Apartheid Suçlusu Bir Rejim: İsrail Terör ‘Devleti’ -2-

Hamas’ın 7 Ekim tarihinde gerçekleştirdiği ‘Aksa Tufanı Operasyonu’ sonucunda başta Filistin-İsrail ekseninde olmak üzere, Dünya üzerinde birçok şey değişti. Değişen çeşitli unsurların içerisinde belki de en önemlisi, farklı etnik kimliklere, dünya görüşlerine sahip insanların Filistin-İsrail meselesine bakış açıları oldu. 7 Ekim’den önce Filistin meselesiyle yakından ilgilenen Müslümanlar Filistinlilerin katledildiğinin, topraklarının çalındığının ve tarihte eşine az rastlanır bir baskıya maruz bırakıldıklarının farkındaydı. Fakat İsrail’in kendi deyimleriyle ‘Kuduz Köpek’ gibi gerçekleştirdiği saldırılar sonucunda, katledilen binlerce çocuk, kadın ve sivil sonrasında Müslümanların dikkati bu insanlık dramına yöneldi.

Artık Müslümanlar boykot vb. daha önce başarıya ulaştıramadıkları girişimleri daha ciddiye alır oldu. Bunlardan belki daha da önemlisi, artık sıradan hale gelen, ‘Filistin’de Müslümanlar yine katledilmiş’ sözlerinin ötesine geçmeyen bilinç düzeyi, bu olaylar sonucunda gelişti. Müslümanlar Filistin’in yaşadığı zulüm tarihine odaklandı. İnsanı dehşete düşüren detayları, İsrail’in Filistinlileri nasıl orta ve uzun vadeli planlamalarla adım adım doğradığını, Filistinlileri kadim topraklarından hangi yöntemlere başvurarak koparmaya çalıştığını öğrendi.

Müslüman dünyanın dışında kalan, özellikle Batı’da hayatlarını sürdüren insanların ise gelen vahşet görüntüleri sonucunda vicdanları kabardı. İnsanların ekseriyeti Filistinlilerin yaşadıklarını sosyal medya platformlarında dillendirmeye ve yaşanan olayların, 7 Ekim’in öncesine giderek Filistinlilerin muhatap kaldığı soykırımı öğrendiler.

Bu bilinçlenmenin devam etmesi ümidiyle ve zerre miktar da olsa katkıda bulunması niyetiyle ben de İsrail’in işlediği apartheid suçlarını yazmaya devam ediyorum. Bu yazıda İsrail’in dört farklı nüfuz alanında Filistinlilere yönelik değişen yoğunluklarda ve sistematik bir biçimde ne gibi apartheid suçları işlediğinden bahsedeceğim.

İsrail’de Yaşayan İsrail Vatandaşı Araplar

İsrail’de 1.9 Milyon Müslüman ve Hristiyan Arap yaşamaktadır. İsraillilerin apartheid rejimi olmadıklarına yönelik en çok başvurdukları argümanlardan bir tanesi, İsrail’de yaşayan bu Arapların varlığıdır. Bu insanların İsrail’de hangi şartlarda yaşadıkları detaylarıyla incelendiğinde, aslında aksine, İsrail’in dört başı mamur bir apartheid rejimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu insanlar Yahudi olmadıkları için sistematik bir biçimde ırksal bir ayrımcılığa maruz bırakılmaktadır.

İsrail vatandaşı Araplar vatandaş (ezrahut) olarak adlandırılırken, Yahudi İsrail vatandaşları millet (le’um) olarak kabul edilmektedir. Bu vesileyle Yahudilerin İsrail’in asıl unsuru olduğu vurgusu yapılmakta ve Araplar ikinci sınıf vatandaş mertebesine düşürülmektedir. Bunun yanı sıra yasalarla sabit kılınmış bir şekilde Yahudilerin bayramları resmî tatil ilan edilirken, aynı hak Araplara tanınmamaktadır. Ayrıcı ülkede ‘kendi kaderini tayin etme’ hakkı yalnız Yahudilere mahsustur. Son olarak, İsrail vatandaşı bir Arap ya da Yahudi, Yahudi olmayan yabancı biriyle evlenirse eşine vatandaşlık verilmezken, eşin Yahudi olması durumunda İsrail vatandaşlığı alabilmektedir.

İsrail vatandaşları Araplar aynı zamanda bir takım sosyo-ekonomik ayrımcılıklara da maruz bırakılmaktadır. Filistinli Araplara devlet bütçesinden çok düşük bir pay ayrılmakta ve İsrail nüfusunun %21’ini oluşturan bu insanların %90’ıGalilee ve Triangle bölgelerindeki nüfus yoğunluğu çok yüksek 139 köyde yaşamaktadır. Son olarak, Arapların mecliste ‘anayasa değişikliği’ ile ilgili yasa değişikliği teklifi vermeleri de mümkün değildir.

Doğu Kudüs’te Yaşayan, Süresiz İsrail Oturum Kartına Sahip Filistinliler

400 bine yakın Filistinli Doğu Kudüs’te İsrail’in verdiği süresiz oturum kartları ile ikamet etmektedir. Bu Filistinliler eğitim, iş, sağlık, ulaşım, oturum ve inşaat konularında ayrımcılığa maruz bırakılmaktadır. Yahudiler bahse konu olan tüm bu alanlarda imtiyaz sahibi olurken Filistinliler için tersine çeşitli kısıtlamalar getirilmektedir.

İsrail’in ‘demografik dengeleme’ siyaseti çerçevesinde Kudüslü Filistinlilerin yeni evler yapması engellenmekte, var olan evleri de ellerinden zorla alınarak Yahudi yerleşimcilere verilmekte ya da yıkılmaktadır. 1967 yılından günümüze Doğu Kudüs’te Filistinlilere ait toprakların %38’ine el konulmuş ve Yahudi yerleşimcilere peşkeş çekilmiştir.

Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin süresiz oturuma sahip kimseler olarak Arap İsrail vatandaşlarından farklı olarak seçme ve seçilme hakları yoktur. Eğer burada yaşayan Filistinliler Gazze’de veya Batı Şeria’da yaşamlarına devam eden Filistinlileri veya herhangi bir direniş örgütünü desteklemeleri durumunda Doğu Kudüs’ten sürülmekte ve geri dönmeleri engellenmektedir.

1967’den Günümüze Mülteci Kamplarında, Gazze’de ve Batı Şeria’da Askeri Kanunlarla Yönetilen Filistinliler

Batı Şeria’da yaşayan 3.2 milyon ve Gazze’de yaşayan 2.3 milyon Filistinli İsrail askeri hukukuna muhatap kılınmaktadır. Apartheid rejiminin uluslararası anlaşmalarda öngörülen tanımlarının tamamı bu iki bölgede karşılık bulmaktadır. İsrail uluslararası sözleşmelerde ‘inhuman act’ yani ‘insanlık dışı davranış’ olarak tanımlanan her türlü uygulamayı Batı Şeria ve Gazze’de uygulamaktadır. Unutulmamalıdır ki uluslararası sözleşmelere göre apartheid suçu yalnız belli bir ülkenin sınırları içerisinde değil, başka ülkelerin sınırları içerisinde de işlenebilmektedir.

İsrail Gazze’nin topraklarının %17’sini tampon bölge adı altında işgal etmiştir. İşgal edilen bu topraklar Gazze’nin tarım arazilerinin %35’ine, balıkçılık yapılabilecek sularının ise %85’ine tekabül etmektedir. Dört tarafından abluka altına alınan Gazze’de, insanlar adete bir açık hava hapishanesini andıran koşullarda yaşamlarına devam etmek zorunda bırakılmakta, bir iki senede bir tekrar eden bombardımanların ve katliamların hedefi haline gelmektedir.

Batı Şeria’da ise en büyük problemlerden bir tanesi giderek artan işgalci yerleşimci sayısıdır. 1967-2009 yılları arasında Yahudi işgalci yerleşimcilerin kontrolünde bulunan arazi miktarı 530.000 dönümden 1.400.000 dönüme yükselmiştir. Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler ‘askeri hukukla’ muamele görürken, aynı bölgede yerleşen işgalci Yahudi vatandaşları İsrail hukukuna göre muamele görmektedir. Bu da yapısal-ırksal ayrımcılığın en somut örneklerinden bir tanesi olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca, Batı Şeria’da yaşayan Filistinliler keyfi tutuklamalar, tarım arazilerinin, evlerinin tahrip edilmesi, kontrol noktaları sebebiyle özgürce seyahat yapabilme haklarının engellenmesi ve hayatlarının zorlaştırılması vb. uygulamalarla İsrail’in apartheid suçlarının hedefi haline gelmektedir.

İsrail Kontrolü Dışında Diğer Ülkelerde Yaşayan Filistinli Mülteciler

İsrail, yurtlarından sürgün edilmiş milyonlarca Filistinli mültecinin yurtlarına geri dönmesini engellemektedir. Yukarıda da bahsettiğim üzere, Müslüman Filistinlilerin Yahudi bir İsrail vatandaşı ile evlenmesi durumunda dahi İsrail’in işgal ettiği topraklarına geri dönmeleri mümkün değildir. İsrail ‘demografik yapıyı bozar’ bahanesine sığınarak ve açık bir şekilde Yahudi çoğunluğunda bir devlet kurmak istediklerini deklare ederek Filistinli mültecilerin geri dönüşünü engellemektedirler.

İsrail işgal ve soykırım tarihi incelendiğinde, II. Dünya Savaşı esnasında hortlayan aryan ırkının üstünlüğüne dayalı Nazi Rejiminin bir başka örneğinin Filistin topraklarında Siyonistlerce tekrar inşa edildiği görülmektedir. Nasıl ki Nazi Almanyası masum Yahudi sivilleri çeşitli insanlık dışı yöntemlerle dönemin en ileri teknolojilerini kullanarak sistematik bir biçimde katledip soykırıma uğrattıysa mevcut İsrail terör devleti de en ileri teknolojilerin ve Batılı iş birlikçilerinin yardımıyla Filistinlilere soykırım uygulamakta ve kusursuz bir apartheid rejimi örneği sergileyerek insanlık tarihine kara bir leke olarak geçebilmek adına elinden geleni yapmaktadır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu