Krizlere Dayanıklı Ekonomi İhtiyacı

Ülkeler artık krizlere, afetlere, pandemilere, savaşlara ve olağanüstü durumlara dayanıklı ekonomiler inşa etmek zorundalar. Küresel çapta bilinen en büyük krizlerden olan “1929 Dünya Ekonomik Buhranı” önce İkinci Dünya savaşını ardından da 1946’dan itibaren yeni dünya ekonomi düzenini beraberinde getirmiştir. İçinde IMFnin, Dünya Bankası’nın, uluslararası kuruluşların bulunduğu, doların ve Amerika’nın kontrolünde bir finans sisteminin egemen olduğu yapı günümüze kadar oldukça etkili şekilde işlevsellik kazanmış ve varlığını korumuştur.

Ancak zaman içinde dünya nüfusu, ülkeler, ekonomiler ve ticaret hacmi çok büyümüştür. 2022 yılı itibari ile dünya ticaret hacmi 32 trilyon dolara ulaşmıştır. Küresel çapta ülkeler arasında gelir dağılımı eşitsizliği her geçen gün daha da artmaya devam etmektedir. Ülke ekonomik yapılarındaki bozulmalar, savaşlar, afetler başta göç olmak üzere büyük sorunları da beraberinde getirmektedir. 1970’li yıllardaki petrol krizleri, doksanlı yıllardaki Rusya ve Asya krizleri, Körfez Savaşı, 2008 yılında küresel finansal kriz ile artık tüm ekonomiler birbirlerine daha bağımlı hale gelmiştir.

2000 yılından itibaren küresel ticaret yavaş ama istikrarlı şekilde Çin’in öne çıktığı bir diğer önemli gelişmeyi beraberinde getirmiştir. Daha 2008 krizinin etkileri giderilmeden Orta Doğu ve Kuzey Afrika da yeni yıkımlar başlamış, 2019’da COVID-19 Pandemisi ile zirve noktasına ulaşmıştır. COVID-19 Pandemisi ile ülkeler içe kapanmış, tedarik sorunları başlamış, lojistik önemli bir sorun haline gelmiş, gıda ve enerji fiyatlarındaki hızlı yükselmeler küresel enflasyonu ortaya çıkarmıştır. Başta Amerika olmak üzere Avrupa birliği ülkeleri de dahil ve çoğu gelişmiş ülke de enflasyon oranları çift haneli rakamlara yükselmiştir. Diğer taraftan iklim krizi ülkelerin doğal afetlere maruz kalmasını ve ekonomilerin daha da büyük yara almasının önünü açmıştır. Kısaca özetlediğimiz bu veriler ülke ekonomilerini daha güçlü daha dayanıklı hale getirme zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin Mücadelesi

Dünyada bu değişim yaşanırken Türkiye Pandemi sonrasında 2022 yılı itibari ile %65’lere ulaşan bir enflasyon oranı ile karşı karşıya kalmıştır. 2023 yılı için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın enflasyon tahmini temmuz ayı enflasyon raporunda %58 olarak öngörülmüş ancak bu tahmin eylül ayına gelindiğinde Orta Vadeli Program’da %65 seviyesine çıkarılmıştır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası piyasa katılımcı anketinde ise beklenti %67 düzeyindedir. Reel sektör ise %70-75 aralığında bir beklenti öngörmektedir. Diğer taraftan Eylül 2023 itibari ile aylık %4.75 olarak gerçekleşen enflasyon, yıllık düzeyde %61,53 seviyesine ulaşmıştır. Ekim-Kasım-Aralık aylarında gelecek enflasyon oranlarını da eklediğimizde piyasa beklentisi olan %70’lik bir enflasyon yılsonuna doğru çok muhtemel gözükmektedir. 2022’de %65’e ulaşan enflasyonun üzerinde %70’lere varan bir enflasyon oranına 2023 yılı içinde ulaşılacaktır. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra yeni ekonomi yönetimi farklı politikalar uygulamasına rağmen neden hala enflasyonda bir düşüş gerçekleşmemiştir. Yeni ekonomi yönetimi şeffaflık, öngörülebilirlik, fiyat istikrarı, finansal istikrar ve yapısal reformları önceliklendirerek işe başlamıştır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası önemli bir politika değişikliğine giderek 27 ay sonra ilk defa haziran ayı para politikası toplantısında 650 baz puan faiz artırarak Politika faizini %8,30’dan %15 seviyesine çıkarmıştır. Temmuz, Ağustos ve Eylül ayı toplantılarında da bu artış trendini devam ettirmiş ve %30 politika faizi seviyesine faizleri yükseltmiştir.

Enflasyon 2025’te Yüzde 15’e Düşebilir

Bu artışlar doğrudan kredi faizlerinin daha yukarı seviyelerde oluşmasını sağlamıştır. Faiz artırıp kredi oranları yükseldikçe ilerleyen aşamalarda ekonominin soğumasıyla birlikte Enflasyon oranlarında da düşüşler hızlanacaktır. Unutulmamalıdır ki ABD 2020’den itibaren hızla yükselen ve çift haneli rakamlara ulaşan enflasyonla mücadelede faiz artışlarını 2021’den itibaren başlatmış ve şu anda 5,25-5,50 aralığına politika faizini getirmiştir. Enflasyon ise ancak Eylül ayı itibari ile yıllık düzeyde %3,7 seviyelerine gerilemiştir. Yani uygulanan politikaların etkilerini görmek için zamana ihtiyaç vardır. Sadece para politikası yoluyla Türkiye’deki enflasyonu çok hızlı şekilde düşürmek yeterli olmayacaktır. Çünkü enflasyonun yapısına baktığımızda kur, enerji ve işçilik üzerinden gelen baskı enflasyondaki düşüşü yavaşlatmaktadır. Yani enflasyon üzerinde maliyetler bir baskı oluşturmaktadır.

Ancak beklentiler üzerinden gelen baskı daha uzun vadeli olarak enflasyonun kalıcılığını artırmaktadır. Türkiye’de çok hızlı oluşan fahiş fiyat artışları ve otomatik fiyatlandırmaların önlenmesi gerekmektedir. Ücretlere yapılan artışlar henüz çalışanlara yansıtılmadan kiralara, etiketlere, diğer alanlara yansıtılmaktadır. Bu döngü mutlaka kırılmalıdır. Bu ise para politikası yanında beklentiyi pozitife çevirmek ve güvenle aşılacak bir sorundur. Sabırla, yılmadan, topyekün olarak enflasyonla mücadele edilmesi hem enflasyonu geriletecek hem de para politikalarının etkinliğini artıracaktır.

Enflasyonla mücadele uzun soluklu bir iştir. Para politikalarına kararlılıkla devam edilmeli, maliye tarafında bütçe kısmı sürdürülebilir bir şekilde istikrara kavuşturulmalı, yabancı yatırımların önü açılmalı, güven artırıcı önlemlere devam edilmeli ve mutlak suretle gecikmeden yapısal düzenlemelerin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Kararlı ve sabırla bu politikalar uygulandığında 2024 yılı haziran ayından itibaren kalıcı şekilde enflasyonda aşağı yönlü ivmelenme başlayacaktır. %35’e yakın bir düzeyde kapatılacak 2024 yılı, kararlılıkla devam edildiği taktirde 2025 yılında ise %15’lere ve ardından 2026’da tek haneli rakamlara ancak düşecektir.

Küresel Riskler Dikkate Alınmalı

Tabii ki bu öngörülerde küresel riskleri de hesaba katmak, katma değeri yüksek ürün üretimini artırmak ve olmazsa olmaz yapısal düzenlemeler büyük önem arz etmektedir. Üç yıl boyunca kararlılıkla enflasyonla topyekûn mücadele edildiği taktirde kalıcı olarak tek haneli rakamları görmek hayal değildir. Önemli olan bu mücadele sonunda enflasyonun kronik bir sorun olmasını engellemek ve kalıcı olarak düşüşünü sağlamak ülke ekonomisini krizlere karşı daha dayanıklı hale getirmektir. Diğer taraftan son 10 günlük dönemde İsrail-Filistin gerginliği enerji fiyatları üzerinde önemli bir baskı oluşturmaktadır. İlk gün itibari ile %15’ler düzeyinde artan doğalgaz fiyatları, %5 düzeyinde artan petrol fiyatları bundan sonraki süreçte küresel düzeyde enflasyon üzerine baskı yapabilecektir.

Tabii ki bu durum ne kadar çok alana yayılırsa ve ne kadar çok zamana yayılırsa etkileri de o denli büyük olacaktır. İlk etapta enerji fiyatları üzerindeki baskı artmasına rağmen bu süreç uzadıkça ilerleyen aşamalarda özellikle gıda fiyatları üzerinde bir baskı oluşturabilecektir. Gerek enerji gerekse gıda fiyatları üzerinde oluşacak baskı Pandemi ile enflasyonla mücadele eden ülkeler üzerindeki enflasyon baskısını artırabilecektir.

Diğer taraftan gerginliğin artması küresel düzeyde tedarik sorunlarını ve ticaretin etkilenmesini de beraberinde getirebilecektir. Ticaretin azalması küresel çapta büyüme düzeylerini de doğrudan etkileyebilecektir. Artık dünya bir gün afetle bir gün Pandemi ile bir gün savaşın getirdiği olumsuz etkilerle mücadele etmektedir. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte ekonomilerin yapısal olarak yeniden şekillendirilmesi ve neredeyse artık hayatımızda hiç eksik olmayan krizlere dayanıklı hale getirilmesi gerekmektedir. Gelecek dönemlerde krizlere dayanıklı ekonomi ve finans sistemine sahip olmak ülkelerin önemli avantajlarından olacaktır. Bu nedenle belirli düzeylerde de olsa her alanda üretimi artırmak ve belli ölçülerde kendi kendine yetebilir bir ekonomi olmak önemlidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu