İsrail’in Saldırganlığı Orta Doğu’da Yeni Kutuplaşmalar Üretiyor

7 Ekim’de başlayan Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonuyla gerginliğin tırmandığı Levant bölgesi uzun dönem küresel siyaset gündeminin ön sıralarında yer alacak gibi duruyor. İsrail’in başlattığı hava saldırılarına ve muhtemel kara operasyonuna destek için ABD’nin uçak gemilerini, İngiltere’nin savaş gemilerini bölgeye göndermesinin ardından Çin’in de bölgeye donanma konuşlandırmaya başlaması Orta Doğu bölgesinin yeni küresel jeopolitik rekabetin merkezi haline geleceğini gösteriyor.

ABD yönetimi, İsrail’i son dönemde şiddeti tırmandırmaya cesaretlendirerek, Rusya-Ukrayna savaşının Avrupa’da ürettiği sonuçların bir benzerini Orta Doğu bölgesinde üretmek istiyor. Rusya’nın Doğu Avrupa’da genişleyen nüfuzunu kendi güvenliği, küresel ve bölgesel hegemonyası için bir tehdit olarak algılayan ABD, Rusya-Ukrayna savaşını II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde olduğu gibi Avrupa’nın yeniden ABD’nin kanatları altında toplanması için bir araç haline getirmişti. Bugün Orta Doğu’da benzeri bir politikanın takip edildiğini söyleyebiliriz. Rusya ve Çin ile yakın ilişkiler geliştiren bölgesel aktörler İsrail’in tırmandırdığı gerilim atmosferinde ABD tarafından taraflarını seçmeye zorlanıyorlar.

Bölgede aşınan ABD nüfuzu

  1. Dünya Savaşı sonrası Orta Doğu bölgesinin başat gücü olan ABD’nin bölgedeki nüfuzu 2010’lu yıllara doğru önemli ölçüde aşınmaya başladı. Irak ve Afganistan işgallerinin bölgede yol açtığı huzursuzluklar, 2008 yılında ortaya çıkan küresel ekonomik krizin Batı ekonomilerinde yol açtığı sorunlar, Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan istikrarsızlıklar ve Çin’i dengeleme siyasetinin ABD dış ve güvenlik politikasında Orta Doğu’nun önceliğini sonlandırması bu aşınmanın en önemli gerekçelerini teşkil etmektedir. ABD’nin kaya gazı devrimiyle Orta Doğu enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtulması da bölgeye olan ilgisinin azalmasına yol açan önemli bir faktör olmuştur.

Uzun yıllar ABD güvenlik şemsiyesinden istifade ederek rejim güvenliklerini ve toprak bütünlüklerini sağlayan bölge ülkeleri 2000 sonrası dönemde azalan ABD fiili güvenlik garantilerinin yol açtığı güvenlik sorunlarıyla baş başa kaldılar. Bölge ülkeleri uzun süre, ABD’yi yeniden bölge güvenliğinin başat aktörü ve bölgedeki muhafazakâr rejimlerin güvenlik garantörü yapmaya dönük bir politika takip etseler de ABD’nin dikkatini yeniden bölgeye odaklamasını sağlamakta başarısız oldular.

Bu süreçte Orta Doğu’da bölge güvenliğinde yeni roller üstlenmek için yeterli motivasyon ve kapasiteye sahip küresel aktörlere yönelme siyaseti oldukça rasyonel bir yaklaşım olarak ortaya çıktı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar ve Mısır gibi bölgenin önemli aktörleri Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerle savunmadan güvenliğe, ekonomiden kültüre çok geniş yelpazede yoğun ilişki geliştirmeye başladılar. Bölgede ABD’nin en önemli müttefiki konumundaki bu ülkelerin başta güvenlik ve ekonomi alanında hissettikleri tehditlerle başa çıkmak için yönlerini ABD’nin rakibi/düşmanı olan aktörlere yöneltmesi bölgede ABD nüfuzunu oldukça zayıflattı.

ABD Orta Doğu’da yeni bir sıkılaşma peşinde

ABD’li karar vericiler son günlerde İsrail’in bölgede tırmandırdığı gerilimi Orta Doğu bölgesinde aşınan ABD nüfuzunu yeniden tahkim etmek için bir araç olarak kullanmak istiyorlar. Hatta küresel ve bölgesel jeopolitik hedefler için İsrail’in revizyonist politikası ABD tarafından teşvik ediliyor. ABD, tıpkı Rusya-Ukrayna savaşıyla Avrupa’da güçlenen ABD etkisinin bir benzerini Orta Doğu’da elde etmek için İsrail’in saldırgan ve revizyonist siyasetini araçsallaştırıyor.

