Lübnan, nüfusunun farklı dini gruplardan oluşması sebebiyle hukuk sistemi açısından kendine münhasır özellikler göstermektedir. Bu durum hem devlet teşkilatıyla ilgili kuralların kaynaklarının mevcut olduğu yer açısından hem de bu kuralların özellikleri açısından söz konusudur. Ülkede kamu hukuku sahasında kabul edilebilecek olan, devlet erkleriyle ve bunlar arasındaki ilişkilerle ilgili kurallar meşruiyetini hem yazılı kurucu metinlerden hem de sözlü mutabakatlardan alır. Bir başka tabirle, devlet işleyişiyle ilgili prensipleri düzenleyen anayasanın yanında sözlü ve yazılı mutabakatlar da vardır. Bunlar da pratikte oldukça önemli sonuçlar doğuran kuralları içerirler. Lübnan’ı devlet sistemi açısından çevre ülkelerden ayıran bir diğer özellik devlet organlarının işleyişine ilişkin kuralların ülkenin nüfus dağılımı sebebiyle oldukça farklı olmasıdır. Dolayısıyla anayasa ve ilgili mutabakatlardaki bu kurallar mezhep grupları arasındaki çok hassas bir gerilimi temsil ettiğinden oldukça kırılgandır. Bu yüzden dengeyi bozucu en küçük problemde dahi Lübnan idare teşkilatı tıkanmaya müsait bir yapıdadır.
Bir Çıkmaz: Lübnan’da Anayasal Rejim
Fransızlar’ın kontrolünde hazırlanan 1926 Lübnan Anayasası oldukça tartışmalı bir metindir. İlerleyen yıllarda manda yönetiminin sona ermesiyle bağımsızlığın ilanı, iç savaş yıllarındaki politik krizler ve demografik dağılımın değişkenliği gibi sebeplerle ilga edilip yerine yeni bir anayasa hazırlanması gündeme gelmiştir. Fakat yeni anayasa için mezhep grupları arasında uzlaşının bir türlü sağlanamaması sebebiyle mecburen anayasanın tadili tercih edilmiştir. 1926 Lübnan Anayasası ilerleyen senelerde tadil edilmiş olmasına rağmen büyük oranda aynı hükümlerle hala yürürlüktedir. İlave olarak belirtmek gerekir ki, bugün olduğu gibi, geçmişte de cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili söz konusu olan problemler yüzünden anayasanın askıya alındığı da olmuştur.
Lübnan hukuk sisteminde 1926 Anayasasının yanında sözlü ve yazılı mutabakatların da etkisi vardır. Öyle ki, Lübnan Anayasasının madde sayısı az olduğundan ve pratikteki problemlerle ilgili düzenlemeler genelde anayasada yer almadığından bu mutabakatların etkisi daha fazladır. Örneğin, cumhurbaşkanının Marunî, başbakanın Sünni ve meclis başkanının Şii cemaatlerinden olacağına ilişkin kural zannedilenin aksine kaynağını anayasadan değil, 1943 tarihli sözlü mutabakattan alır. Bunun yanında on beş senelik iç savaşı sonlandıran ve takiben imzalanan 1989 Taif Mutabakatı da bir sonraki sene gerçekleştirilen anayasa değişikliklerini etkileyen ve genel manada kamu hukuku alanında etkileri olan bir metindir. Bir açıdan bu mutabakatlardaki ilgili hükümler pratikte anayasadan daha fazla etkilidir denilebilir. Mutabakatlar o derece etkilidir ki; anayasa kapsamında mezhepçi yapının kalkacağı beyan edilmesine rağmen, sözlü ve yazılı mutabakatların etkisiyle bu geleneksel yöntem hâlâ devam etmektedir ve Lübnan’ı büyük oranda krize sürüklemektedir. Görüldüğü gibi Lübnan, anayasal hükümlerinin dağınıklığı açısından oldukça farklı modele sahiptir.
Lübnan, mezhepçi düzenlemeleri içinde barındıran parlamenter bir cumhuriyettir. Genel manada parlamenter sistemlerde olduğu gibi cumhurbaşkanlığı büyük oranda devleti temsil gücünü taşıyan bir makamdır. Çoğunlukla parlamenter sistemlerde cumhurbaşkanlığı makamının çeşitli sebeplerle boş kalması halinde bu makama vekalet edecek yetkili de önceden belirlenmiş olur. Lübnan’da ise bu makama vekâlet edecek bir vekillik makamı ne anayasada ne de bahsedilen anayasal nitelikteki mutabakatlarda düzenlenmiştir. Gerçekten de anayasanın 62. maddesindeki ilgili düzenlemeye göre; cumhurbaşkanlığı makamının herhangi bir sebeple boş kalması halinde bakanlar kurulu bu makamın yetkilerini vekâleten kullanır. Bu sebeple, tarihi cumhurbaşkanı seçimleriyle ilgili problemlerle dolu olan Lübnan, pratikte yetkilerin dağılımıyla ilgili pek çok sorun yaşamıştır.
Halihazırda Lübnan’da yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi ilk defa karşılaşılan bir problem değil. Lübnan’da son Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın seçilmesinin de yaklaşık olarak iki buçuk yıl süren meclis oturumları sürecinin sonunda olduğunu burada hatırlamak gerekir. Mişel Avn’ın görevinin sona ermesinden sonra henüz bir sene geçmiş olsa da ekonomik olarak kötü gidişata Körfez’in maddi desteğini ülkeden çekmesi, Aksa Tufanı sonrası Lübnan’ın güneyinde yaşanan olaylar ve Hizbullah mensuplarının ABD ve İsrail aleyhindeki sert beyanatları gibi sebepler de eklenince bu sefer problemler daha da ciddi gözüküyor. Bu girift durum, Lübnan’ın ekonomisini, istikrarını olumsuz yönde etkilediği gibi Suudi Arabistan ile ilişkilerine, ABD mali desteğine ya da Lübnan’ın IMF’den borç almasına varıncaya kadar bütün uluslararası ilişkilerini de çıkmaza sürüklüyor.
Büyük Endişe: Kriz Ortamında İran ve Hizbullah’ın Artan Gücü
Cumhurbaşkanlığı seçimi için şu ana kadar on iki oturum yapılmasına rağmen anayasanın aradığı oranlara ulaşılamadığından cumhurbaşkanlığı seçimi için bu oturumlar devam edecek.
Son senelerde Lübnan’da cumhurbaşkanlığı koltuğunun boş kalması veya Mişel Avn gibi etkisiz sayılabilecek bir cumhurbaşkanının koltukta olması güvenlikçi politikalar izleyen Hizbullah’ın otoritesinin güçlenmesini sağladı. Hizbullah, kriz dönemlerinden çoğunlukla lehine sonuçlar çıkarmayı başarabilen bir yapıdır. Burada 2006 senesinde İsrail’in Lübnan’ın güneyinden çekilmesi sonrasında Hizbullah’ın artan oy oranıyla birlikte bunu bir propaganda malzemesi olarak kullanması örnek olarak verilebilir. Mevcut otorite boşluğunda Hizbullah Lübnan’da oldukça etkin konuma yükselmiş gibi gözüküyor. Her ne kadar bu boşluk ortamı Hizbullah’a yarasa da yakın dönemde cumhurbaşkanı seçimleri tekrar gündeme geleceği için Hizbullah, Beşar Esed’e yakınlığı ile bilinen Süleyman Franciyye ismi üzerinde ısrar etmek durumunda kalacaktır.
Hizbullah’ın artan gücüne bağlı olarak Lübnan kamuoyu Hizbullah’ın olası bir savaşı tetikleyebileceği endişesini taşımaktadır. Nitekim siyasi parti liderlerinin güneydeki problemi çözeceğine dair başbakana olan destek açıklamaları, başbakanın devam eden yurt dışı ziyaretleri ve Fransa Savunma Bakanı’nın Lübnan’ı ve başbakanı ziyaret etmeyi planladığını beyan etmesi gibi gelişmeler esasında Hizbullah’ın saf dışı bırakılmasının arzulandığını gösteren eylemlerdir.
Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin Lübnan’ı Aşan Önemi
Lübnan’da henüz bir cumhurbaşkanının seçilememiş olması, bu gündeme bağlı olarak etkili karar alabilen ve bunu uygulayabilen bir başbakan veya bakanlar kurulunun olmaması Lübnan’ı dış müdahalelere açık bir pozisyona getirmektedir. Hizbullah aracılığıyla İran’ın Lübnan’da kurduğu açık nüfuza karşın geçen hafta ABD bakanlık sözcüsü tarafından yapılan açıklama ve aylar önce ABD, Katar, Mısır, Fransa ve Suudi Arabistan tarafından müştereken ilan edilen beyanname yalnızca Lübnan’da anayasal gerekliliklerin yapılması ve cumhurbaşkanının derhal seçilmesi gerektiğine yöneliktir. ABD ve Suudi Arabistan, Hariri döneminin aksine cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir ismi öne çıkarmak gibi doğrudan aktif bir rol almamayı tercih etmiş gibi gözüküyorlar. Fransa da arabuluculuk rolü üzerinde ısrar ediyor. İlave olarak Beşar Esed ile yakınlığı bilinen cumhurbaşkanı adayı Süleyman Franciyye’nin seçilmesi halinde Lübnan üzerinde yeniden Suriye rejiminin etkilerinin doğma ihtimalini burada vurgulamak gerekir. Nitekim Süleyman Franciyye geçen sene verdiği bir beyanatta Esed’in küresel güçlere karşı zafer kazanan bir kahraman olduğunu söylemiş bir isimdir. Dolayısıyla Amerika, Fransa ya da Suudi Arabistan’ın bu pasif tutumu yakın gelecekte İran ve Suriye’nin Lübnan üzerindeki etkilerini artırmasına sebep olabilir.