Kemal Kılıçdaroğlu, Kemalist siyasete yaslanan bürokratik vesayetin gücünü kaybetmesinin ardından CHP’nin genel başkanlığı koltuğuna oturdu. Vesayetin sonu Türkiye içinde siyaset mühendisliğine soyunan küresel aktörlerin milliyetçi yönü ağır basan Deniz Baykal’ı siyaset dışı bırakmasıyla çakıştı. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığını alması parti içindeki doğal çekişmelerin bir sonucu olmaktan öte bu iki faktörün – vesayetin sonu ve küresel güçlerin müdahaleleri – bir sonucuydu. Kılıçdaroğlu, Kemalist bürokratik vesayet sonrası ve küresel aktörlerin ülke içine doğrudan ve yoğun müdahalelerde bulunduğu bir dönemde partisine bir yol çizmeye çalıştı. Kılıçdaroğlu’nun siyasetinin hedefinde küresel aktörlerin istediği bir muhalefet partisi yaratmak ve arkasına aldığı küresel destekle iktidara yürümekti. CHP Kılıçdaroğlu liderliğinde Kemalizmin laiklik üzerinden siyaseti belirleme gayesini bir kenara bıraktı ve Türkiye’yi küresel aktörlerin Türkiye için çizdikleri vizyona uygun hale getirmeye çalıştı. Bu sebeple Türkiye’nin bağımsızlık için attığı her adımı baltalamak Kılıçdaroğlu’nun siyasetinde belirleyici oldu. Kemalizm, laiklik üzerinden ülkeye nizam vermeye çalışsa da büyük oranda küresel aktörlere karşı mesafeli bir duruş sergilemiştir. Bunu CHP’nin genel başkanlığını yapmış Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Bülent Ecevit ve Deniz Baykal gibi önemli siyasetçilerin siyaset çizgisinde görmek mümkündür. CHP’nin siyaset tarihinde Kılıçdaroğlu hem laikliği hem de özellikle bağımsızlıkçı çizgiyi aşındıran bir lider olarak yerini aldı.
İttihatçılık ve Kemalizm
2016 sonrasında iyice billurlaştığı şekliyle Türkiye siyaseti, yerli-milli siyaset tarafından belirlenmeye başladı. Yerli-milli siyasetin özünü Türkiye’yi Batıcı ideolojinin baskıcı ve yabancılaştırıcı etkisinden kurtarmak ve buradan uluslararası siyasette özne konumuna getirmek oluşturmaktadır. Bu haliyle bazı siyasi analistlerin yaptığı gibi yerli-milli siyaseti milliyetçi ve bağımsızlıkçı İttihatçılığa indirgemek ve neo-İttihatçılık olarak adlandırmak hatalı olur. Selçuklu ve özellikle Osmanlı siyaset tecrübesinin yerli-milli siyasete ilham kaynağı olduğunu söylemek daha doğrudur. İttihatçılık, Tanzimat tecrübesinin etkisiyle ve aynı zamanda ona karşı koyarak şekillenmişti. İttihatçılar, Tanzimat siyasetinin Batılılaştırıcı etkisinin bir ürünüydü. İttihatçılar, Tanzimat döneminde kurulan okullarda eğitim almış ve Tanzimat’ın belirlediği Batıcı-laik ideolojiyi benimsemiş bir kadro hareketiydi. Unutulmamalıdır ki Türkiye’de laiklik yönünde atılan büyük adımlar, İttihatçılık zamanında gerçekleşmiştir. Kemalistler, İttihatçıların bu mirasını devralarak nihayete vardırmıştır. Ancak diğer yandan İttihatçılar, Tanzimatçılığın sebep olduğu bağımsızlık kaybının rahatsızlığını taşıyorlardı. İttihatçılar dolayısıyla Tanzimat siyasetinin çizdiği sınırlar içerisinde kaldılar ancak Tanzimat’ın sebep olduğu bağımsızlık kaybını gidermeye çalıştılar. Tanzimatın aşırıya kaçan, bağımsızlıktan ödün veren yönlerini törpüleme hedefi güttüler. Yerli-milli siyaset ile İttihatçılar arasındaki ortak yönün bağımsızlıkçılık olduğu doğrudur. Ancak Batıcı-laiklik, elbette milliyetçi versiyonuyla, İttihatçılar tarafından reddedilmedi. Yerli-milli siyaset, bağımsızlıkçı ideallerin yerliliğe vurgu yapılmadan elde edilemeyeceği inancını taşımaktadır. Yerli-milli siyasete göre kendisini yerel değerlerle tanımlayamayan ve buna uygun bir siyaset vizyonuna sahip olmayan bir aktörün bağımsızlık iddiası havada kalmaktadır. Bu yönüyle İttihatçı siyasetten net bir şekilde ayrılmaktadır. Yerli-milli siyaset, Tanzimat öncesinin yerli değerlerine dönmeyi ve Türkiye’yi mevcut uluslararası şartlarda yeniden bu değerlerin ışığında etkin ve otonom bir siyasi aktör olarak üretmeyi hedeflemektedir. Bağımsızlık ile kültürel otantiklik arasında bağ kurmaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si hem yerel değerlere olan alerjisi hem de bağımsızlıkçılık ile olan sorunlu ilişkisi açısından yerli-milli siyasetin karşısında oldu. Kılıçdaroğlu militan laikliğin yenilgisiyle tepkisel bir şekle bürünen toplumsal kesimlerle bağımsızlıkçılıktan rahatsız olan kesimleri bir araya getirmeye çalıştı. Ancak özellikle muhalefeti oluşturan bu amorf kütlenin iç çelişkileri ve birbiriyle çelişen talepleri nedeniyle ortaya anlamlı bir siyaset koyamadı. Kılıçdaroğlu’nun siyaseti düzen kurucu pozitif bir siyaset olmaktan ziyade, yerli-milli siyasetin düzen kurucu hamlelerini baltalamaya çalışan negatif ve yıkıcı bir siyaset oldu. Mevcut siyasi şartlardan memnun olmayan ancak çıkarları yıkmanın ötesinde çakışmayan siyasi-toplumsal aktörleri bir araya getirmeye çalıştı. Dolayısıyla, kurmaya çalıştığı ittifaklar seçim ittifakı olmanın ötesine geçerek bir düzen öngörüsü olan siyasi ittifaka dönüşemedi. Toplumun genelinde düzen kurucu bir vizyona sahip olmaması nedeniyle güven oluşturamadı ve inandırıcılık sorunu yaşadı. Bu sebeple sürekli ve seri yenilgiler almaktan kurtulamadı.
Ne var ki Kılıçdaroğlu CHP içerisindeki değişimciler olarak adlandırılan ekibin sağcılık suçlamalarından da kurtulamadı. Bunda laikliğe olan vurguyu bir kenara koyarak toplumun muhafazakâr kesimlerine ulaşmaya çalışmasının etkisi büyüktür. Laiklik hassasiyeti olan kesimler buna rağmen Kılıçdaroğlu’nu rezerv koyarak uzun bir süre desteklemeye devam ettiler. Kılıçdaroğlu’nun bu kesimler nezdindeki kabahati verilen onca tavize rağmen yerli-milli siyaseti alt edememiş olmasıydı. Sonuçta yıkmaktaki başarısızlığı, koltuğunu kaybetmesine yol açtı. Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi birçok analistin iddia ettiği gibi partiyi sağa çekmesi değildir. Yıkıcılık konusundaki başarısızlığıdır.
Özgür Özel Dönemi CHP’si
Kılıçdaroğlu sonrası CHP’nin sağa açılımı bir kenara koyarak yeni genel başkan Özgür Özel döneminde sola yelken açacağı beklenmektedir. Ancak bu, Kılıçdaroğlu’nun sağa kaydığı için kaybettiğini işleyen yanlış analizin bir sonucudur. Yeni parti yönetiminin sol üzerinden bir siyaseti gündeme alması pek mümkün gözükmemektedir. Bunun en önemli gerekçesi yerli-milli siyasetin hem devlet elitleri hem de toplum katından büyük bir desteğe sahip olmasıdır. Öngörülen sol siyasetin, yerli-milli siyasetin sınırlarını çizdiği siyasi ortamda anlamlı ve düzen kurucu bir siyaset üretmesi mümkün değildir. Öngörülen sol siyaset Batıcılığı geri getirmek istemektedir ve bağımsızlıkçılığı kucaklamaktan da uzaktır. Bu siyasetin devlet elitlerinden ve toplumdan seçim kazandıracak bir destek görmesi mümkün değildir. Bu sebeple, sol siyasette ısrar edilmesi durumunda yeni parti yönetiminin Kılıçdaroğlu’nun taşlarını döşediği siyaseti devam ettirmekten başka bir çaresi bulunmamaktadır.
Yeni parti yönetiminin iktidara ulaşmak için yerli-milli siyaseti benimsemesi gerekir. Ancak bu durumda dayandığı toplumsal kesimler ve parti etrafında toplanan elitleri kendisinden uzaklaştırma ve yabancılaştırma riski bulunmaktadır. Yeni parti yönetiminin kendi elitlerini ve tabanını yerli-milli siyasete ikna etmeye çalışması önündeki tek işleyecek ve kazandıracak siyasettir. Bunun ne denli meşakkatli bir yol olduğu ortadadır. Çünkü CHP’li elitler ve toplumsal kesimler, yerli-milli siyasetin benimsenmesini yenilgi ve boyun eğmek olarak algılamaktadır. Duygusallığın bu denli hâkim olduğu bu ortamda ikna çabaları istenen sonucu vermeyecektir. Bunun varacağı nokta CHP’nin dağınık görüntüsünün belli bir süre daha devam edecek olmasıdır. Özel dönemi CHP’sinin bu bağlamda bir terazide olacağını öngörmek mümkündür.