Suyun 100 derecede kaynaması, dünyanın yuvarlak olması gibi herkesin hiç şüphesiz tereddüt etmeden cevabını net şekilde vereceği bir soru var. Dünyada İsrail’in en büyük koruyucusu destekçisi kimdir? Cevap tek, ABD. Hamas’ın Aksa Tufan’ı operasyonuna başladığı ilk andan itibaren bu gerçeğin örnekleri tekrar sahnelenmeye başlandı. 7 Ekim Cumartesi günü ABD Başkanı Biden yaptığı ilk açıklamada bu gerçeğin hükümetler üstü bir gerçek olduğunu vurguladı. Biden konuşmasında “İsrail bağımsızlığını ilan ettikten sadece 11 dakika sonra tanıyan ilk ülke ABD olmuştur ve o günden beri de İsrail’e sonsuz desteğimizi sürdürdük. Ve konuşma “İsrail’in kendini savunması için askeri, ekonomik, siyasi, diplomatik her türlü desteği vereceğiz” şeklinde daha ironik bir biçimde tamamlandı. Ardından ABD’nin en büyük savaş gemisi, savaş uçakları bölgeye gönderildi. Biden ve ekibinin sonradan yaptığı açıklamalar adeta ABD’nin bu savaşın içinde olduğunu gösterir nitelikteydi. Biden 10 Ekim’de yaptığı konuşmada da “Bu ABD’nin de güvenlik meselesidir” cümlesiyle genel kanaati teyit etmiş oldu. Başta Biden olmak üzere birçok ABD’li yetkilinin açıklamalarında sinirli, ağlamaklı tavırları uzun süredir ABD’nin dünyadaki hiçbir savaşı, afeti bu kadar içselleştirmediğinin göstergesi gibiydi. Belli ki yıllardır izole edilmiş, köşeye sıkışmış, zulüm altında inleyen Gazze’deki Filistinliler İsrail’le birlikte karşılarında ABD’yi görmeye devam edecek.
ABD’nin bu yaklaşımının birçok önemli sebebi var. ABD’de yaklaşık 6 milyon Yahudi yaşıyor. Bu rakam İsrail’den sonraki en yüksek sayı. Siyasetten ekonomiye, film endüstrisinden kültürel yaşama pek çok alana yön veren bu grup ve lobi ABD yönetimleri için de İsrail’in kırmızı çizgi olmasına sebep oluyor. Bu çizginin dışına çıkmak nerdeyse imkânsız gibi. Suikasta kurban giden eski ABD Başkanı Kennedy’nin İsrail’le yaşadığı gerginlik, İsrail’in ABD’yi dışlayarak Fransa ile Nükleer Tesis inşaatına başlaması ve Kennedy’nin bu tesisi bombalatma ihtimali yüzünden öldürüldüğü iddiası ABD ve İsrail basınında defalarca yazılmıştır. Kennedy gibi istisnaları saymazsak her ABD yönetimi şımarık çocuk İsrail’in gönlünü hoş tutma mücadelesi verdi. Öyle ki Eski Başkan Trump’ın geçtiğimiz günlerde yaptığı “Ben kimsenin cesaret edemediği Kudüs’ün başkentiniz ilan edilmesinin yolunu açtım. Siz Yahudiler yine Demokratların yanında saf tutuyorsunuz” sitemi durumun özeti gibiydi. ABD’nin hep destek tam destek yaklaşımı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına da yansıdı. Konseyde son elli yılda İsrail aleyhine alınmak istenen toplam 53 karar ABD tarafından veto edildi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda İsrail’e yönelik alınan kınama kararları da genel kurulun yaptırım yetkisinin olmaması sebebiyle arşivlerde yer tutmaktan öteye geçemedi.
Propaganda Forever
Son yaşanan olaylar ABD basınında nasıl yer aldı sorusunun cevabını ABD’nin İsrail’e siyasi bakış açısından ayrı tutmak imkânsızdır. Bu noktada yıllardır dünyaya Yahudilere yapılan soykırım fikrini ezberleten Hollywood’dan bahsetmek önemli. Çünkü bugün ABD’deki televizyon ve sinema şirketlerinin büyük bir bölümü 20. yüzyıl başında ABD’ye gelen Yahudiler tarafından kurulmuş. O yönetim anlayışı şimdilerde de büyük ölçüde devam ediyor. Yahudi yönetmen Steven Spielberg’in Polonya’daki Yahudilerin katliamını anlatan Schindler’in Listesi, 1972 Olimpiyatları’nda Filistinli eylemcilerin İsrailli sporcuları rehin alması olayını ele alan Münih filmi ve bu ikisine nazaran daha soft bir şekilde olayı işleyen Hayat Güzeldir filmi aralıklarla dünyaya soykırım kavramını hatırlatmasıyla önemli bir örnek. Durum sadece bu filmlerle sınırlı değil, Hollywood’da neredeyse her sene dev bütçeli benzer bir film görmek mümkün. Biden’ın son konuşmasında üzerinden neredeyse 80 yıl geçmesine rağmen Yahudi Soykırımı vurgusu yapması ABD siyaseti ve sinemasının amacının aynı mantıkla İsrail’in işgal ettikleri toprakları, yaptığı zulüm ve hukuksuzlukları gölgelemek olduğunun en önemli örneğidir. Muhtemeldir ki ABD’de yakın zamanda İsrailli askerlerin kahramanlığını, hayatını kaybeden İsraillilerin duygusal hayat hikâyesini anlatan filmlerin hazırlıkları başlayacaktır.
Kudüs Tufanı operasyonu sonrası ABD Haber kanalları uzun zaman sonra ilk defa özel yayın formatına geçtiği bir dönem yaşadılar. Ülkenin bir numaralı gündemi olan konuda yayın organları propagandanın tarihte kitabını yazan ABD tarihinden esintiler vermeye başladı. Geçmişte de İsrail-Filistin konusunda taraf olan ana akım medya bu sefer olayı tamamen ABD kamuoyunda algı oluşturmaya çevirdi. Gazze’de yaşanan insanlık dramından, ölen bebeklerden, yıllardır süren ablukadan bir kelime dahi bahsetmeyen kanallar saatlerce İsrail’de hayatını kaybedenleri gündemine taşıdı. Storytellerler yani olayı hikayeleştiren muhabirler sahada adeta İsrail’in yıllardır yaptığı zulmü silikleştirme görevini üstlenmiş gibiydi. Bu enformasyon savaşında aralarında Fox, New York Post gibi kuruluşların da olduğu önemli yayın organları “Hamas 40 bebeğin başını kesti” yalanını habercilik ilkelerinin en başında gelen doğrulatma kuralını çiğneyerek izleyicilerine ulaştırdı. Anadolu Ajansı’nın İsrailli yetkililere sorarak bu iddianın gerçek olmadığını ortaya koymasına rağmen bu medya organları haberlerini güncellemedi. Üzerinden günler geçmesine rağmen gerçek dışı olan bu içerik doğruymuş gibi sunulmaya devam ediyor.
Anadolu Ajansı bölge temsilcisi Turgut Alp Boyraz’ın sonraki günlerde de haberi İsrailli yetkililere teyit ettirememiş olması da ABD medyasına pek yansımış değil. Gerçeğin aktarımından ziyade propaganda devreye girmiş durumda. Bununla birlikte AA’nın gerçek bilgiyi aktaran haberi küresel ölçekte önemli bir etkileşim ağına ulaşarak bu dezenformasyonun yayılmasına belirgin şekilde bariyer olmuş durumda. Biraz daha geniş açıdan bakıldığında objektif gazetecilik ilkeleri doğrultusunda AA ve TRT’nin çatışma bölgesinden yaptığı yayınlar enformasyon akışında önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
Bir yandan da ABD kanalları İsraillilere yardım çalışması yapan kuruluşların reklamını yapan haberleri yapmaktan da geri durmadı. Sanki yıllardır katledilen bebekler, aç susuz bırakılan, abluka altında tutulan insanlar Gazze’de değil İsrail’deymiş gibi bir tablo ortaya konulmaya çalışıldı ve buna devam ediliyor. Yaşananlar ve ABD medyasının tavrı Malcolm X’in “Eğer dikkat etmezseniz medya, mazlumlardan nefret etmenize ve zalimleri sevmenize sebep olur” sözünün pratikte uygulanması gibiydi. Şu anda ABD medyasının ve siyasetinin yaklaşım biçimi benzer nitelikler taşıyor.
ABD’de Linç Kültüründen Örnekler Sergileniyor
İsrail ve Yahudiler konusu Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en dokunulmaz alanların başında geliyor. Hiçbir zaman dillerden düşürülmeyen ifade özgürlüğü, farklı fikirlere saygı gibi kavramlar İsrail ve Yahudiler söz konusu olduğunda rafa kaldırılıyor. Toplum adeta büyülenmişe dönüyor. Bağnazlık ve linç kültürü kendisini çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Bunun en son örneği de yine bu süreçte yaşandı. ABD’nin kongre üyesi, temsilciler meclisindeki önemli demokrat isimlerden biri olan Filistin asıllı Rashida Tlaib son zamanların en büyük toplumsal baskı ve lincini yaşıyor. Rashida Tlaib olayların ardından “Barışın gelmesi için Gazze’ye yönelik abluka kaldırılmalı. Ülkemiz İsrail’e milyarlarca dolar fon sağlamayı sürdürdükçe, bu yürek parçalayıcı şiddet döngüsü devam edecek” dedi. Tlaib bu cümleyi de ilk defa kurmadı, Hamas’a güzelleme de yapmadı. Filistin asıllı biri olarak dünyanın en büyük hapishanesine dönen Gazze’deki zulme destek olmayın dedi. Benzer cümleleri ABD’deki Filistinlilerin düzenlediği İsrail protestolarında da defalarca gördük. ABD vatandaşı Filistinliler bizim vergilerimizle Gazze’yi vurmayın pankartları asıyorlardı. Rashida Tlaib, bu son açıklamalarından sonra ABD’de eski adıyla Twitter olan sosyal medya mecrasında gündem oldu. Binlerce kişi O’na hakaretler yağdırdı, vekilliği düşürülsün, hakları elinden alınsın kampanyası başlattı. Bu linci yapanlar Rashida Tlaib’in kongredeki odasının kapısında bulunan Filistin Bayrağı’nı paylaşarak sanki suç unsuruymuş gibi göstermeye çalıştı. Tlaib, bu konunun ABD’de dokunulamaz olmasını iki sene önce bir röportajda yine ortaya koymuştu Tlaib o röportajda kendisiyle özelde konuşan Demokratların gizli gizli bizde Filistin’i destekliyoruz ama bunu dile getirmemiz zor dediğini aktarmıştı.
Dolayısıyla ABD’de siyaset ve medya İsrail taraftarlığı ve Filistin karşıtlığı noktasında net çizgilere sahip. Bunun şekillenmesi ve kışkırtılmasında ise çarpıtılmış içerikler, hurafeler ve dezenformasyon güçlü bir role sahip. Yakın zamanda da bunu farklılaştırabilecek bir eğilim görünmüyor.