İsrail saldırganlığının giderek artması ve saldırıların artık tartışmasız şekilde soykırıma dönüşmesi, çocuk ve kadınların çoğunlukta olduğu sivillerin sürekli hedef alınması, çok sayıda hastane, ibadethane ve okulların tekrar tekrar bombalanması, yaptıkları katliamlara ise İsrail tarafından dini referanslar verilerek sürdürülmesi, İslam dünyasını oluşturan bireyler ve toplumlar nezdinde ve kamuoylarında gözlerin İİT’ye çevrilmesine, İİT nezdinde somut adımlar atılmasına yönelik bir beklentiyi de ortaya çıkardı.
Nitekim 4 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetecilere yaptığı açıklamada da hem zirvenin önemini hem de zirveden beklentilerini “İslam İşbirliği Teşkilatı Riyad Zirvesi’ni çok önemsiyorum. Riyad’da biz ateşkes için hem yükleneceğiz hem de bu ateşkeste usul itibarıyla neler olması lazım, esasta neler olması lazım onun ön çalışmalarını yapacağız. Zirvede bu usul-esas konusunda sunumlarımızı yapacağız ve buna göre inşallah ateşkes için şartları zorlayacağız.” ifadeleriyle dile getirmiş ancak bunların gerçekleşebilmesi için gerekli olan koşulu da sözlerinin devamında “Burada tabii özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin duruşu çok önemli.” şeklinde dile getirmişti.
Türkiye de İİT’den hem beklentilerini ortaya koymuş hem de İİT üyeleri arasındaki uyumsuzlukların da farkında olarak İİT’yi bu anlamda zorlayıcı bir aktör olacağının işaretlerini vermiştir.
11 Kasım Zirvesinin Yapısal Önemi
İslam İşbirliği Teşkilatının 8. Olağanüstü Zirvesi 11 Kasım 2023 tarihinde Suudi Arabistan’da toplandı. Zirvenin toplanması, hadiselerin başlangıcı olan 7 Ekim’den sonra 36. güne tekabül ediyor. Geçen 35 gün zarfında muhtelif devletlerin, uluslararası kuruluşların, STK’ların ve İsrail saldırganlığına tepki gösteren muhtelif ülkelerdeki kalabalık halk kitlelerinin BM’ye, ABD’ye ve uluslararası topluma yönelik İsrail’in durdurulması çağrıları bir karşılık bulmadı.
Uluslararası yapının ve mekanizmalarının çalışmadığı, uluslararası hukukun işlemediği bu süreçte, İİT ve zirvelerine hem gözlerin çevrilmesine hem de önem atfedilmesine neden olan bir diğer husus da İİT’yi ortaya çıkaran hadisenin, İİT’nin kuruluş ve varlık nedeninin bizzat Kudüs ve Mescid-i Aksa olmasıdır. 1969 yılı ağustos ayında Avustralyalı bir Yahudi tarafından Mescid-i Aksa’nın yakılması girişimi üzerine 22-25 Eylül 1969 tarihlerinde ilk zirve 25 ülke katılımıyla toplanmış ve o günden bu güne olağan ve olağanüstü zirvelerinde Filistin en önemli gündem olagelmiştir.
1969’da ilk zirve toplanması sürecine girildiğinde mesele Arap Zirvesi mi yoksa İslam Zirvesi çatısı altında mı olmalı hususu da bir tartışma konusu olmuştur. Bu anlamda Arap devletleri arasında görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştır. Nitekim 21-23 Aralık 1969’da Arap Zirvesi de ayrıca toplanmıştır. 11 Kasım’daki bu Zirveyi olağandışı, olağanüstü ve tarihi yapan bir diğer özellik ise Zirve’de bu kez ilk defa İİT ve Arap Birliği birlikte toplanmıştır.
Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin konusu, bütün İslam dünyasını bir araya getirebilmiş yegâne unsur olmuştur. İİT ve üyelerinin son dönemde Filistin meselesine olan yaklaşımlarındaki düşüş ve İsrail ile olan ilişkilerindeki değişim, İİT’nin de sorgulanmasını beraberinde getirmişti. 11 Kasım Zirvesi, Filistin konusunun bu özellik ve potansiyelini muhafaza ettiğini hatta Arap Birliğini de eklemlediğini göstermiştir. Bundan sonra bu birlikteliğin daha işler ve etkin hale gelmesi muhtemeldir. 1948 sonrasında yaşanan ve siyasi tarihte yer alan hadiseler veri kabul edildiğinde, bölge gerçekleri göz önüne alındığında, bugün bu iki büyük aktörün mevcut durumda İsrail’i durduracak mekanizmaları harekete geçiremiyor olmaları halinin değişmez olduğunu varsaymak ve sürekliliğini kabul etmek, ihtimal dışıdır. Bu iki büyük aktörün yapısal özelliklerinin sahip olduğu potansiyelin, bölgesel dengeleri ve gelişmeleri değiştirebilecek kapasitede olduğunu söylemek mümkündür. İsrail saldırılarının durmaması ya da BM veya Batılı aktörler tarafından durdurulamaması durumunda, İİT ve Arap Birliğinin tutumlarında kırılmalar ortaya çıkarabilecek, kaçınılmaz ve daha ileri adımlar atması noktasında zorlayıcı olabilecek hatta 1969’da İKÖ’nün kuruluş sürecinde olduğu gibi refleksler üretebilecektir. Nitekim 36 gündür daha sessiz kalan Suudi Arabistan, ev sahibi ve dönem başkanı olarak Zirve toplantısında İsrail’i eleştiren bir konuşma yapmıştır.
11 Kasım Zirvesi Sonuç Bildirgesinin Önemi
Öncelikle Zirve toplantısından, İsrail’in saldırılarının bir an önce sona erdirilmesi, ateşkesin sağlanması ve İsrail’in durdurulmasına ilişkin beklentileri kısa sürede sağlayabilecek bir mekanizmanın tezahür etmediğini söylemek mümkündür. Sonuç bildirgesi de bu mahiyeti taşımamaktadır. Bunun temel nedeni ise İİT ve Arap Birliği üyesi ülkelerin atılabilecek birtakım adımlarda eş güdüm, uyum ve beraber hareket etme, alınabilecek kararlara her üyenin katılma ve riayet etme yeteneğinden yoksun olmalarıdır. Nitekim İsrail’e yönelik ambargo uygulanması gibi yaptırım konusunun gündeme geldiği ancak dört Arap ülkesinin (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Fas, Bahreyn) reddettiği bilgisi kamuoyunda yer aldı. Bu dört ülkeden Suudi Arabistan ve Fas’ın İİT’in ilk hali olan İKÖ’nün 1969 kuruluş toplantısının yapılması noktasında çaba gösteren, öncülük eden ve çağrıda bulunan iki ülkeden her ikisinin olması oldukça önemli ve trajiktir. İKÖ’nün ilk toplantısı Suudi Arabistan’ın desteği ve Fas Kralı’nın çağrı mektubu ile Fas’ın başkenti Rabat’ta gerçekleşmiştir. Bu İİT içerisindeki savrulmayı da net olarak göstermektedir.
İkinci olarak Zirvenin Filistin meselesi konusunda Arap İslam Dünyasını tekrar konsolide ettiği ve bir araya getirdiğini, İslam ve Arap dünyası devletlerinin ekseri nezdinde ilgi ve irtifa kaybetmiş olan meseleye tekrar sahiplenilme yönelimini ortaya çıkardığı görülmektedir. Adeta Filistin konusunda beyin ölümü yaşamaya ramak kalmış olan İİT, Arap Birliği ile birlikte de hareket edebileceğini de fark ederek bir tutum içerisine girmiştir.
Üçüncü olarak; 31 maddelik bir sonuç bildirgesi yayımlanmıştır. Bu sonuç bildirgesiyle, İKÖ/İİT’nin ekseriyetle alışılagelen kınama ve İsrail’e yönelik klişeleşen detay ve yol haritası içermeyen çağrılarının bir adım ötesine geçilmiştir. Maddelerde İsrail’in eylemleri detaylı olarak tavsif edilerek uluslararası hukuk açısından hangi kapsamda değerlendirileceği kayıt altına alınmıştır. 23. maddede İsrail’in kullandığı fosfor bombalarından bahsedilmiş, 22. maddede İsrailli bakanların kullanma arzusunu beyan ettiği nükleer silaha dikkat çekilerek BM nezdinde bir konferans toplanması talep edilmiş, 14. maddede yarım milyon Filistinlinin yerlerinden edilmesinin savaş suçu teşkil ettiği belirtilerek BM’nin tüm organizasyonlarına çağrıda bulunulmuş, 8. maddede Uluslararası Ceza Mahkemesinden insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında inceleme başlatılması talep edilmiş ve bunların belgelendirilmesi için İİT ve Arap Birliği’nin takipçisi olacağı ifade edilmiştir.
Sonuç bildirgesinde oldukça dikkat çeken diğer hususlardan birisi de 11. maddede yer almaktadır. Bu madde ile 7 ülke Dışişleri Bakanları (Suudi Arabistan Krallığı, Filistin, Ürdün, Mısır, Katar, Türkiye, Endonezya, Nijerya) Gazze’deki savaşı durdurmak ve kalıcı kapsamlı bir barışı sağlamak için baskı yapmak üzere uluslararası bir eylem başlatmakla görevlendirilmiştir.
En dikkat çeken bir diğer iki husus da 15. maddede Filistinlilerin yerlerinden edilmesinin kırmızı çizgi olarak belirtilmesi, 4. maddede de Filistinlileri öldüren yerleşimcilerin terörist olarak kabul edilmesidir.
Maddelerin geneli göz önüne alındığında orta ve uzun vadede İsrail’in bu maddeler kapsamındaki eylemleri nedeniyle uluslararası platformlarda hesap sorulmak üzere takip edilebilecek bir belge teşekkül ettirilmiş olmasıdır. İİT ve Arap Birliği üyesi devletler imzaladıkları bu belge ile maddelerde belirtilen suçları İsrail’in işlediğini ve bu konularda uluslararası kuruluşlar nezdinde adımlar atılması noktasında mutabık kaldıklarını deklare etmişlerdir. Bu zirvede alınan kararların İİT sonuç bildirgeleri açısından ilkleri içerdiğini belirtmek gerekmektedir.
Dördüncü olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Zirve’de yaptığı konuşmada değindiği; kırmızı çizgi, İsrailli Bakanların nükleer silahlar ile ilgili hususların araştırılması, İsrail’in işlediği savaş ve insanlık suçlarının hesabının hukuk önünde sorulması için de gayret gösterilmesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından incelenmesi gibi hususların ise sonuç bildirgesine yansıdığı görülmektedir.