Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonu bölgesel düzlemde bir paradigma değişimi ortaya çıkardı. Filistin davasının günümüzdeki en önemli aktörü olan Hamas’ın bu çatışma sürecinde bölgenin en güçlü askeri endüstriyel kompleksine sahip devleti olan İsrail karşısında sergilediği direnç Arap ve İslam dünyası kamuoyunda harekete yönelik güçlü bir sempati ortaya çıkarırken Arap siyasi elitlerini de derin bir endişeye sevk etti.
Arap siyasi elitleri arasındaki bu endişenin temel kaynağı, toplumsal meşruiyet tabanı geniş silahlı bir silahlı unsur olan Hamas’ın, “Aksa Tufanı” operasyonu sürecinde sergilediği askeri kabiliyeti politik kazanca dönüştürebilme ihtimalidir. Hamas’ın muhtemel başarısının, politik değişim taleplerini uzun yıllar farklı araçlarla dile getiren Arap halklarına ilham kaynağı olabilme ve Filistin meselesinin parçalı muhalif yapıları rejim karşıtı sistematik bir harekette birleştirebilme ihtimali Arap başkentlerinin en önemli gündem maddesi haline geldi. Hamas’ın bu süreçte elde edebileceği her politik kazanç değişim taleplerini canlandıran bir etki yapacağı için bölgede statükocu Arap siyasi elitleri açısından tehlikeli sonuçlar doğuracaktır.
Muhalifsiz politik sistem hayali
I.Dünya Savaşı sonrasında yapılandırılan bugünkü Orta Doğu bölgesindeki devlet sistemleri yapısı itibarıyla kırılgan ve zayıf bir karakterde kurgulanmıştır. Çoğu tek adam veya tek bir hanedan tarafından yönetilen, toplumsal meşruiyet tabanları zayıf bu politik sistemler için en büyük tehdit çoğunlukla içeriden kaynaklanır. Dolayısıyla bölgedeki rejimler açısından yabancı bir devletin işgal ve istilasından ziyade kendi halkının değişim talepleri en büyük tehdit kaynağı olarak kabul edilmektedir.
İçeriden kaynaklanan tehdide odaklanan bu ülkelerde güvenlik sektörü ülke toprak bütünlüğü ve rejim güvenliğine yönelik yabancı bir devletten kaynaklanan tehdidi caydırmaktan ziyade içerideki muhalefeti kontrol altında tutma amacına uygun olarak yapılandırılmıştır. Hatta bazı Arap ülkelerinde güvenlik sektörü farklı kollara ayrılarak kendi aralarında rekabete zorlanmakta, bu sayede güvenlik sektörü içerisindeki muhalif unsurların rejimi tehdit etmeye dönük faaliyetleri dengelenmektedir.
Benzer bir politika, yönetilenlerin parçalı yapıda kalması sağlanarak toplumsal seviyede de takip edilmektedir. Bölgedeki rejimler ülkedeki farklı etnik mezhepsel yapılar arasındaki ihtilafları derinleştirilerek bu yapıları birbirine karşı bir denge unsuru olarak kullanmaktadırlar. Toplumsal yapıların parçalı yapıda kalması sağlanarak rejim karşıtı muhalefetin bir bütün halde hareket etmesi engellenmektedir.
Zayıf ve kırılgan politik yapılarından ötürü Orta Doğu’daki rejimler için en büyük endişe kaynağı kitlelerin değişim taleplerini coşturan ulusaşırı ideolojiler ve toplumsal meşruiyet tabanı geniş örgütsel yapıların liderlik ettiği kitle hareketleridir. Filistin meselesi yüz yılı aşan bir süreçte hem tüm bölgeyi saran ulusaşırı ideolojilerin ortaya çıkmasında hem de parçalı muhalif yapıların statükocu rejimler karşısında birleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Arap Siyasi Elitlerin Endişesi
2010 yılında başlayan Arap Baharı süreci Arap halklarının politik değişim taleplerini en yüksek perdeden dile getirdiği bir dönem oldu. Bölge genelinde yaşanan çok yoğun gerilime ve ödenen yüksek maliyete rağmen kitleler, değişim taleplerini politik sisteme yansıtmakta başarısız oldular. Netice itibarıyla güçlü ekonomi politik kaynaklara sahip statükocu aktörler Arap sokağındaki statüko karşıtı dalgayı bastırmayı başarmış oldular.
Bugün başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında İsrail’in genişleyen saldırganlığı ve Hamas’ın sergilediği direncin bölgesel düzlemde en önemli iki sonucu olacaktır; Filistin’e destek gösterilerinin Arap sokağındaki parçalı toplumsal yapıları birleştirerek rejim karşıtı bir düzleme taşıması ve bazı muhalif yapıların Hamas benzeri yöntemler kullanmaya yönelmesi.
İlk olarak; İsrail’in saldırılarının başladığı günden itibaren tüm bölge genelinde yoğun bir protesto dalgası ortaya çıktı. Arap halkları Arap Baharı sürecinden sonra ilk kez sokaklara inerek, yönetimlerin aksine, Filistin meselesinde güçlü bir duyarlılık sergiledi. Bu protestoların, parçalı muhalif yapıları birleştirerek rejim karşıtı genel bir dalgaya dönüştürebilme ya da İsrail karşıtı protestocuların Filistin meselesini toplumsal tabanı geniş güçlü siyasi hareketlerin kalıcı gündemi haline getirebilme ihtimali Arap siyasi elitlerinin en büyük endişe kaynağını teşkil etmektedir.
İkinci olarak; uzun yıllar Filistin davasının en önemli aktörü olan devlet dışı silahlı bir örgütün İsrail karşısında elde edebileceği askeri başarıları politik kazanımlara dönüştürebilme ihtimali devlet dışı silahlı bir aktör modelini bölge genelindeki muhalif yapılara ilham kaynağı haline getirebilir. Caydırıcı bir askeri kabiliyete sahip olmayan, toplumsal meşruiyet tabanı zayıf rejimlerin ister silahlı ister silahsız muhalefet karşısındaki sınırlı etkinlikleri karşısında bazı muhalif yapıların “Hamasvari” yöntemlere yönelme ihtimali Arap siyasi elitlerini endişelendirmektedir.
Filistin meselesi gibi etnik ve mezhepsel yapılar üstü evrensel bir gündem, değişim talep eden Arap sokağını bölgedeki rejimler karşısında birleştirebilir. Hamas’ın sahada sergilediği güçlü askeri direnişi politik kazanca dönüştürebilme ihtimali Arap sokağının değişim taleplerini yeniden canlandıracaktır. Bu yüzden bölgesel statükoyu yaşamsal bir mesele olarak algılayan Arap siyasi elitleri Filistin meselesinde devlet dışı silahlı bir aktör olan Hamas’ın politik kazanç elde edebileceği bir denkleme sıcak bakmayacaklardır. Başta Arap ve İslam dünyası olmak üzere küresel ölçekte kamuoyunun İsrail’in Hamas karşısında başarısız olması için sergilediği tutum Arap siyasi elitlerinin endişesini derinleştirmektedir.