İsrail, insanlık tarihinde görülmemiş bir şekilde Gazze’deki sivil halka bomba yağdırmaktadır. 7 Ekim tarihinden itibaren Gazze’ye düzenlenen bu bombardımanlarda başta çocuk ve kadınlar olmak üzere şimdiye kadar yaklaşık 15 bin civarında sivil insan hayatını kaybetmiştir. İsrail düzenlemiş olduğu bu hunharca saldırıları eleştirenleri, Yahudi düşmanlığı ile suçlayarak anti-semitizm kategorisine dahil edilmeleri için büyük bir çaba harcamaktadır. Bu husus da Avrupa’nın önemli devletleri olan Almanya, Fransa ve İngiltere ile ABD’nin kendilerini kayıtsız şartsız bir şekilde desteklemektedir. Adı geçen ülkelerde 7 Ekim tarihinden önce İsrail’in Filistinlilere karşı uygulamış olduğu politikaların eleştirilmesi kısmen mümkündü. Üniversitelerde ve çeşitli STK’lar aracılığıyla kamuoyuna açık gerçekleştirilen “Orta Doğu” konulu panellerde İsrail’in Filistinlilerin topraklarını gasp ettiği, bile isteye insanları öldürdüğü gibi ifadeler ile İsrail eleştirilebiliyordu. Bütün bunlara “İfade özgürlüğü”, “demokratik hak” kapsamında tahammül edilmekteydi. Fakat 7 Ekim’den bu yana bırakın haksızlığı dile getirmeyi, başta adı geçen ülkelerde buna teşebbüs edilmesine dahi resmî kurumlar aracılığıyla anti- semitizm gerekçesiyle müsaade edilmemektedir. “İnsan Hakları”, “ifade özgürlüğü” gibi tanımları diline pelesenk eden modern Batı, Filistinlilerin uğramış olduğu haksızlığı, yanlı değil de sadece objektif değerlendirmeye çalışanlara dahi tahammül edemeyip yasaklama yolunu tercih etmektedir.
Bölgenin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz mandasına dahil edilmesi ile başlayan haksızlıklar zincirini görüp de bu haksızlığı ifade etmeye çalışan herkes anti-semitizm gerekçesiyle susturulmaktadır. Son günlerde Almanya’da İsrail’i eleştirmek isteyenlere müsaade edilmemesini Almancada zorla susturmak, dilsizleştirmek anlamında kullanılan “mundtot” ifadesi ile açıklamak mümkündür.
Birkaç istisna haricinde tamamen İsrail yanlısı duruş sergileyen AB devletleri ve ABD, kendi aleyhlerinde şekillenmeye başlayan kamuoyunu görsel ve yazılı basın aracılığıyla “mundtod” etmeye çalışmaktadır. İsrail devleti tarafından servis edilen yalan yanlış görüntülerle kamuoyunun İsrail’i desteklemesi istenmekte, Gazze’deki mezalimi gösterebilecek görüntüler ise Hamas yanlısı olarak yaftalanarak itibarsızlaştırılmaya çalışılmaktadır. Almanya ve Avusturya gibi Holokost’un gerçekleşmesinde rol alan devletlerde de resmi makamlar ile STK’lar “İsrail ile dayanışma” yürüyüşleri gerçekleştirerek İsrail’i desteklediklerini göstermişlerdir. Aynı ülkelerde Filistin için yapılmak istenen gösteriler ilk günlerde yasaklanmış, ‘’göstericiler teröristleri destekliyorlar’’ iddiasıyla ve anti-semitizm ile suçlanarak itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır.
Kendisini hümanist, insan haklarının savunucusu olarak tanımlayan Batı devletleri nasıl oluyor da yüz yıldır burunlarının dibinde gerçekleşen bu haksızlıkları görmezden gelebiliyorlar? Dünya tarihinde özel bir yeri olan Yahudi zulüm ve sürgünlerinin sorumlusu olan Avrupalılar, kendi tarihlerinin bir parçası olan zulüm, sürgün ve Holokost’a rağmen nasıl bütün Müslüman devletlerini anti- semitizm ile suçlayabiliyorlar? Nasıl oluyor da insan türünün sahip olabileceği bütün olumlu meziyetlere sahip olduğunu düşünen Batılılar, İsrail devleti kurulduğundan beri Filistin’de gerçekleştirdiği soykırım ve katliamları “savunma hakkı” olarak nitelendirebiliyorlar?
Benyamin Netanyahu, 2006 yılında ana muhalefet lideri olarak Knesset’te yer almaya başladığında, Avrupa ülkelerinin çoğunda aşırı sağcı liderler kategorisinde görülmekteydi. Ana muhalefet liderliğinden başbakanlığa geçtiğinde de yine aşırı sağ siyasetçiler arasında sayılıyordu. Ekim ayında başlayan olayların sanki evveliyatı yokmuş gibi Filistinlileri saldırgan taraf göstererek Netanyahu’nun kayıtsız şartsız yanında saf tutulmaya başlandı. İsrail ve Netanyahu’yu destekleyenler sadece İsrail’dekiler değil, başta ABD, İngiltere ve Almanya gibi AB ülkelerindeki Yahudi ve Hristiyan Siyonistlerdir. Oluşturulmaya çalışılan algı “masum İsrailli”, “vahşi ve saldırgan Filistinli” şeklindeydi. Arzuladıkları masumiyet algısını, İsrail tarafından ajanslara servis edilen görseller ile oluşturabileceklerini düşünen Hristiyanlar ve Yahudi Siyonistler, “masum İsrail” algısını oluşturmanın o kadar da kolay olmadığını devam eden süreçte anladılar. Gazze’den gelen görseller acı gerçekleri kısa zaman içerisinde bütün dünyaya göstermiş oldu. Siyonistlerin algı operasyonu ile arzulanan sonuç elde edilemeyince, dünya kamuoyu Filistin’de olup bitenlerin farkına vardı ve özgür bir Filistin devletinin kurulması gerektiğini dillendirmeye başladı.
Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı İmparatorluğunun dağılması Filistin topraklarının hamisiz kalmasına sebep olmuştur. Manda yönetimi ile toprakları idare eden İngilizler bugünkü haksızlığın temellerini de attılar. Günümüzde olduğu gibi o zamanda kontrollerindeki medya ile gerçekleri değil de kendi menfaatleri doğrultusunda oluşturdukları algıları dünya kamuoyuna sundular. 7 Ekim’den bu yana gerçekleştirilen katliam ve zulüm, İngiliz mandası döneminde başlamış ve İsrail devletinin kurulmasıyla artarak devam etmektedir. İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD’nin yanı sıra Avrupa kıtasının güçlü devletleri Almanya, Fransa ve İngiltere de İsrail’in saldırganlığını ve uygulamış olduğu soykırımı müdafaa hakkı olduğunu iddia ederek desteklemektedirler. Kendilerini insan haklarının mucidi olarak gösteren ve bu hakları bütün dünya ve insanlar için geçerli gördüklerini iddia eden Avrupalılar konu Filistin ve Filistinlilere gelince 100 yıldır suskunluklarını bozmamakta hatta aleni bir şekilde zulmü desteklemektedirler.
Avrupa ve ABD yönetimlerinin bu konudaki tutumlarını anlayabilmek için sadece tarihlerinde Yahudilere karşı gerçekleştirdikleri zulümlerden dolayı vicdanlarını rahatlatmak olarak açıklamaya çalışmak yeterli değildir. İşin içine dahil edilmesi gereken bir konu da mutlaka kutsal metinlerindeki Mesih ve Armageddon olaylarıdır. Bundan dolayıdır ki ABD’nin en güçlü dini gruplarından olan Evanjelistler de İsrail’i ateşli bir şekilde desteklemektedirler.
Kendilerini ABD’nin kurucu unsurlarından sayan Evanjelistlerin, ABD yönetimlerinde oldukça etkili oldukları uzun yıllardır bilinmektedir. ABD İsrail’den sonra dünyanın en büyük Yahudi nüfusuna sahip ülke konumundadır. Kendi içerisinde oldukça konsolide olan Yahudi seçmenler ile Filistin topraklarıyla ilgili beklentileri örtüşen Evanjelistler, ABD’nin Orta Doğu politikasını siyasilerin üzerinde baskı kurarak istedikleri gibi yönlendirebilecek konumdadırlar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra siyasi olarak tamamen ABD’nin kontrolüne dahil edilen Almanya’nın Filistin politikası İsrail ve ABD’nin beklentileri doğrultusunda şekillenmektedir. Almanya’nın bu tutumunun sebebinin sadece Yahudilere karşı olan “vicdani borç” ile açıklanması yeterli değildir. Alman dış politikasının özerk olmadığı sadece Filistin’deki gelişmelerden değil, aynı zamanda Rusya- Ukrayna savaşında takınmış olduğu ABD yanlısı bir tutum ile kendisini göstermektedir. Almanların İsrail yanlısı tutumunun açıklanmasındaki diğer önemli bir konu ise Alman medyasındaki köşe taşlarının kimler tarafından tutulduğu ile alakalıdır. Hristiyan ve Yahudi Siyonistler bu alandaki güçlü varlıkları ile Alman siyaseti üzerinde büyük bir baskı oluşturabilmektedirler.
Filistin’de olup bitenleri bu gerçekleri dikkate almadan açıklamak mümkün değildir. Orta Doğu’da haksızlıkların son bulabilmesi bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasından geçmektedir.