İsrail savaş makinası her ne kadar Filistinli sivilleri, masum insanları, kadınları ve çocukları hedef alsa da bu saldırıların görülmeyen hedefleri Orta Doğu bölgesinde ABD’nin rakipleri/düşmanlarıyla yakın işbirliği geliştiren muhafazakâr rejimlerdir. ABD tarafından teşvik edilen İsrail’in saldırgan politikasının temelde iki amacı bulunuyor; bölgedeki halklar ile yönetimler arasındaki uçurumu derinleştirmek ve bölgesel düzlemde Batılı güvenlik garantilerini azaltmaya dönük girişimleri baltalamak.

İlk olarak; Filistin’de tırmanan gerilim her zaman bölge halkları ile yönetimler arasındaki uçurumu derinleştiren sonuçlar üretmiştir. İsrail’in masum sivillere karşı sergilediği vahşet ve kutsal değerlere dönük mütecaviz eylemlerine öfkelenen Orta Doğu halkları, İsrail’i sınırlamakta ve durdurmakta aciz olan yöneticileri bu suçun ortağı olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Dolayısıyla sokaklarda öfkeyle İsrail’i ve ABD’yi protesto eden insanlar zımni veya açık olarak İsrail’in mütecaviz eylemleri karşısında çaresiz kalan kendi yönetimlerini de eleştirmektedirler. Bu durum toplumsal meşruiyet tabanı zayıf devletlerin güvenlik ihtiyacının artmasına yol açmaktadır.

İkinci olarak; İsrail’in saldırganlığı son dönemde Orta Doğu genelinde rekabeti ve düşmanlığı azaltan önemli diplomatik girişimleri baltalamayı hedeflemektedir. Çünkü Türkiye-Körfez ülkeleri yakınlaşması, İran-Suudi uzlaşısı, İran-Mısır diplomatik müzakereleri gibi gelişmeler bölgedeki rekabet ve düşmanlığı azaltıp İsrail’in düşmanı/rakibi olan aktörler arasındaki sorunların çözümünü sağlayarak İsrail’i yalnızlaştırmıştır. Bölgedeki aktörlerin güvenlik sorunlarından kurtulması Batı güvenlik garantilerini anlamsız kılacaktır. Bu süreçte bölgedeki aktörlerin ABD’nin rakibi/düşmanı olan Çin ve Rusya ile geliştirdiği çok boyutlu ilişkiler ABD’nin bölgedeki nüfuzunun kalıcı olarak kaybolmasına yol açabilir.

Uzun yıllar Çin’i sınırlamak için Güney Asya bölgesine konuşlanma siyaseti takip eden ABD’nin bu politikası son dönemde önemli başarısızlıklar yaşadı. Çin’in Orta Doğu ülkeleri ile yakınlaşmaya devam etmesi, karşılıklı ilişkilerin ekonomi boyutunu aşarak kültürel ve askeri alana doğru derinleşmesi bu başarısızlığı göstermesi açısından önemlidir. Tüm bunlara ilaveten Çin’in Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru ve Çin-Myanmar ekonomik Koridoru gibi projelerle Güney Çin Denizi ve Malakka Boğazı’nda ABD tarafından oluşturulmaya çalışılan kuşatmayı aşma girişimleri Orta Doğu bölgesini Çin’in sınırlanması için önemli hale getirdi.

İsrail’i desteklemek için ABD ve İngiltere’nin Akdeniz’e yaptığı askeri yığınağa Çin’in bölgeye askeri gemiler göndermek suretiyle kayıtsız kalmaması jeopolitik rekabetin boyutunu göstermesi açısından önemlidir. ABD İsrail’i revizyonist politikalara teşvik ederek bölgede Çin’le yakın işbirliği yapan yönetimleri taraflarını seçmeye zorlarken Çin de bölgede askeri varlık göstererek ekonomik ve jeopolitik çıkarlarını koruma konusunda kararlılık sergiliyor. Çin bu hamlesiyle, ABD’nin İsrail aracılığıyla istikrarsızlığa ittiği bölgedeki rejimleri gerekirse askeri imkânlarla koruyabileceği mesajını da vermiş oluyor. ABD, Çin ve Rusya gibi aktörlerin bölgeye dönük tırmanan rekabeti başta Filistin olmak üzere Tüm Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’in küresel jeopolitik rekabetin alanı haline getirmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu