Yaklaşan yerel seçimlerle birlikte Türkiye’ye yönelik kirli operasyonlar da ivme kazandı. Türkiye’nin turizm sektöründeki başarısını baltalamayı amaçlayan ve ‘Arap Düşmanlığı’ olarak cisimleşen saldırılar uzun bir süredir devam etmekte. Türkiye’deki ırkçılık damarına ve İslam düşmanlığına yaslanan bu saldırıları, başta CHP olmak üzere muhalefet partileri de kutuplaştırma siyaseti ile körüklemekte. Bu tehlikeli siyaset ülkedeki hassas sinir uçlarına dokunarak toplumsal gruplar arasındaki kutuplaşmayı alevlendirdi.
Yetkililerin, kulüp başkanlarının beceriksizliği ve/ya kasti birtakım hamleleri sonucu iptal edilen Süper Kupa finalitartışmaları ülkede bir anda Kemalizm/anti-Kemalizm çerçevesine çekilerek Gazi Mustafa Kemal’e hakaret edildiği iddiasıyla müthiş bir Arap/İslam düşmanlığı dalgası estirildi. Çok kısa bir süre sonra ırkçı fikirlerle zehirlenmiş bir genç, tevhid bayrağı taşıyan bir vatandaşa ‘Arapçılık yaptığı suçlamasıyla’ saldırdı.
Siyaset ve sanat dünyasından birçok kişi tevhid bayrağı ile hilafet bayrağını karıştırıp saldırıya uğrayan vatandaşı hilafetçilik yapmak ve anayasaya aykırı davranmakla suçlarken saldırıyı yapan genci kahramanlaştırmayı, suçu ve suçluyu övmeyi tercih ederek tehlikeli bir yola saptılar. Bazı sözde gazeteciler de ‘eline sağlık’ diyerek şiddeti övdü, kutuplaştırma siyasetinin gönüllü (yüksek ihtimalle maaşlı) hizmetçisi olarak görevini ifa etti.
İşin daha da ilginç tarafı fakat kesinlikle sürpriz olmayanı ise muhalefet partilerinin bu süreçte benimsediği tutumdu. Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin ekseriyeti Süper Kupa finalinin iptal edilmesini Cumhuriyet değerlerine karşı bir saldırı, Gazi Mustafa Kemal’in şahsına yönelik bir hakaret olarak resmetmeyi tercih etti. Ekrem İmamoğlu ertesi gün yapacağı bir açılışı mitinge dönüştürmeye çalışarak Kemalizm üzerinden propaganda yapma çabasına girişti.
CHP tevhid bayrağını taşıyan vatandaşa yumruk atan E. A. isimli genci destekleyeceklerini, gencin babasıyla görüştüklerini, hukuki destek vereceklerini ve bir milletvekillerinin E. A.’yı hapishanede ziyaret edeceğini bildirerek bu menfur saldırının arkasında duracaklarını deklare etti. Zafer Partisi de benzer bir şekilde E. A.’nın arkasında durduklarını, hukuki destekte bulunacaklarını belirterek CHP ile yakın bir pozisyonda durmayı, E. A.’yı Cumhuriyetin değerlerini korumaya çalışan ‘masum’ bir genç olarak değerlendirmeyi tercih etti.
Peki muhalefet partileri ülkeyi çok ciddi tehlikelere sürükleyebilecek, toplumsal uyumu dinamitleyecek, birlik ve beraberliğimize onarılmaz yaralar açabilecek böylesi bir siyaseti neden tercih ediyor? Zafer Partisi’nin ırkçılık siyaseti altında yatan saikleri daha önce yazdığım bir yazıda değerlendirdiğim için bu satırlarda sadece CHP’ye odaklanacağım.
Etnik çatışmaların ve şiddetin incelendiği siyaset bilimi çalışmalarının en güçlü iddialarından biri 2000 yılında alanının önde gelen isimlerinden Fearon ve Laitin tarafından yazılan ‘’Violence and the Social Construction of Ethnic Identity’’ isimli makalede öne sürülmüştür. Bu çalışmaya göre siyasi elitler maddi çıkarlarını artırabilmek adına etnik kimlikleri manipüle etmektedir. Elitler iktidarı ele geçirebilmek ya da var olan iktidarlarını koruyabilmek adına kitleleri etnik kimlikler çerçevesinde bölmekte ve bir tarafın desteğine talip olarak bu destek sayesinde emellerine ulaşmayı hedeflemektedir.
Türkiye örneğine geri dönersek CHP’nin belki de en başarılı olduğu konulardan birincisi Türkiye’yi kimlik siyasetine hapsetmek ve kimlikler üzerinden halkı kutuplaştırmak oldu. CHP’nin siyaseten en başarılı olduğu ikinci husus isekendisini destekleyen kitleleri başaktörü oldukları kutuplaştırma siyasetinin failinin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğuna inandırabilmekti.
2002 yılından günümüze Türkiye siyaseti incelendiğinde muhalefetin ekseriyetinde ve özellikle CHP’de korku siyasetinin başat strateji olduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden CHP kitlesinin manipüle edilmeye çalışıldığı ve bunda görece başarılı olduğu görülmektedir.
CHP’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan olarak başladığı siyasi kariyeri boyunca izlediği temel politikaları incelediğimizde bu durum çok daha net bir biçimde anlaşılmaktadır. 2002 yıllarına gelindiğinde ‘irtica geri dönüyor’ algısı oluşturularak Kemalist seçmen Ak Parti’ye karşı mobilize edilmeye çalışıldı. 2007 yılına gelindiğinde Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün eşinin başörtülü olması bahane edilerek ‘367 Krizi’ oluşturuldu, 27 Nisan E-muhtırası verildi ve son olarak 2008 yılında AK Parti’ye ‘laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı haline geldiği’ gerekçesiyle kapatma davası açıldı.
Kendi seçmen kitlesini ve partisini bu asılsız iddialara ve CHP’nin de parçası olduğu ‘aşırı laikçi’ elit grubunun hukuki olmayan saldırılarına karşı korumaya yönelik söylemler ve siyaset üreten Cumhurbaşkanı Erdoğan yine bizzat bu güruh tarafından ülkeyi kutuplaştırmakla itham edildi.
2023 genel seçimlerine gelindiğinde ise, on yıllardır politika üretemeyen, halkla bir türlü istediği bağı kuramayan, projelerden ziyade skandallarla gündemde kalmayı başaran ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parti lideri olarak siyaset sahnesine çıktığı 2002 yılından günümüze tek bir seçim başarısı gösterememiş bir parti olarak kayıtlara geçen CHP bildiği ve başarılı olduğu tek strateji olan ‘kutuplaştırma siyasetine’ dört kolla sarıldı.
Seçim kampanyasının eksenine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yerleştiren CHP, ‘altılı masanın kuruluşunda’ HDP ile ittifakın oluşturulmasında, Batılı ülkelerden gelecek desteğin sağlanmasında ve seçmenini oy kullanması için sandığa gitmeye ikna etme sürecinde tek bir kaynaktan, ‘Erdoğan karşıtlığından’ beslendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ve AK Parti’yi destekleyen seçmen ötekileştirildi, cahil ve çıkarcı bir kitle olmakla suçlandı. 20 yıldır iktidar olan bir parti ve lideri siyaseten yaptıkları ve yapamadıkları üzerinden eleştirmek ve yeni politikalar/projelerle alternatif bir siyaset üretmek yerine, CHP tekrar kolaya kaçtı ve kutuplaştırma siyaseti üzerinden toplumu bölme yolunu seçti.
Sosyal medya aparatları ve kontrol ettikleri medya grupları üzerinden kutuplaşma siyasetini tahkim eden CHP, bir taraftan kitlesini korku üzerinden mobilize etmeye çalışırken diğer taraftan da siyasi rakiplerini ‘linç ve itibarsızlaştırma yöntemine’ başvurarak ‘yola getirmeye’ çalıştı.
Kılıçdaroğlu ve ekibi kendisini desteklemeyen ve Cumhurbaşkanı Adayı olarak seçimlere katılmaya karar veren Muharrem İnce’ye linç kampanyası başlattı. Bizzat CHP’nin yönettiği trol ağları ve medya unsurları tarafından en ağır hakaretlere ve ithamlara maruz bırakılan Muharrem İnce ‘kaset imaları’ sonrasında sağlık sorunları sebebiyle adaylıktan çekilmek zorunda kaldı.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığına razı olmayan Meral Akşener aldığı bir karar sonrasında ‘altılı masadan’ ayrılınca belki de uzun siyasi kariyerinin en ağır linç kampanyasıyla yüzleşti. Yine CHP trol ağları ve medya unsurları büyük bir linç kampanyasıyla Meral Akşener’i hedef aldı ve Meral Akşener hafızalara kazınan vücut diliyle ve yüz ifadesiyle masaya geri dönmek ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklemek zorunda kaldı.
CHP toplumu çok tehlikeli bir biçimde kutuplaştırırken ve siyasi rakiplerini ‘kirli siyasi oyunlarla’ saf dışı ya da kendini desteklemek zorunda bırakırken, yıllarca AK Parti’de siyaset yapmış, başbakanlık ve bakanlık görevlerinde bulunmuş iki isim Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan parti kurduktan ve ‘altılı masaya’ dahil olduktan sonra bu kararları AK Parti tarafından olgunlukla karşılandı. Bu iki isim hakkında AK Parti’den kaynaklı tek bir karalama kampanyası yapılmadı. Ne Cumhurbaşkanı Erdoğan ne de AK Partili yetkililer bu iki isim hakkında şahsiyetlerini rencide edecek bir ithamda bulundu.
Kutuplaştırma ve ötekileştirme siyaseti Mayıs 2023’te tekrar yenilgiye uğrayan CHP ‘yenilgi yenilgi büyüyen bu radikalleşmenin’ nihayetinde siyasi istikbalini tamamen kutuplaştırma siyasetine bağladığı görülmektedir. Süper Kupa finalinin iptal edilmesine verdiği tepki ve ‘hilafet bayrağı’ meselesinde saldırganı kurumsal olarak destekleyeceğini açıklaması CHP’nin yerel seçimlerde kutuplaştırma siyasetini daha da radikal bir biçimde devam ettireceğini işaret etmektedir.