İsrail’in Gazze Saldırıları: Modern Zamanların En Büyük İnsanlık Suçu

Neredeyse bir asırdır Filistin meselesi orta doğuda yaşanan siyasi krizlerin ve çatışmaların tam merkezindedir. Gerçekten de bazılarınca iddia edildiği gibi Filistin meselesini diğer Arap halklarından, İslam ülkelerinden veya bölgede doğrudan veya dolaylı olarak etkili olan batılı devletlerden bağımsız bir mesele olarak yorumlamak büyük bir hata olur. Bu yüzden, bölgede onlarca yıldır var olan hassas gerilimin Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı Aksa Tufanı operasyonu sonrası tırmanmasının dünya kamuoyunun ilgisini bu derecede çekmiş olmasını garipsememek gerekir.

Filistin’de ve çevre Arap köylerinde özellikle 1948 senesinden sonra peş peşe yapılan operasyonlar ve bunların doğurduğu tahribat hala hukuki perspektiften inceleme konusu edilememiştir. Yani İsrail’in eylemleri için ne geçmişte ne de bugün hukuka uygunluk değerlendirmesi yapılamamıştır. Bunun esas sebebi, onlarca yıldır bölgedeki problemlerin çözülememiş olmasından dolayı gerginliğin varlığını hala devam ettirmesidir.

Aksa Tufanı sonrası artan tansiyon, dünyaya uluslararası hukukun İsrail için hala işletilemeyeceğini hatırlatmıştır. İnsan hakları ihlallerinin gündeme gelmesi yerine, Gazze’de zaten yirmi yıla yakın süredir devam eden modern zamanların en uzun kuşatması, uluslararası insancıl hukukun ihlaline haklılık kazandırırcasına İsrailli politikacılar ve askerlerin beyanlarıyla dünyanın gözü önünde tam bir kuşatma haline dönüşüyor.

Batı’nın Koşulsuz Desteği

İsrailli politikacıların uluslararası arenada yaşanan her krizde holokost hafızasını gündeme getirmeleri bir siyasal gelenek halini almış gibi gözüküyor. Bu siyasi gelenek yardımıyla İsrail, batılı devletler tarafından ayarsız ve koşulsuz olarak destekleniyor. Holokost hafızasının bu şekilde kullanılması, İsrailli politikacı ve askerlerin Filistinlilere yönelik kitlesel şiddetlerini meşrulaştırmak, rasyonelleştirmek ve çarpıtmak için kullanmalarına olanak tanıyor. Ayrıca İsrail’e bir şekilde insan haklarını ihlal hakkı ve hukuki açıdan dokunulmazlık sağlıyor.

Geçmişte olduğu gibi bugün de dünya kamuoyunun İsrail’e ayarsız ve koşulsuz desteğine şahit oluyoruz. Örneğin, bütün hikâyenin başlangıcı kabul edilen 1948 senesinde İsrail’e verilen benzer destek sayesinde İsrail, bölgede birbirini kısa zaman aralıklarıyla takip eden ve sayısı otuza yaklaşan operasyon düzenlemişti. Yüzlerce Arap köyü, Siyonistlerin -boş toprak- argümanını ispatlamak için yerle bir edildi. Böylece Filistin topraklarının zaten boş toprak olduğu veya bir başka tabirle halksız olduğu dünyaya gösterilmiş oluyordu. Bu operasyonlardan sonra çevre bölgelere milyonlarca Filistinli göç etmek zorunda kalmıştı. Holokostun yarattığı mağduriyet ve bunun uluslararası arenada gündeme getirilmesi, İsrail’e 1948 yılında tam bir özgürlük vermişti. Geçen onlarca yıl boyunca holokostun çeşitli konularda tekrar gündeme getirildiği görülmüştür. Tarih tekerrür ediyor. Batılı devletlerin devam eden ayarsız ve koşulsuz desteği, İsrail’e sınırsız bir alan açıyor. Bu da Gazze için gelecek haftaların korkunç geçeceği sinyalini veriyor.

Soykırım

Tarihi tecrübe ışığında söyleyebiliriz ki, İsrail bir uluslararası hukuk ihlalcisidir. Filistinliler en basit haklarından bile mahrum konumdalar. Kendi topraklarında yok sayılırcasına yabancı bir işgalcinin yönetimi altında belirsizlik içinde yaşamak, kendi kaderini tayin edememek, kitlesel olarak cezalandırılmak, işgalcilerin evlere el koyması, acil sağlık hizmetleri, eğitim, yiyecek ve temiz su gibi ihtiyaçlara ulaşımın engellenmesi, meşru müdafaa hakkının ortadan kaldırılması en yaygın örnekler olarak gösterilebilir. Sistematik olarak yapılan bu muameleler, genel manada etnik temizlik amacına hizmet ediyor. Geçmişte de defalarca soykırım uyarısının verildiği hatırlanmalıdır. 2004 ve 2014 senelerinde bazı araştırmacılar İsrail’in eylemlerini soykırım başlangıcı ya da yavaş soykırım olarak nitelendirilmiştir. Şu anda Gazze’de gözümüzün önünde yaşanan olayların gelecekte bir soykırım vakası olarak kabul edilebileceği söylenebilir.

Soykırım terimi ilk kez 1944’te Polonyalı Yahudi avukat Raphael Lemkin tarafından ırk veya kabile anlamına gelen “genos” ve öldürme anlamına gelen “cide” ibareleriyle ortaya atıldı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1946 yılında soykırımı uluslararası hukuka göre suç olarak tanımış ve 1948 yılında Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme kapsamında düzenlenmiştir. Bu sözleşmeye göre soykırımın tanımı şöyledir:

Mevcut sözleşme kapsamında soykırım; ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri ile söz konusu olabilir: (a) Grubun üyelerini öldürmek; (b) Grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek; (c) Grubun tamamen veya kısmen fiziksel olarak yok edilmesine yol açacağı hesaplanarak yaşam koşullarının kasıtlı olarak bozulması; (d) Grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirlerin uygulanması; (e) Gruba ait çocukların zorla başka bir bölgeye nakledilmesi.

Atıf yapılan sözleşme maddesinde görüldüğü üzere, soykırım suçunun gerçekleşmesi için özel olarak tamamen veya kısmen yok etme amacının sayılan fiillerden birisine eşlik etmesi yeterlidir. Son günlerde Filistinlileri yok etme arzusunu İsrailli politikacıların beyanlarında görebiliyoruz. Operasyon sonrasında İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın hayvanlarla savaştığını ve ona göre hareket edip, bölgeye tam abluka uygulanarak elektrik, yiyecek ve yakıt sağlanmayacağını söylemesi, Tümgeneral Ghassan Alian’ın elektrik ve su olmayacak, sadece yıkım olacak şeklindeki beyanı, fosfor bombasının kullanılması, güneye tahliye yolu olarak kullanılan Selahaddin yolunun bombalanması ve hastanenin hedef alınarak yüzlerce savunmasız insanın, çocuğun ve kadının öldürülmesi gibi gerçekler diğer politikacı ve askerlerin beyanlarıyla birlikte değerlendirildiğinde İsrail’in sistematik ve kasıtlı olarak soykırım tanımı kapsamında kabul edilen kitlesel öldürme, grup üyelerine bedensel, zihinsel zarar verme ve grubun tamamen yok edilmesi maksadıyla yaşam koşullarının kasıtlı olarak bozulması fiillerini yaptığını dolayısıyla soykırım suçunu işlediğini göstermektedir.

Onlarca yıldır Filistin’de bireysel düzeyde insan hakları ihlalleri gerçekleşirken, bugün gelinen noktada hepimiz modern zamanlarda bir soykırım suçunun irtikabına şahitlik ediyoruz. Tarih, bu tarz eylemlerin propaganda süreci ile başladığını bize göstermiştir. Yine, hepimiz gördük ki bir İsrail geleneği olarak holokost mağduriyeti söylemiyle propaganda yapıldı. Çarpıtılan propagandalar ile ilmek ilmek işlenen kamuoyu, gelecek haftaların Gazze için oldukça kötü geçeceği sinyalini vermektedir. İsrail’in Gazze’ye büyük bir operasyon yerine birbirini izleyen harekatlarla saldırması daha muhtemel gözüküyor. İsrail, batılı devletlerden aldığı koşulsuz desteği kaybetmemek için, büyük bir operasyon yerine 1948 senesinde olduğu gibi kısa zaman aralıklarıyla çeşitli operasyonlar düzenlemeyi tercih edecektir. İsrail’e sağlanan ayarsız ve koşulsuz desteğin devam etmesi durumunda sistematik olarak Gazze’ye karşı yapılan operasyonlar devam edecek ve Filistinliler’in yerlerinden edildiği 1948 Nakba ve 1967 Naksa benzerleri bir facia daha yaşanabilecektir. Bilinmelidir ki, tarih mahkemesi faili ve onunla destekçilerini de eninde sonunda yargılayacaktır. İnsan hakları doktrini ortaya çıktığından beri yaşanan en büyük insancıl hukuk ihlaline şahitlik ediyoruz.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu