Siyonizmin Krizi Bağlamında Filistin-İsrail Savaşı

Hamas’ın Aksa Tufanı ve ardından İsrail’in Gazze’ye başlatmış olduğu insanlık dışı saldırılar sonrası Filistin’de savaş yeniden tüm dünyanın gündeminde. Çatışmaların başladığı andan itibaren en fazla tartışılan konular İsrail’in nasıl böyle bir istihbarat zafiyeti gösterdiği ve Hamas’ın arkasında özellikle İran’ın olup olmadığıydı. Diğer yandan Ukrayna’dan Pasifiğe kadar tüm dünyada kriz ve çatışmalar küresel kaos söylemlerine güç kazandırmışken, Büyük Güçler rekabeti döneminde başta ABD, Rusya ve Çin gibi aktörlerin yanında bölgesel aktörlerin nasıl bir tavır sergileyecekleri savaşın geleceğiyle ilgili merakla takip edilmeye çalışıldı. Türkiye de krizin patlak verdiği andan itibaren insani söylemi elden bırakmadan itidalli bir duruş sergileyerek diplomasi yoluyla çatışmanın en kısa sürede barışçıl bir şekilde son bulması adına gayret gösterdi.

Aksa Tufanı sonrası bugüne kadar sahip olduğu teknolojik kapasiteyle dokunulamaz olarak kabul edilen İsrail’in karizmasının çizilmesi özellikle Netanyahu yönetimi üzerinde büyük bir baskının ortaya çıkmasına neden olmuş görünüyor. Bu imajın sarsılması zaten bir süredir İsrail iç siyasetinde yargı reformları üzerinden büyük bir sosyal hareket kampanyasıyla karşı karşıya kalmış olan Netanyahu yönetiminde güçlü bir karşılık vererek hem İsrail’in imajını kurtarma hem de kendi yönetimine yönelik eleştirilerin üstesinden gelme motivasyonu doğurmuşa benziyor. Ancak burada belki de gözden kaçırılan nokta, İsrail iç siyaseti açısından tartışılan ayrışmaların aslında İsrail’i aşan bir boyuta sahip olduğuyla ilgilidir. Nitekim son yıllarda “Siyonizmin Krizi” başlığı altında tartışılan Yahudi dünyasında ortaya çıkan ayrışmalar bugün yaşanan krizin belki de en önemli dinamiğine karşılık geliyor. İsrail’in geleceğiyle ilgili büyük bir fikir ayrılığına karşılık gelen bu yarılma, savaşın gidişatından ABD’nin politikalarına ve de bölgenin geleceğine kadar belirleyici bir potansiyel taşıdığı için ayrı bir analizi hak etmektedir.

Siyonizmin İç Savaşı

Kökenleri son on yılda ortaya çıkan post-siyonizm tartışmalarına kadar giden Yahudi dünyasındaki iç savaş, kimilerine göre Amerikan Yahudi kimliğiyle İsrail Yahudi kimliği arasındaki bir çatışma, kimilerine göre İlerici siyasetin etkisi, kimilerine göre de Yahudiler arasındaki nesiller arası bir görüş farklılığı üzerinden ele alınabilmiştir. Aslında tüm bu farklı iddiaların tamamında doğruluk payı varken, istisnai örneklere de rastlanabilmiştir. Ancak özellikle ABD’deki George Floyd Olayları sonrası İlerici ideolojinin etkisiyle daha fazla güç kazanmış olan bu ayrışma, Netanyahu politikalarının devamını isteyen siyasi siyonistlerle, Amerikalı Yahudilerin merkezini teşkil ettiği liberal siyonistler arası İsrail’in geleceğiyle ilgili net bir görüş ayrılığı ortaya çıkarmıştır.

Netanyahu politikalarından tecrübe edildiği üzere siyasi siyonistlerin fikirleri zaten biliniyorken; ilerici liberal siyonistler ise İsraili’in devamını istemekle birlikte aşırı şiddet ve apartheid rejimiyle ülkenin kalıcı olmasının imkânsız olduğu görüşündedirler. Bunun için iki devletli bir çözüm istemekte ve siyasi hakların Filistinlilere verilmediği taktirde bir gün İsrail diye bir şeyin kalmayacağı kanaatindedirler. Bu doğrultuda en başından bu yana Netanyahu geleneğinin yerleşim politikalarına karşı çıkmışlar, ancak siyasi siyonistler bu görüşlerin hiçbirini kabul etmemiştir.

