12 Aralık tarihinde ABD Başkanı Joe Biden, İsrail’in Gazze’de ayrım gözetmeksizin yaptığı saldırılardan dolayı uluslararası desteğini kaybetmeye başladığını ve Başbakan Binyamin Netanyahu’nun uzun vadeli bir çözüm için hükümetini değiştirmesi gerektiğini ifade etti. Biden’ın yapmış olduğu bu ve benzeri açıklamalar, ABD’nin geleneksel olarak İsrail’i destekleme politikasını sürdürmesine rağmen, iki ülkenin her konuda tamamen uzlaşamadığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu bağlamda, ABD’nin ilerleyen süreçte, İsrail’in saldırgan davranışlarını sınırlandırması ne kadar olasıdır sorusu tekrar gündeme gelmektedir.
ABD Neden Geleneksel Olarak İsrail’e Destek Veriyor?
Mearscheimer-Walt ikilisinin 2007 yılında “İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası” adlı kitabı, ABD – İsrail arasında var olan özel ilişkinin açıklanması için hâlâ en önemli kaynaktır. Kitap, ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz ve cömert desteği ve bu konuya getirilen olası diğer yanıtları araştırmaktadır. Kitaba göre, ABD’nin İsrail’e geleneksel olarak destek vermesinin tek ve temel sebebi başkanlık ve kongre kurumlarını etkileme ve toplumsal söylem oluşturma gücüne sahip olan İsrail Lobisinin bizatihi kendisidir.
Kitap, ABD’nin İsrail’e verdiği diplomatik, askeri ve ekonomik desteği açıklamaya çalışan diğer açıklamaları iki grupta toplamaktadır. Bunlardan birincisi; İsrail’in ABD için stratejik anlamda oldukça değerli olmasıdır. Ancak bu görüş, İsrail’in hem doğal kaynak bakımından fakir olması hem de hayati bir coğrafi konum üzerinde olmamasından dolayı anlamını yitirmektedir. ABD’nin İsrail’e destek vermesi için gösterilen bir diğer gerekçe ise moral değerlerdir. Buna göre İsrail, Orta Doğu’da bulunan tek liberal demokratik değerlere sahip olan ülkedir. Bunun yanında, Yahudi halkının geçmişte çok acı çekmesi, zayıf olması ve bölgede onu yok etmeye adanmış düşmanlarla çevrili olduğuna dair yaygın bir görüş de mevcuttur. Ancak bu görüşlerde ABD’nin koşulsuz ve cömert bir şekilde İsrail’i desteklemesi için yeterli değildir. Çünkü İsrail günümüzde zayıf ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya değil tam aksine bölgenin en güçlü ve refah içinde olan nadir devletlerinden biridir. Ayrıca İsrail devletinin sınırları içinde yaşayan Arap vatandaşlarına uyguladığı ayrımcılık politikaları ülkenin ne kadar demokratik değerlere sahip olup olmadığının sorgulanmasına yol açmaktadır.
Literatürde anlatılanlardan farklı olarak, kitap ABD’nin geleneksel olarak İsrail yanlısı politikalar almasına neden olan temel güdünün İsrail lobisi olduğunu iddia etmektedir. Genel anlamıyla lobi, ABD’nin İsrail yanlısı bir tutum alması için aktif bir şekilde çalışan gevşek bir koalisyon olarak tanımlanmaktadır. Bu koalisyonun ana çekirdeğini “Amerikan – İsrail Kamusal Olaylar Komitesi” (AIPAC) ve “Büyük Amerikan Yahudi Örgütlenmeleri Başkanları Konferansı” gibi Yahudi yapılanmalar oluşturmaktadır. Bunun dışında, Yahudi olmayan ama bazı çeşitli sebeplerden dolayı İsrail’i destekleyen gruplar da mevcuttur. Örneğin, dini gerekçelerle İsrail’i destekleyen Hristiyan Siyonistler (Evanjelik Hristiyanlar) ya da demokratik liberal değerlerin dünyaya yayılmasını savunan “Yeni Muhafazakârlar” bu grup içinde değerlendirilmektedir.
Söz konusu lobi grupları, ABD seçimlerinde İsrail yanlısı adaylara oy vermek, bu adaylara ekonomik yardımlar yapmak, mektup yazmak ve İsrail yanlısı örgütleri desteklemeye kadar birçok faaliyette bulunmaktadır. Buna ek olarak, lobi sahip olduğu güçle, akademik camiayı baskı altında tutma ve anti-semitizmi bir baskı aracı olarak kullanarak İsrail politikalarına yapılan haklı eleştirilerin önüne geçebilmektedir. Sonuç olarak, Amerikan demokratik sistemi içinde geniş bir faaliyet alanı bulabilen lobiler, karar alıcılar üzerinde baskı kurma ve kamusal söylem oluşturma yollarıyla Amerikan dış politikasını etkilemeyi başarabilmektedir.
Soğuk Savaş Sonrası İsrail Lobisine Rağmen ABD’nin Orta Doğu Politikası
Soğuk Savaş sonrası, ABD’nin Orta Doğu politikası, güç dengelerinden ziyade, İsrail lobisi veya medya yoluyla kamuoyu tepkisi gibi iç politik faktörlerden daha fazla etkilenmiştir. Bu dönemde ABD desteğinde Filistin – İsrail Barışının sağlanması için Oslo süreciyle taraflar arasında belirli bir mutabakat sağlanmıştır. Süreç içerisinde Bush Yönetimi İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’deki yerleşim birimlerini durdurmaması halinde 10 milyar dolarlık kredi anlaşmasını askıya alacağını açıklamıştır. İki taraf arasında gerginlik oluşturan bu durum Haziran 1992 yılına kadar devam etmiş ve aynı yıl İsrail’de yapılan seçimlerde ABD ile uzlaşmacı bir tavrı benimseyen barış yanlısı İşçi Partisi lideri İzak Rabin başbakan olmuştur.
1993 – 95 yılları sonrasında İsrail’de Likud partisinin iktidara gelmesi Filistin tarafında ise Yaser Arafat’ın gücünün aşınmasıyla Oslo Barış Süreci durma noktasına gelmiş ancak ABD’nin müdahalesiyle sürecin yeniden canlanması sağlanmıştır. Taraflar 1998 yılında Maryland’de Wye River malikânesinde yeniden bir araya gelmiş ve İsrail Başbakanı Netanyahu, Oslo Anlaşmaları kapsamında öngörülen barış ve güvenlik için işgal altındaki topraklardan çekilme ilkesini istemeyerek de olsa kabul etmiştir. Bir yıl sonra İsrail’de yapılan seçimlerde İşçi Partisi Lideri Ehud Barack yüzde 56 oyla Netanyahu’yu geride bırakmıştır. Yukarıda verilen örnekler, ABD’nin zaman zaman kendi politikaları için İsrail’in dış politikasını sınırlandırabileceğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
7 Ekim Sonrası Dönemde ABD’nin Tutumu
7 Ekim’de başlayan süreçte, ABD, savaşın bölgeselleşmesini engelleme politikası takip etmiş ve bu doğrultuda Doğu Akdeniz’e yolladığı filo ve nükleer denizaltılarla önemli bir caydırıcılık oluşturmuştur. Bununla birlikte, Biden yönetiminin söylemleri incelendiğinde, Amerikan halkının savaşa verdiği desteğin azalmasına bağlı olarak İsrail’e verilen diplomatik desteklerin de sınırsız olmayabileceği görülmektedir.
Biden, savaşın ilk aşamalarında yaptığı konuşmasında İsrail’e tam destek vereceklerini açıklamıştır. Örneğin, 10 Ekim’de yaptığı açıklamada İsrail’e gerekli olan tüm askeri cephane ve mühimmatları göndereceklerini garanti etmiştir. Biden 20 Ekim’de ise Kongre’den İsrail’e en az 14 milyar dolarlık askeri yardım gönderecek acil durum fon paketi talep ettiğini ifade etmiştir. Biden, 25 Ekim’de ise 6 Ekim’deki statükoya geri dönüş olmayacağını söyleyerek İsrail’e tam destek vereceklerini yinelemiştir.
ABD’nin İsrail’e yönelik desteğinin açık olmasına rağmen iki ülkenin bazı konularda ayrıştığı ifade edilebilir. Biden’ın 15 Kasım’da Washington Post’ta yayımlanan bir köşe yazısında, Filistinlilerin hayatını kaybetmesinden dolayı üzüntü yaşadığını ve Gazze’nin işgal edilip oranın korunacağının düşünülmesinin büyük bir hata olacağını İsrail tarafına açıkça söylediğini belirtmiştir. Başka bir açıklamada ise, Biden, Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik şiddeti kınarken ABD’nin Batı Şeria’da sivillere saldıran aşırı gruplara vize yasağı getirmeye hazır olduğunu söylemiştir. Son olarak, Biden yönetimi, Gazze’deki Filistinlilerin zorla yerinden edilmemesi, bölgede yeniden işgal, kuşatma, abluka veya daraltma yapılmaması ve savaş bittiğinde Filistin halkının Gazze yönetiminin merkezinde olması gerektiğini ifade etmiştir.
Daha önce de bahsedildiği gibi, Biden Yönetimi’nin, İsrail – Hamas çatışmasına yönelik politikalarını yönlendiren en önemli unsurun, küresel aktörlerin pozisyonları ya da uluslararası toplumun baskısından ziyade Amerikan iç politik gelişmeleriyle alakalı olduğu görülmektedir. Örneğin, 14 Kasım’da ABD’de, devletin değişik birimlerinde çalışan 400’den fazla yetkilinin, hükümetin İsrail politikasını protesto eden bir mektup göndermesinin ardından Biden yaptığı açıklamalarla, Beyaz Saray’ın içinde ve ötesinde Gazze savaşı temelinde oluşan bölünmeleri yönlendirmeye çalışmıştır. Biden yönetimi için önemli olan bir diğer konu ise Amerika’da yaşayan Müslüman seçmenlerdir. Amerika 2024 başkanlık seçimlerine giderken, üç yıl önce Müslüman ve Arap Amerikalı seçmenlerin kendisine oy verdiği Georgia ve Michigan gibi değişken eyaletlerde Biden’ın yeniden destek alabilmesi savaşa ilişkin duruşuna bağlıdır. Bunun yanında, ABD kamuoyunda İsrail’e verilen desteğin azalması Biden Yönetimi’nin politikalarını etkileyebilir. 15 Kasım’da Reuters’ın yaptığı bir ankete göre, ABD tarafsız arabulucu olmalı diyenlerin oranı önceki anketlere göre yüzde 27’den yüzde 39’a yükselmiştir. Ankete katılanların yüzde 32’si ABD’nin İsrail’i desteklemesi, yüzde 4’ü ise Filistinlileri desteklemesi gerektiğini, yüzde 15’i ise hiçbir şekilde müdahil olmaması gerektiğini söylemiştir. 27 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında PEW kurumunun yaptığı bir başka araştırma ise Amerikalıların, Biden Yönetimi’nin İsrail-Hamas savaşına yönelik politikasını olumlu bulmaktan ziyade olumsuz olarak algıladığını ve toplumun yarısından fazlasının iki devletli çözüm fikrini desteklediğini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, ABD’nin İsrail’i geleneksel olarak desteklediği açık olmasına rağmen iki devletin bazı temel konularda farklılaştığı ve yakın gelecekte iç politik baskıların artmasına bağlı olarak ABD Yönetimi’nin İsrail’e olan desteğini sınırlandırabileceği beklenmektedir.
Kaynaklar:
https://time.com/6326332/president-biden-israel-hamas-war/https://www.bloomberg.com/news/articles/2023-12-12/biden-pushes-netanyahu-to-change-stance-on-palestinian-statehood