Siyasete Yabancılaşma, Politik Apati ve Tükenmişlik Sendromu

Politik apati, toplumun tümünde veya bir kesiminde benimsenen siyasete ilgisizlik tutumu anlamında kullanılan bir terim. Siyaset bilimi literatüründe genellikle olumsuz bağlamda ele alınan bu kavram, vatandaşlık bilinci, katılımcı demokrasi, tabana yayılan siyaset gibi kavramlara karşı pasif bir tutumla konumlandırılmakta. Politik apati siyasete mesafeli olmayı, katılım göstermekten kaçınmayı, en somut hâliyle de sandığa gitmemeyi işaret ediyor ve demokratik sistemler için bir hastalık olarak görülüyor. Türkiye’de sandığa katılımın yüksek olduğu malum. Ancak oy kullanmanın ötesinde, iki seçim arasında da politik apatiden bahsetmek mümkün. Geçen Mayıs’taki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden beri Türkiye genelinde ama özellikle de muhalefet tarafında gözlemlenen tutum politik apatiye örnek teşkil eder durumda. Oysa seçimden sonra yeni bir kabine kuruldu, yeni politikalar belirlendi, özellikle hükümetin ekonomi politikalarında ciddi bir dönüşüm gözlemlendi, dış politikada kritik gelişmeler birbiri ardına yaşandı. Öte yandan muhalefet kanadının en büyük partisi CHP’nin 13 yıldır genel başkanlığını yürüten Kemal Kılıçdaroğlu kurultayda sürpriz bir şekilde koltuğunu Özgür Özel’e kaybetti. İyi Parti’de yönetim ile parti içi muhalefet arasındaki skandallar gündemden düşmüyor. Ve dahası birkaç ay sonra önümüzde yerel seçimler var. Türkiye yeniden bir seçim sürecinde ancak bir şeyler eksik, bir şeyler donuk. Pek farkında olunmayan, belki de umursanmayan bir süreç yaşanıyor. Şarkıda dendiği gibi,

Eski tadım yok artık, durgunum, duruldum
belli etmedim ama incindim, kırıldım
hep içime atmaktan inan ki yoruldum
ne hâldeyim farkında mısın?

Siyasiler bunun ne kadar farkında bilinmez ama Türkiye’de son birkaç ayda, özellikle muhalefet partileri seçmenlerinde gözlemlenen politik apatinin sebeplerini kabaca iki maddede özetleyelim. Birincisine siyasi yorgunluk, bir nevi tükenmişlik sendromu diyebiliriz. Muharrem İnce’nin geçmişte Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken sarf ettiği meşhur “Her seçimde yenmiş, çıkmışsın yenmiş, yenmiş de yenmiş” sözleri bunun bir işaretiydi. Son 20 yılda Erdoğan kâh başbakan kâh cumhurbaşkanı olarak seçim üzerine seçim kazanırken muhalefet de bu seyri değiştirmek için formül üzerine formül geliştirdi. İttifak senaryoları, aday tartışmaları, kurulan hayaller, yapılan planlar, hatta seçim gecesi bile o ana kadar çok güvendikleri isimlerden “Aramızda kalsın, kazanıyoruz” açıklamaları seçmen kitlesinde bir aldatılmışlık ve yılgınlık durumu oluşturdu. Olmadı, Erdoğan son seçimim dediği seçimi de kazandı. Dünya üzerinde onlarca yıl ülke yönetmiş siyasetçiler var ancak bunu seçimlerden kaçarak yapabildiler. Türkiye ise her biri birbirinden çekişmeli, yüksek gerilimli olan seçim üzerine seçim yaşadı. Erdoğan ise partisinin 2002’de iktidara geldiği seçimlerden bir sonraki 2028 genel seçimlerine kadar girdiği her seçimi kazanarak 25 yıl iktidarda kalmış bir siyasetçi olacak. Değil Türkiye, dünya tarihinde bunun bir benzeri olduğunu sanmıyorum. Bu durum muhalefet seçmeninde, özellikle siyasetle yakından ilgilenen kesimlerde bir tükenmişlik sendromu da doğurdu. Olmadı işte, olamadı, Erdoğan yine yendi. Seçim sonuçları belli olduktan sonra bile kimi muhalif medya kanallarında devam ettirilen kazanıyoruz algısı seçim ertesinde tam bir tükenmişlik sendromu üretti. Bu kitlenin sosyal medya paylaşımlarında yataktan kalmak istemediğini yazan yılgın ve yorgun, karamsar ifadeler bunun bir tezahürüydü. Seçim öncesi coşku ve inanmışlık yerini seçim sonrasında tükenmişliğe, yılgınlığa bıraktı. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde muhalefet tabanında görülen yüksek enerji ve inanmışlıktan eser kalmadı ve yaklaşan yerel seçimler bırakın bir coşku emaresi, farkındalık bile oluşturmuyor.

Ancak üst üste seçim kaybetmekten kaynaklanan, hatta seçim gecesi kazanıyoruz nidalarıyla seçmende oluşan aldatılmışlık hissi bu apatinin sadece bir nedeni. En az o kadar önemli bir neden de seçimin tozu dumanı ortadan kalkınca oluşan bir aydınlanma oldu kanaatimce. Gerek kişisel çevremizde gerek de sosyal medyada gözlemlediğimizde muhalefet seçmeninde “iyi ki kaybetmişiz” şeklinde bir tutum da oluştu. Zafere giden her yol mübahtır düsturuyla oluşturulan ittifaklar, çelişen vaatler, seçim öncesinde belli olan ama görülmek istenmeyen muhalefet içi çekişmeler muhalefet tabanında da artık daha net idrak ediliyor. Bir yanında Zafer Partisi bir yanında HDP ile nasıl bir yönetim ortaya çıkacağı, seçim öncesi bile masadan kalkmalarla, krizlerle boğuşan bir ittifakın seçim sonrası iktidarı nasıl bölüşeceği, seçim öncesi yapılan gizli protokollerden nasıl bir politika çıkacağı soruları sadece kazanmaya odaklanan muhalefet kanadında o an için küçük detaylar olarak görülürken seçim sonrasında adeta bir aydınlanma yaşandı. Seçim sonrasında beklenen istifaların gelmemesi, radikal değişim beklentilerinin karşılıksız kalması da bu aydınlanmayı besledi. Hatta artık muhalefet tabanında bile seçim yenilgisinin aslında hayırlı olduğu yorumları yapılmakta. Hâl böyle olunca önümüzdeki yerel seçimler için muhalefet seçmenlerinin ekserisinin enerjisi düşük, ilgisi yok. Tam bir siyasi yabancılaşma ve apati durumu. Durumu muhalefet için daha kritik kılan unsur ise 2019 yerel seçimlerinin aksine bugün potada yıpranmamış, yeni isimlerin olmaması. Görünen o ki yerel seçimler öncesi muhalefet partilerinin birincil problemi seçmeninin bu apati tutumunu ortadan kaldırmak olacak.

Doç. Dr. Hüseyin Alptekin, Türkiye Araştırmaları Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu