Hamas 7 Ekim’de gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonuyla İsrail’i kendi kontrolündeki bölgelerde ilk defa ağır bir yenilgiye uğrattı. Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonu, İsrail’in 1948 yılından bu yana uluslararası toplumun bütün çağrılarına kulak tıkayarak ve BM’nin onca kararını yok sayarak “Ben yaptım oldu!” mantığıyla hareket etmesine karşı her şeyi göze alarak yaptığı en kapsamlı direniş hareketiydi. ABD ve Batılı güçlerin İsrail’in hukuk tanımaz eylemlerini görmezden gelen desteğine, Gazze’nin bir açık hava toplama kampına dönüştürülmesine ve 75 yıldır artarak devam eden zulme karşı başkaldırının da adıydı aynı zamanda Aksa Tufanı.
İsrail, Aksa Tufanı operasyonuna (konuyla ilgili her türden soru ve cevabını bir yana bıraktığımız da bile) hazırlıksız yakalanmıştır. İsrail’in işgal ettiği topraklarda sahip olduğu onca istihbarat ve silah gücüne rağmen baskına uğraması, ağır kayıplar vererek Hamas’ın İsrail’in içlerine kadar girerek rehineler alması, bir efsane(!) gibi göstermeye çalıştığı Demir Kubbe’nin de delinmesi İsrail’in dünyada sahip olduğu ve dünyadaki Siyonist lobi tarafından sürekli pazarlanan imajını allak bullak etmiştir. Aksa Tufanı’nın hemen ardından İsrail ordusunun yaptığı “24 saat içerisinde kara harekâtına başlayacağız” ifadesi bile İsrail’in bu imajının allak bullak olmasına yol açtı. İsrail’in saldırıya uğrayan, mağdur olan taraf olduğunu ortaya koymak için manipülatif haberlerle dünya kamuoyunu kendi lehine çevirme çabalarının da operasyonun ilk iki gününden sonra üretilmiş gerçekliğin medyaya pazarlanmasından ibaret olduğu anlaşıldı. “Kafası kesilmiş 40 bebek”, “El Ahli Hastanesini Hamas vurdu” gibi iddialar da İsrail’i destekleyen medya kaynaklarınca bile kesin olarak inandırıcı bulunmamış hatta kimilerince de yalanlanmıştır.
İsrail’in bütün bu çabaları aslında bir suç bastırma ya da her türlü hukuksuzluğu yaparak ve uluslararası toplumun tüm çağrılarına kulak tıkayarak BM kararlarını yok sayarak yeni yerleşim yerleri adı altında yıllardır sürdürdüğü işgale kılıf uydurma, Gazze’ye yıllardır uyguladığı insanlık dışı ambargoyu örtbas etme çabasından başka bir şey değildi aslında.
İsrail “savaşın bile bir hukuku vardır” kuralını hiçe sayarak sivil asker, çocuk yaşlı, kadın erkek ayırt etmeksizin topluca soykırıma girişmiştir. İsrail bu saldırılarla sadece Gazze’yi, Filistin’i ilhak etmek ve bir milleti yok etmekle kalmamakta, aynı zamanda Siyonistlerin ön plana çıkardığı “Arz-ı mev’ud (vaat edilmiş topraklar)” düşüncesini temel alan ve amacının başlangıç noktasını oluşturan bir bölgesel savaşı da tetiklemektedir.
İsrail, 1948’den beri varlığının temel amaçlarından biri olan “vaad edilmiş topraklar” şeklinde dillendirdiği düşüncesini gerçekleştirmek üzere uzun süreli stratejik planlar uygulamaktadır. İsrail’in bu stratejik planları sadece Siyonist sermayenin elinde bulundurduğu uluslararası medya organlarınca desteklenmemekte aynı zamanda Siyonist İsrail lobilerince fonlanan ulusal medyadaki kimi mecralar da İsrail’in saldırılarını görmezlikten gelerek BM kararlarını yok sayarak ve Gazzelileri terörist olarak itham ederek İsrail’in bu stratejilerine destek vermektedir.
İsrail’in Medya Manipülasyonu
7 Ekim’deki Aksa Tufanı operasyonu sonrasında İsrail’in sadece karada, havada ve denizde Gazze’ye saldırmakla kalmadığını aynı zamanda canlı yayınlarda savaş suçu oluşturacak her türlü saldırganlığı gerçekleştirdiğini görüyoruz. Fosfor bombaları, hastanelerin bombalanması, sivil asker ayırt etmeksizin 367m2’lik bir alana hapsettiği insanları yerlerinden, yurtlarından daha güneye doğru sürgün etme çabası, her gün ve her an Gazzeli Filistinlilerin topraklarına, evlerine çökme, vb. eylemler ABD ve İsrail’in Batılı müttefiklerince göz yumularak desteklenmekte, Tel Aviv’e ardı ardına destek ziyaretleri yapılmaktadır.
Ancak insanlık vicdanının hâlâ ölmediğini gösteren ve hükümetleri tarafından her türlü yaptırım ve yasaklara rağmen sokaklara, meydanlara dökülen vicdanlı insanların gitgide daha görünür olması uluslararası medya gücüne rağmen İsrail’in saldırganlığı ve hukuk tanımazlığının da görünür olmasını sağlamaktadır.
Anadolu Ajansı’nın “Eski İsrail Başbakanı Lapid: Uluslararası medya objektif olursa Hamas’a hizmet eder.” manşetiyle verdiği haberde Lapid, gazetecilere yaptığı açıklamada, 7 Ekim’den bu yana süren İsrail ile Hamas arasındaki çatışmanın medyada ele alınışına dair eleştirilerde bulunarak çatışmanın medyadaki yansımalarını eleştirerek şöyle demektedir:
“Uluslararası medya objektif olursa Hamas’a hizmet eder. İki tarafı da gösterirse Hamas’a hizmet eder. Bana göre, medya sadece hikâyenin iki tarafını da anlattığını iddia edemez. Bunu yaparlarsa bu, sadece Hamas’ın tarafından hikâyeyi anlatmak olur. Bu, korkakça ve tembelce.” ifadelerini kullanmaktadır.
Bununla Filistinliler de dahil olmak üzere kurbanlara bir hakaret olduğuna işaret eden Lapid, ayrıca bunun gazeteciliğin temelde ne olduğuna ilişkin fikre de hakaret teşkil ettiğini dile getirdi. Lapid, 31 yıl gazetecilik yaptığını belirterek “İsrail’in eleştirilmesiyle sorunum yok ama bir tarafın yalan söylediğini, bir tarafın da gerçekleri doğrulamak için her türlü çabayı gösterdiğini bildiğinizde, en azından, yalanlara hiç bitmeyen bir platform sunmamanızı bekleyebiliriz” ifadelerini kullanmaktadır.
Bu düşünceler İsrail’in bir devlet gibi davranmaktan çok; terörist eylemler gerçekleştiren bir örgüt gibi davranışının göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyonist anlayışa sahip eski bir gazeteci ve bir başbakanın zihninde yer etmiş olan “vaat edilmiş topraklar” düşüncesi kendi gerçekliğinin bir beklenti olarak dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu düşünceler 31 yıllık bir basın mensubu olan eski bir başbakana medyanın “objektif olmaması” gerektiğini söyletebilmektedir.
İsrail’in 75 yıldır hiçe saydığı BM hükümlerine kulak tıkaması ve sadece kendi varlığını ve haklılığını kabullenen bir hukuk beklentisi gibi Lapid de medyanın sadece İsrail’in gerçekliğinin ve onun söylemlerinin yer alacağı bir mecra olması gerektiği düşüncesini hiç çekinmeden dile getirmektedir.
Bu düşüncelerin 31 yıllık gazeteci olarak Lapid’in zihninde yer etmesi onu gazeteci değil ancak ve ancak Siyonist düşüncelerini gazetecilik üzerinden ortaya koymaya çalışan bir kişi yapar. Oysa gazeteciliğin en temel kuralı objektif olmak ve tarafların görüşlerini ortaya koyarak okuyucunun bir yoruma ulaşmasını sağlamaktır. Bunun ötesinde medyanın bugün her türlü içerik oluşturma yöntemleriyle okuyucunun zihninde oluşturacağı gerçekliğin manipülasyona ve dezenformasyona açık olduğu bilinmektedir. Medyanın tek yönlü bir bakışla haber yapmasını ve içerik üretmesini beklemek ne medyanın ne de gazeteciliğin tanımına uyar.
Lapid’in medyanın objektiflikten uzak tek taraflı haber beklentisi bugün ABD ve Batılı devletlerin Ukrayna Rusya savaşındaki tutumlarıyla İsrail-Gazze/Filistin çatışmalarındaki tutumda da kendini göstermektedir. Rusya’ya, Ukrayna’ya yönelik eylemlerinden dolayı her türlü yaptırımı onaylayan ve Rusya’yı kadınlara ve sivillere yönelik saldırılarından dolayı savaş suçlusu ilan eden ABD ve Batılı ülkeler binlerce çocuğun ve sivilin ölümünü görmezden gelerek Tel Aviv’e desteklerini daha ilk günden ortaya koymuşlardır. ABD’nin ve Batılı ülkelerin ikiyüzlü davranışları sadece tarihe bir not olarak düşmemekte, bizzat kamuoyları tarafından protesto edilmekte ve hak hukuk tanımayan İsrail’den yana takındıkları tavırlar nedeniyle ciddi bir insanlık sınavından geçmektedirler. Söz konusu ülkelerin yöneticileri savaşın tarafı olarak bombalanan hastanelerden, onca çocuğun ve sivilin ölümünden de sorumlu olmaktadır. Çocukların ve sivillerin hedef gözetilmeksizin katliama uğraması onca medya gücüne rağmen ne İsrail’i ne de onu destekleyenleri haklı yapar sadece ve sadece zalim ve saldırgan yapar.
Bu bağlamda uluslararası medyanın İsrail’in savaş suçlarını ve soykırım niteliğindeki insanlık suçlarını dünyanın gündemine taşıması, tüm tartışmaların ötesinde gazeteciliğin en temel ilkeleriyle uyumludur. Bu yüzden gazeteciliğin olmazsa olmaz bir kuralı olarak karşımızda durmaktadır.