Geert Wilders’in Özgürlük Partisi’nin (PVV) beklenmedik zaferiyle sonuçlanan 22 Kasım 2023’te yapılan Hollanda genel seçimleri, Hollanda’nın ve ötesinin siyasi manzarasında dalgalanmalara yol açmıştır. Merkez sağın hâkim olduğu bir yarış öngörülerinden keskin bir şekilde ayrılan bu sarsıcı değişim, Hollanda siyasetinde yeni bir dönemin habercisi olmakla birlikte, ülkenin hem yurt içindeki hem de uluslararası ilişkilerindeki geleceği açısından önemli yansımaları olacaktır.
Seçim öncesi tahminler büyük ölçüde statükonun devam edeceğini, VVD (Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi) ve CDA (Hristiyan Demokrat Temyiz) gibi geleneksel merkez partilerin güçlü konumlarını koruyacaklarını öngörmekteydi. Ancak Hollandalı seçmenlerin aklında PVV’nin sağcı, popülist gündemini destekleyen farklı bir anlatı bulunmaktaydı. Partinin parlamentodaki koltuk sayısını önemli ölçüde artırması sadece siyasi bir hüsran değil; halkın hissiyatındaki paradigma değişikliğinin açık bir işaretidir.
2023 Hollanda genel seçimlerine baktığımızda, sonuçların 2021’deki siyasi senaryo ile tam bir tezat oluşturduğunu görmekteyiz. Geert Wilders liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV) 35 koltuk kazanarak çığır açmış ve Hollanda siyasetinde 3. büyük parti konumundan ülkenin ana partisi konumuna yükselmiştir. Bu, PVV’nin çok daha az sayıda koltuğa sahip olduğu 2021’deki performansına kıyasla ciddi bir artış olup Hollanda’daki seçmen duyarlılığı ve siyasi tercihlerdeki belirgin bir değişimi yansıtmaktadır.
Dilan Yeşilgöz- Zegerius liderliğindeki Özgürlük ve Demokrasi Partisi 24 koltukla üçüncü sıraya gerilemiştir. Bu, Mark Rutte liderliğindeki VVD’nin parlamentodaki koltukların önemli bir kısmını elde ettiği ve Hollanda siyasetinde baskın bir güç olarak statüsünü koruduğu 2021’deki lider konumundan sonra kayda değer bir düşüştür. 2023 seçimleri, eski Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans liderliğindeki İşçi Partisi ve Yeşil Sol arasında yeni bir ittifakın ortaya çıkışına tanıklık etmiş ve bu ittifak 25 koltuk kazanarak bir koltuk farkla ülkenin en büyük ikinci partisi olmuştur.
Wilders’in liderliğindeki PVV, özellikle İslam ve mültecilere karşı provokatif ve çoğu zaman kutuplaştırıcı duruşuyla bilinmektedir. Wilders’in seçim kampanyası, önceki yıllara göre biraz daha ılımlı bir tonda olsa da sert bir gündemi zorlamaktan çekinmemiştir. Hollanda’nın AB’den çıkış referandumuna gitmesi, sığınmacı kabulünün durdurulması ve Hollanda sınırlarında göçmen geri itme uygulamasının hayata geçirilmesi politika önerilerinin özünü oluşturmaktadır. Partinin manifestosu, en tartışmalı şekilde, camilerin ve İslami okulların yasaklanması da dahil olmak üzere Hollanda’nın “İslamsızlaştırılmasını” savunmaktadır.
Wilders, bölücü söylemine rağmen zafer konuşmasında daha uzlaşmacı bir ton takınarak “yasalar ve anayasa çerçevesinde” çalışmaya istekli olduğunu belirtmiştir. Görünüşe göre diğer sağ ve merkez partileri yatıştırmaya yönelik bir girişim olan bu yaklaşım, Wilders’in yönetimin karmaşık sularında gezinirken destek tabanını genişletmeyi amaçlayan stratejik bir dönüşüne işaret etmektedir.
PVV’nin zaferi Hollanda-Türkiye ilişkilerini yeniden tanımlamaya hazırlanmaktadır. Wilders Türkiye’yi, özellikle de Avrupa Birliği’ne katılma arzusunu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın politikalarını şiddetle eleştirmektedir. PVV’nin yönetimde olmasıyla Hollanda, Türkiye’ye karşı daha çatışmacı bir tutum benimseyerek AB’nin daha geniş dinamiklerini ve Türkiye’nin üyelik teklifi konusundaki tutumunu etkileyebilecektir.
Ancak PVV’nin zaferinin etkisi uluslararası ilişkilerle sınırlı değildir. Hollanda’nın toplumsal dokusu, özellikle de yaklaşık 400.000 Türk kökenli Hollanda vatandaşı için derin etkileri olacaktır. Wilders’in göç ve kültürel entegrasyon konusundaki tutumu, hayatlarını etkileyebilecek potansiyel yasal değişiklikler konusunda endişelere yol açmaktadır. Çok kültürlülük yerine Hollanda kültürel değerlerini vurgulayan politikalar, Hollandalı-Türk toplumu arasında marjinalleşme ve yabancılaşma duygularının artmasına yol açarak toplumsal gerilimleri tırmandırabilecektir.
Buna ilaveten PVV’nin seçim başarısı, milliyetçi ve popülist partilerin zemin kazandığı daha geniş bir Avrupa eğiliminin göstergesidir. Bu siyasi değişim, özellikle ulusal kimlik, göç ve AB gibi uluslar üstü oluşumlara karşı şüphecilik gibi konularda geleneksel merkezci politikalara karşı artan hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır.
Şimdi asıl soru Wilders’in seçim vaatleri ile yönetimin pratikleri arasında nasıl bir denge sağlayacağıdır. Daha geniş bir perspektif yelpazesine uyum sağlamak için duruşunu yumuşatacak mı yoksa gündemini bildiği hararetle mi sürdürecek? Bu soruların yanıtları sadece Hollanda’nın geleceğini şekillendirmekle kalmayacak, potansiyel olarak Avrupa’nın siyasi manzarasını da etkileyecektir.
Sonuç olarak, PVV’nin 2023 Hollanda seçimlerindeki zaferi, ülkenin siyasi tarihinde çok önemli bir dönemi işaret etmektedir. Bu, geleneksel partiler için bir uyandırma çağrısı ve ulusal kimlik ve egemenliğe yönelik değişen kamu tutumlarının bir işaretidir. Hollanda bu yeni siyasi zeminde yol alırken Avrupa’nın ve dünyanın gözü Hollanda’nın bu siyasi dönüşünün daha geniş etkilerini anlamak için yakından izliyor olacaktır.