Haberciliğin yerinden sarsıldığı günleri yaşıyoruz. Ulusal ve uluslararası majör medya merkezlerinden ferdi gazeteciliğe, haber temalı sosyal medya hesaplarından web portallarına kadar hemen her üretim noktası ciddi bir imtihanda. Özellikle kriz dönemlerinde daha belirgin hale gelen eğilimlerin, hakikatin zıddına da olsa sere serpe yayınlanabildiği bir zamandan geçiyoruz. Basın, mevcut haliyle yaşanan güven krizini kendi eliyle derinleştiriyor.
Çoktan terk edilen itidal, ideolojik aşırılıkların yol açtığı şiddet, vicdanın kültürel aidiyetlere kurban verilmesi, politik hamlelerin güçten yana şekillenmesi Filistin-İsrail savaşından şahit olduğumuz olgulardan yalnızca birkaçı. Savaş ahlakının rafa kaldırıldığı bir vasatta uluslararası medyanın ekseri, adeta psikolojik harp tarafında pozisyon almış görünüyor. Medya, gerçekleri karartarak, çarpıtarak, tek taraflı yayınlarla, yaşananları tüm çıplaklığıyla aktarmak yerine Batı ve Batı’ya müzahir bir saikle İsrail’in yanında hizalanıyor.
Jack Goody, yazı başlığımıza ilham veren eseri “Tarih Hırsızlığı” mefhumunu izah ederken tarih yazımının Batı tarafından işgal edildiğinden dem vurur. Söz konusu hırsızlığın Batı’nın merkeze alınması motivasyonu ile gerçekleştiğini belirtir, Batı’nın hikayesine göre adlandırılıp servis edilmesini tenkit eder ve bu vaziyetin dünyaya dayatıldığını yüksek sesle dile getirir. Bugünün erdemleri olarak ifade edilen her kavramın Batı’ya, zaaf ve kötülüğe dair ne varsa ise Batı dışına isnat edilmesinin bir hırsızlık olduğunun altını çizen Goody, ufuk açıcı eleştirileriyle Batı’yı biraz daha anlamamıza yardımcı olur eseriyle.
Gelinen nokta itibariyle iyi bir analoji imkânı sağlayan kavramı habercilik adına ödünç almak yerinde olabilir.Teşbihin fevkinde bir tarif olarak hırsızlık, yaşananların yansıtılma biçimini gayet sarih biçimde özetler nitelikte. Zira olup biteni aklıselimle masaya yatırdığımızda yaşananların bir haber hırsızlığı olduğunu belirtmek üzere yeterince malzemenin biriktiği aşikar.
Gazetecilik Batı tarafından istila ediliyor
Habercilikte marka haline gelmiş olan BBC gibi önemli kuruluşlar ile yine Batı merkezli Euro News, DW gibi yayın organları her gün açık manipülasyona bir yenisini ekliyor. Son olarak “Cehennemi Yaşadım” başlığıyla BBC’nin servis ettiği metin olan bitene medyanın yaklaşımını somutlaştıran çarpıcı bir örnek olarak kayıtlara geçti.
Hamas’ın askeri kanadı İzeddin el-Kassam Tugaylarının esir aldığı yaşlı kadınlardan birinin, serbest bırakıldıktan sonra savaşçıların kendilerine çok iyi davrandığını söylediği basın açıklaması birçoklarına ilginç geldi. Terörist olarak lanse edilen bir yapının, rehinelere nazik davrandığı, doktor kontrolünde sağlıklarına dikkat ettiği ve yediklerinden esirlerle paylaştıkları 85 yaşında bir Musevi olan Yochaved Lisfshitz tarafından dillendirildi. Hatta Lisfhitz’in, serbest bırakıldığı esnada dönüp kendisini esir alanlara selam vermesi gibi pozitif olarak addedilebilecek görüntüler ekranlara yansımışken bu haberin “Cehennemi Yaşadım” başlığıyla dolaşıma sokulmasının habercilikle, insanların haber alma özgürlüğüne hizmetle alakası ciddi bir tartışma konusudur.
Diğer yandan DW Türkçe, hangi eylemlerin savaş suçu kabul edildiğine dair yayımladığı metinde İsrail’i adeta temize çıkarma telaşını izhar etti. Çatışmalardaki askeri eylemlerin, ‘fiilin gerekli olup olmadığına göre’ kategorize edildiği bilgisine yer veren DW, bir okulun ya da binanın bombalanmasının uluslararası hukuka göre askeri açıdan lüzumlu görülürse savaş suçu olarak değerlendirilmeyebileceğini yazdı.
Alman Devletinin resmi yayın mecralarından Deutsche Welle, Gazze’nin dünyanın en yoğun nüfuslu bölgelerinden biri olmasını hatırlatıyor. Bu hatırlatmanın esbab-ı mucibesi ise uzman görüşüne yer verilmesi. DW’nin bildirdiği dikkate alınırsa uzmanlara göre, Gazze’de sivil-askeri hedef ayrımını yapabilmek zor.
Euronews ise Filistin topraklarında yaşananları tek yönlü yayınlarla aktarmakta ısrarcı. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’in “Hamas saldırılarının durduk yere ortaya çıkmadığının da bilincinde olmalıyız. Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz tutuluyor. Topraklarının adım adım yerleşim yerleri tarafından ele geçirilmesine ve şiddete tanık oluyor.” açıklamasına alelacele İsrail kanadından cevap yayımlaması, aynı cevap hakkını Filistinlilere tanımaması tesadüf olmasa gerek.
Gerçekler niçin ve nasıl karartılıyor?
Peki serbest iletişim imkanlarının hakikate ulaşma yollarını kolaylaştırdığı günümüzde, haberin doğruluğunu teyit mekanizmasının işletilebileceği enstrümanlar epey yaygın hale gelmişken tüm bu gerçek dışı yayınlar niçin ve nasıl yapılıyor? Bu sorunun cevabı kısa bir tetkikten şu maddelerle bir çırpıda verilebilir:
- Yalan yanlış yayınlar yapılıyor çünkü hala bu yayınlara inanan ciddi bir kitle var. Vaktiyle tekel oluşturarak yoluna rakipsiz devam eden yayın organları gerekirse devlet güvencesine yaslanarak eski alışkanlıklarını sürdürebiliyor.
- Basın, dünyanın neredeyse hiçbir yerinde sermayeden ve politik güç merkezlerinden bağımsız değil. Dolayısıyla sermaye sahiplerinin ticari kaygıları, yatırımları, yahut politik odakların ajandaları medyanın da ödev defteri hükmünde. Sahiplerin görüşleri yayın politikalarında belirleyici olabiliyor.
- Yalanın yayılma hızına ilişkin avantajı kullanmaktaki maharete güveniliyor. Defalarca tecrübe edildiği üzere doğru olmasa da bir mesaj, usulünce ve doğru zamanda ortaya atılınca süratle pek çok noktaya, kişiye ulaşıyor. Gerçek ortaya çıkana kadar atı alan Üsküdar’ı geçiyor.
- Batı uygarlığı parantezinde duygudaşlık ve ortaklık zemininde buluşabilen yayın organlarının sayısı ve gücünün çok olması diğer bir sebep. Bu güvence ile hakikatin karşı cephesinde konumlansalar dahi birden fazla merkezin aynı içeriği tekrarlaması söz konusu içeriğin doğru olduğuna dair bir kanaati oluşturabiliyor.
- Yine aynı çokluğa istinaden, benzer muhtevada üretimlerin yapılması, medya organlarının birbirlerine referans vererek haklı olduklarına dair algıyı pekiştirebilmesi bir başka neden.
Cari sebepler haricinde işin nasılına da yakından bakmak gerekir. Habercilik hilesi olarak tatbik edilen yöntemlerin kullanıldığına dair kısa bir incelemeyle şunlar sıralanabilir:
- Kullanılan dili ideolojik bagajlarla oluşturmak yolu tercih ediliyor. Örneğin, zaman zaman tanık olunan ‘yerel kaynakların bildirdiğine göre’ ibaresi sıklıkla müracaat edilen bir kalıptır. Kim olduğu meçhul kişiler üzerine haber oluşturulur. Ya da ‘kamuoyunun beklentisi’ diye bir terkip üzerinden talepler yazılır, istekler yayınlanır. Oysa bu türden ifadeler haberciliğin tabiatına aykırıdır.
- Kavramsallaştırmalar yapılarak habercilik yapılıyor. Sınırları keyfiyetle mahdut ‘ifade özgürlüğü’ gibi kavramlar meşruiyet istinatgahı olarak inşa edilebiliyor. Bu keyfiyet kimin neyi ifade ettiğiyle de alakalı olarak çerçevelenebiliyor.
- Görmezden gelme de bir diğer metottur. Faili birden fazla olan Filistin-İsrail savaşında yalnız bir tarafın açıklamalarına, gelişmelerine yer vermek ya da bunu yapmak adına karşı tarafın da gelişmelerini, tutulan tarafın lehine olacak şekilde servis etmek yekdiğer yöntemdir. Son çatışmalarda Filistinlilerin açıklamasının geri plana itilmesi, Filistin medyasının dikkate alınmaması bu yöntemin örneklerinden birkaçını ifade eder.
- Kurguya başvurmak. Defalarca rastlanan bir yöntem olarak habercilik yapma iddiasıyla bölgede bulunan kişilerin gerçekte olmayan bir unsuru yaşanmış gibi yansıtmaları zaman zaman tanık olunan yöntemlerden bir başkasıdır.
Tüm bu sebepler ve teknikler hoyratça kullanılmaya devam ederken dezenformasyona karşı tedbirlerin yoğunlaştırılmasının gerekliliği bir kere daha kendini gösteriyor. Medya okur-yazarlığının artık elzem hale geldiği ortada.
Evet çeşitli gerekçelerle hakikat gözümüzün önünde çalınıyor. Hem de haberin ana omurgası hiçe sayılarak yapılıyor bunlar. Gözlerin yanıltılması yaşananları değiştirmiyor ama. Vicdanları karartan yayıncılık insana dair pek çok unsuru münakaşa konusu yaparken habercilik bir meslekten ziyade bir propaganda ve ikna aygıtı olarak yeni dünyadaki yerini alıyor.