Türkiye, bulunduğu konum itibarıyla hem maddi hem manevi birçok can yakıcı sorun ile yıllarca mücadele etmiş bir devlettir. Savaşlar, göçler, depremler, askeri darbeler, bürokratik vesayetler, terör gibi birçok sorunla boğuşarak bugünlere gelen Türkiye, son yıllarda Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bölgesinde sözü geçen, oyuna dahil olan değil oyun kurucu bir devlet hüviyetine geçmiş bulunmaktadır. Yüzyılın felaketi 6 Şubat depremlerinin hem maddi hem manevi çok derin etkileri olmasına rağmen çok hızlı bir şekilde bu yaralar tedavi edilmeye başlanmıştır. Üstte sıralanan birçok sorunda epey bir mesafe kat eden Türkiye, terör sorununda da sınırları içerisinde oldukça önemli bir aşama kaydetmiştir. Çok uzun zamanlar değil 90’lı yıllarda Kürtçe ve Kürt halkı ile alakalı toplumsal hayatta çok derin kırılmaların yaşandığını, acı hatıraların olduğunu hepimiz yakinen biliyoruz. Son yirmi yılda ise Ak Parti ile birlikte değişen bir iklim ortaya çıktı. Başta devlet televizyonu TRT’de olmak üzere Kürtçe ile alakalı birçok demokratik adım atıldı ve atılmaya devam ediyor. Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesinde başta tarım, sanayi ve madencilik alanında muazzam işler ortaya konmaya başlandı. Diyarbakır’da organize sanayide fabrika açmak için sırada bekleyen onlarca yatırımcı var. Hâlihazırda özellikle Diyarbakır’da turizm patlaması yaşanmakta, adeta otellerde boş yer bulunmamakta. Bununla birlikte yerel üreticiye verilen destekler ile köylerde üretim gittikçe artmaktadır.
Giderek Zemin Kaybeden HDP
Üstte sıralanan tüm güzel gelişmelere rağmen 40 yıl önce dile getirilen söylemler ile bugünü ele alan ve bu söylemler ile tabanını konsolide etmeye çalışan HDP gittikçe erimektedir. Son seçimlerde de bunu bariz bir şekilde görmüştük. Türk soluna gittikçe eklemlenen, Kürt kimliğini Marksizm üzerinden okuyan bir partinin Türkiyelileşmesi biraz hayal gibi. Birkaç gün önce HDP gençlik buluşmasında salona asılan bir pankart oldukça dikkat çekiciydi: “Sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrar etmektir’’. Ortaya çıktığı Sovyet Rusya’sından Latin Amerika’daki ülkelere, oradan Ortadoğu’daki Baasçı rejimlere kadar tarihin hiçbir döneminde hiçbir devlette kan, gözyaşı ve sefaletten başka bir şey getirmeyen sosyalizmi, HDP, bazı soslu cümlelerle bölgenin insanına aşılayarak Türkiye siyasetinde etkili olmaya çalışıyor. Bugüne kadar bu ısrarın ne bölge halkına ne Türkiye siyasetine bir artı değeri oldu. Kaldı ki sosyalizme sarılan, parti programında ısrarla ve defaatle emperyalizmle mücadele etmeyi kendine rehber ettiğini iddia eden bu anlayış, en büyük emperyalist devlet ABD’den milyonlarca dolar yardım ve binlerce tır silah yardımı almakta.
HDP ve çelişkiler sadece üstte ifade edilenler ile sınırlı kalmıyor. Malum yakın zamanda Şeyh Said meselesi ile Türkiye yine yüksek tansiyonlu bir siyasi süreç yaşadı. Şeyh Said’e kimileri hain, kimileri şehit kimileri bölücü dedi. HDP de bu konuda Şeyh Said’e sahip çıktı. Şeyh Said, yargılandığı Diyarbakır İstiklal Mahkemesinin resmi savcılık tutanaklarındaki beyanlarına göre, dini hassasiyetlerle bu mücadeleye giriştiğini ifade ediyor. Bu süreçte hiç istenmeyen şeyler de yaşandığı malumdur. Tarihi hadiseyi yeniden değerlendirmek niyetinde değilim. İsminden de anlaşılacağı üzere Şeyh Said bir tarikat şeyhi. Bugün HDP ile dindar insanlar arasında derin ayrılıklar var. Şeyh Said’e sahip çıkıp dinle diyanetle kavgalı olmak tam bir çelişki yumağı. Başta LGBT olmak üzere İslam dininin kat’i şekilde yasak ettiği şeylerde en radikal mukavemet gösteren de HDP.
Bölge Halkıyla Açılan Makas
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine baktığımızda ilk sırada öne çıkan bölge halkının dine olan bağlılığı. HDP ise hem jeopolitikle hem de sosyal yapı ile kavgalı şekilde bölgede siyaset yapmaya çalışıyor. Bunun biraz farkına vardığında ise adeta köylü birisine tango elbisesi giydirmek kadar absürt şeyler yaptılar. Bölge insanının dinine bağlılığına kayıtsız kalamayacağını fark ettiklerinde ise alternatif imam, alternatif kutlu doğum kutlamaları yaparak işi kurtarmaya çalıştılar; ancak bu da yetmedi. Israrlı bir şekilde bölgenin sekülerleştirilmesi, Kürt kimliğinin Marksist bir felsefe ile özdeşleştirilmesi deneyi sürekli duvara çarpıp geri dönmektedir.
2010’lu yıllarda HDP’ye baktığımızda Türkiyelileşme ve mücadeleyi siyasetle yapma konusunda ciddi söylemler vardı. Suriye iç savaşının seyri ile birlikte bu söylem gittikçe değişmeye, hakikatte Türkiyelileşmekten ziyade Türkiye’nin ötesi daha cazip geliyordu. Kuzey Suriye’de oluşan otorite boşluğu sınırın ötesindeki HDP olan PYD için tarihi bir fırsat olarak görülüyordu. PYD’nin güç kazanması ve hareket kabiliyetini artırması HDP siyasetini de doğrudan etkiliyordu. Farklı mahlaslarla Türkiye’de bazı basın yayın organlarında yazılar yazan PKK’nın yöneticileri çözüm sürecinde adeta devlete rest çekiyorlardı. HDP siyaseti bir kez daha Kandil tarafından yönetiliyordu. 6- 7 Ekim olayları ile de dışarıda gelişen bir hadise sebebiyle Türkiye’yi alev topuna çeviren HDP’nin hendek olayları ile de Türkiye siyasetine dair söyleyeceği bir durumunun ortadan kalktığını net olarak görebildik. Siyaset alanında durmakta sıkılan HDP yöneticileri, 6-7 Ekim öncesinde de gittikleri mitinglerde devlete meydan okuyan söylemlerinden hiç vazgeçmemişlerdi. Türkiye’de adeta kısır döngüye dönen bir nokta oluşmuştu: HDP siyasetçileri PKK yöneticileri ile aynı dili konuşunca gelen eleştirilere hemen verilen cevap şuydu: Kürt siyaseti bitirilmek isteniyor, red, inkâr asimilasyon vs. Bu konuda Batı’nın da desteğini alan HDP oldukça etkili de olabiliyordu. Türkiyelileşmekten bahseden bir partinin tüm Türkiye’ye hitap edebilmesi için öncelikle söylemde, parti programında değişime gitmesi beklenir. Bugün itibarıyla böyle bir durum mevcut değildir. Türkiye’nin ulusal ve uluslararası tüm meselelerinde HDP’nin bir kez olsun Türkiye lehine söylem ürettiği vaki olmamıştır. Sabık HDP lideri Demirtaş bir konuşmasında şöyle demişti: Türkiye’nin her yerinden oy olan bir parti Türkiye’nin partisidir. Söylem oldukça iddialı ve güzeldi; ancak pratikte öyle olmadı. Son yirmi yıldaki mevcut iktidarın getirdiği demokratik ortam HDP siyasetinde daha kapsayıcı bir alan açmıştı. Öyle ki HDP milletvekilleri ilk kez bağımsız değil de parti olarak seçime girip oldukça yüksek oy almışlardı. Bu, kuşkusuz demokratik iklimin sayesinde olmuştu. Geldiğimiz noktada ise başta 6-7 Ekim olayları ve sonrasındaki hendek olayları bu demokratik iklimi bitirdi ve bölgede derin kırılmalara yol açtı.
HDP’nin Türkiyelileşme hedefi varsa öneri olarak şunları yapabilir: Türkiye’nin kronik ana muhalefeti gibi davranmayı bırakıp Türkiye sosyolojisini doğru okuması gerekir. İkinci olarak sırtını örgüte değil doğrudan doğruya halka dayaması gerekir. Eylem ve söylemde tutarlı davranması gerekir. Başkanlık sisteminde her partinin az çok önemli olduğu bir denklemde seçim dönemlerinde hatırlanıp sonra da unutulmaması için paradigma değiştirmesi gereklidir. Bugün Türkiye 90’ların Türkiye’si değil. Ortadoğu’da yanı başımızda bombaların patladığı, istikrarsız yapıların hüküm sürdüğü, devlet otoritelerinin kaybolduğu bir yapıda HDP’nin 90’lı yıllardaki söylemlerle bölgeyi konsolide edebileceği bir hülyadan öte değildir.