekiyor. Aynı zamanda son günlerde sıklıkla uyum çağrısı yapılan 1701 Sayılı kararın gündeme getirilmesi gerekiyor. Uluslararası arenada Lübnan ve İsrail arasındaki gerilimin en makul çözüm yolu BM Güvenlik Kurulu’nun 1701 Sayılı kararı. Hâlihazırda yazılı olan, 2006 senesinde bütün kurul üyelerince ve taraflarca kabul edilmiş olan bu karara tam manasıyla uymak, yeni bir çözüm için müzakere yoluna başvurmaktan daha kolay. Pratikte sancılı da olsa iki metnin uygulanması halinde, Hizbullah’ın hem etkisi hem de varlık amacı azalacaktır. Aksi takdirde Lübnan’ın İsrail saldırılarından korunması için meşru bir zemin dayanağı kalmıyor ve savaşa müdahil olması ihtimali daha da belirginleşiyor.

Av. Dr. Abdullah Musab Şahin, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu