Ben Yusuf’um babacığım!
Kardeşlerim sevmiyorlar beni baba,
Aralarında istemiyorlar beni babacığım.
Taşlar ve sözlerle yaralıyorlar beni.
Bana övgüler düzmek için ölümümü istiyorlar benim.
Bu dizeler, Filistin direnişinin sembol ismi Mahmud Derviş’e ait. Filistin davasına karşı etkin olamayan veya olmak istemeyen Arap ülkelerine atfen 1986’da yazdığı bu şiirle Derviş, esasında günümüzdeki Arap dünyasına da hitap etmektedir. Çünkü İsrail’in Filistin işgalini uzun yıllar boyunca sırtında taşıyan Arap dünyası, İsrail ile girdiği savaşların sonucu değiştirmediğini gördükten sonra pes etme kararı almış ve yıllara yayılan bir “normalleşme” için sıraya girmiştir. Böylelikle Filistin davası arada tansiyonun yükseldiği popüler kınama ritüeline dönmüştür.
7 Ekim’den itibaren devam eden çatışmalar sonucunda İsrail, 3 bin 648’i çocuk ve 2 bin 290’ı kadın olmak üzere 8 bin 796 Filistinliyi öldürürken 22 bin 219 kişiyi de yaralamıştır.[1] Bugün geldiğimiz noktada acı tablonun bizâtihi sorumlusu İsrail tarihindeki en sağcı hükümet ve etkisiz bir Filistin otoritesidir. Öte yandan İsrail’in Hamas ile mücadele görüntüsü altında Filistin işgalini sürdürmesi, bölgenin gerçeklerini göz ardı ederek Batılı gözlüklerle bakmayı tercih eden bir kesim hariç uluslararası kamuoyunun çoğunluğunu ikna edememektedir. Ayrıca tüm dezenformasyon ve medya sansürüne rağmen geniş kitlelerce İsrail yönetimi protesto edilmeye devam edilmektedir. Aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının başını çektiği İsrail ürünlerine karşı boykot çağrısı da önemli bir destek bulmuş durumdadır.
Orta Doğu’nun en temel meselesi olan Filistin-İsrail çatışmasında Arap ülkelerinin pozisyonları ve gösterdikleri tepkiler ise en çok tartışılan konulardan biri olmaya devam etmektedir. Çünkü
İsrail’in sivil halka karşı zulmünde ilk aklımıza gelen Arap Dünyası’nın neden birleşmediği olmaktadır. Arap ülkelerinin Katar hariç keskin bir söylem benimsemediğini söyleyebiliriz. Filistin konusunda devletler genellikle popüler bir pozisyon almakta ve İsrail’i kınarken Filistinlilere desteklerini sunmakla yetinmektedir. Belki de en büyük problem Arap dünyasının gerçek manada kurumsal olarak hareket edememesinde yatmaktadır. İslam İşbirliği Örgütü veya Arap Birliği gibi sadece Arap değil İslam dünyasının da temsilini sağlayan bu örgütlenmeler somut adımların atılmasından uzak sadece sözlü uyarı yapmakla yetinmektedir. Avrupa Birliği, içerisinde farklı sesler olmakla birlikte bütüncül olarak hareket etme kabiliyetine sahipken tüm İslam ülkeleri bir yana Arap dünyası kendini yekvücut olarak ifade etmekten bile acizdir. Buradaki ana sorun, krizi kendi adlarına tırmandırmak istememesi mi yoksa bunu yapacak kurumsal bir bilinçten yoksun olmaları mı? Ya da çıkar uyuşmazlığı ve güvenlik tehdit algılamaları mı?
Filistin meselesinde ilk tavizi veren ülke 1979’da Mısır olurken 1994’te Ürdün onu takip etmiştir. Günümüzdeki normalleşme dalgasının başlatan ülke ise Birleşik Arap Emirlikleri olmuş onu Bahreyn, Sudan ve Fas izlemiştir. Suudi Arabistan da nükleer program ve yeni bir savunma paktının ABD tarafından sağlanması karşılığında İsrail ile normalleşmeye yeşil ışık yakmaya niyetliydi. Nitekim geçtiğimiz ay düzenlenen G-20 zirvesinde Hindistan–Orta Doğu–Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) mutabakat zaptının imzalanması normalleşmenin ilk adımı sayılabilir. Fakat bugün yaşanan kriz ile süreç yeniden rafa kaldırılmak zorunda kalmıştır. Uzun zamandır ABD aracılığıyla normalleşme adımları atan Suudi Arabistan da İsrail ile olan ilişkilerinin görünür olmamasına daha çok dikkat etmeye başladı. Lakin bu durum uzun sürmeyecektir. Çünkü Filistin meselesini birincil sorun olarak devlet çıkarlarının üstünde görmemektedir.
Suudi Arabistan petrole olan bağımlılığını azaltma ve 2030 Vizyonu kapsamında ekonomisini çeşitlendirme ve bölgenin daha istikrarlı bir hale gelmesi için İran dahil olmak üzere diğer ülkelerle de normalleşmeye öncelik vermiştir. Filistin sorunu karşısında ise şu an diplomatik girişimlerle tansiyonu düşürmeye yönelik açıklamalar yapan Riyad yönetimi, Gazze’de ateşkes çağrısında bulunarak barış sürecine girilmesi çağrılarını yinelemektedir. Filistin duyarlılığının yüksekliği bölge ülkelerinde bir nebze de olsa yönetimler tarafından görmezden gelinememektedir. Fakat Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki birçok ülkede, ulus milliyetçiliğinin yerleştirilmeye çalışıldığını söylemek gerekir. Bu da Filistin hassasiyetinin halk nezdinde şu an için yüksek seviyede devam ettiğini ama zamanla bunun da azalacağını öngörebiliriz.
Küresel petrol üretiminin %40’ının Orta Doğu’dan sağlandığı düşünülünce Filistin-İsrail Savaşı’nın uzaması veya olası yayılma durumu ciddi oranda ekonomik bir kazanç kaybına sebebiyet verecektir. Çünkü ticaret yolu üzerinde güvenlik risklerini artışı piyasalara doğrudan etkide bulunacaktır. Bu risk de başta petrol üreticisi Körfez ülkeleri olmak üzere söylemlerin sertlik seviyesini belirleyici esas dinamiktir. Burada Katar ve Umman’ı diğer Körfez ülkelerinden ayırmak gerekir. Özellikle Katar, Al Jazeera yayınları aracılığıyla Filistin’de yaşananları tüm dünyaya duyurmakta ve kamuoyu oluşturmada önemi bir role sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan Levant’ta Mısır, Ürdün ve Lübnan yeni mülteci dalgasıyla karşılaşmak istememektedir. Mısır’ın Filistinlileri ülkesine kabul etmesi karşılığında IMF’ye olan borçlarının silineceği taahhüdü iddiaları ise geçmişte Enver Sedat’ın Camp David sürecini anımsatmaktadır. Ekonomik rahatlama karşılığında siyasi bağımlılık! Kuzey Afrika ülkeleri arasında ise Fas, Batı Sahra sorunu karşısında Batı desteğini kaybetmek istememektedir. Cezayir ve Libya ise buna karşın daha İsrail karşıtı bir ton benimserken Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ateşkes oylamasında Tunus, İsrail’in yeterince kınanmadığını ileri sürerek çekimser oy kullandı. İran destekli Suriye yönetimi ise İsrail karşısında yer alırken komşusu Irak da Filistin lehine söylemlerde bulunmaktadır. (Irak, Birleşmiş Milletler ’deki ateşkes çağrısına önce çekimser oy kullanmış sonrasında teknik hatalar ileri sürülerek Filistin’e desteğini açıklamıştır.)
Peki NE Yapılabilir?
İsrail ile topyekûn diplomatik ilişkiler kesilebilir, normalleşme rafa kaldırılabilir, İsrail’i destekleyenlere karşı diplomatik baskı kurulabilir, petrol kartı kullanılarak ekonomik yaptırım uygulanabilir…
Peki NEDEN Yapılamaz?
Bölgede kırılgan zeminlerde başlayan normalleşmeler, var olan rekabetlerin ve tehdit algılamalarının üstünü örtememektedir. Devletlerin genel olarak istikrarsız iç siyasi ortamları, yetersiz ekonomik ve askeri güçleri ile birleştiğinde İsrail’in işgal ve katliamlarına karşı gerçek manada “ortak” hareket etmelerini engellemektedir. Körfez ülkeleri başta olmak üzere birçok Orta Doğu ülkesinin ABD ve Batı güvenlik şemsiyesini ortadan kaldıracak hamle yapmaya mevcut kapasiteleri yetmemektedir. Esasında tersi durum ABD için de pek muhtemel değil. Ayrıca Filistin sorununun olası çözümünde rol oynayacak ülkenin, hasım ülke olması bölgesel rekabet düşünüldüğünde istenmeyebilir.
Peki Filistin-İsrail Çatışması NASIL Sonuçlanır?
İsrail, Filistin halkının ulusal haklarını ve topraklarını vermeye mecbur bırakılmadıkça çatışma son bulmayacak.
[1] “Gazze’deki çatışmalarda ölen İsrail askeri sayısı 16’ya yükseldi”, Anadolu Ajansı, 1 Kasım 2023, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/gazze-deki-catismalarda-olen-israil-askeri-sayisi-16-ya-yukseldi/3040523, (Erişim Tarihi: 2 Kasım 2023).