ABD’de Değişen İsrail Tutumu

ABD’de İsrail lobileri üzerinden sahip olunan İsrail yanlılığı tarihsel olarak biliniyor. Ancak Obama döneminden bu yana başlayan Netanyahu geleneğiyle sürtüşme, özellikle Biden döneminde İlerici ideolojinin siyasetin merkezine oturmasıyla daha iyi bir noktaya gelmemiştir. Biden döneminde Amerikan Yahudi kimliğinin gittikçe merkezine oturmaya başlayan liberal siyonistler, siyasette önemli görevlere gelmişler ve de liberalizm ile siyasi siyonistler arasındaki mesafenin gittikçe açıldığını iddia ederek Filistinliler üzerindeki İsrail politikalarını şiddetle eleştirmişlerdir. Örneğin geçtiğimiz yıl Kaliforniya’daki bir sinagog, Filistinli mültecilerin tazminatlarını ve geri dönüşlerini destekleme çalışmalarına başlamışken; Yahudi Fon Sağlayıcıları Ağı, İsrail’in mevcut hükümetindeki bakanların açıklamaları nedeniyle İsrail savunuculuğunun 10 milyon dolarının boşa harcandığından yakınabilmiştir. Bu kapsamda Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve ABD’nin eski İsrail büyükelçisi Martin Indyk, ABD’nin İsrail’e askeri yardımını yeniden düşünmesini önerebilmiş ve ABD’nin İsrail’e fon sağlaması siyaset kurumunun kalbinden yeni muhaliflerle daha da tartışmalı hale gelebilmiştir.

Siyasi söylemi her geçen gün daha fazla etkileyen liberal siyonistler, Amerikan sosyolojisinin gittikçe İsrail aleyhine daha fazla eğilim göstermesine aracılık etmişlerdir. Nitekim 2021 yılında yapılan Yahudi Seçmen Enstitüsü Araştırması Amerikalı Yahudilerin yüzde 25’inin İsrail’i bir apartheid devleti olarak gördüğünü göstermiştir. Yine Mart 2023’te yapılan bir Gallup anketi, 2013’te Filistinlilerden ziyade İsrail’e 35 puanlık bir farkla daha fazla sempati ifade eden Demokratların şimdi 11 puan farkla Filistinlileri desteklediğini ortaya koymuştur. Yahudi Seçmen Enstitüsü’nün başka bir araştırması ise Amerikalı hahamların üçte birinin İsrail hakkındaki gerçek görüşlerini açıkça ifade etmekten korktuğunu gözler önüne sermiştir. Çalışmalarda İsrail’in politikalarına yönelik yükselişin gençler arasında daha yaygın oluşu da Amerikan sosyolojik değişimin İsrail için gelecekte daha tehdit edici olacağı yorumlarını tetiklemiştir. Bu değişim eğilimi, liberal siyonistleri anti-siyonist bir yaklaşıma doğru kaydırmışken; siyasi siyonistler, ahlaki bir hesaplaşmadan kaçınmak adına siyonizm karşıtlığını anti-semitizm olarak yaftalama yoluna gitmişlerdir.

Değişen Sosyolojinin Devlet Davranışlarına Etkisi

ABD’de değişmeye başlayan Yahudi söyleminin etkisi İsrail’de belki de en fazla Yargı Reformu protestolarında hissedilmiştir. İsrail’de Netanyahu yönetimine yönelik artan otoriterleşme söylemi, Amerikan demokratlarınca da kötü karşılanmamış, hatta o dönemde protestolar ABD tarafından desteklendiği ve ülkede değişimin istendiği yorumlarına neden olmuştur. Protestoların etkisi İsrail’de hala daha devam etmekteyken, başta askeri elitler olmak üzere birçok kurumda Netanyahu politikalarına karşı olan bürokratların görevlerini yerine getirme konusunda soru işaretlerine sahip olduğu tartışılmıştır. Kimileri Aksa Tufanı sırasında tartışılan istihbarat zafiyetini bu minvalde ele almaktayken; Netanyahu’nun ortaya çıkan fırsat yapısını değerlendirip ulusal birliği sağlama yoluna gitmek isteyeceği tartışılıyor. Oysa Netanyahu geleneği krizin daha derinlerde olduğunun farkında olarak çok önceden Siyonizmin içerisinde bulunduğu krizin üstesinden gelebilmek adına dünyadaki tüm Yahudileri içeren “Ortak Kader Anlaşması” çerçevesini geliştirmişlerdi. Daha önce başarılı olunamayan bu çerçevedeki başarı ihtimalinin hem çatışmanın hem de bölgenin geleceğini yakından ilgilendirdiği ise reddedilemeyecek bir gerçek olarak tespit edilebilir.

Bu çerçevenin başarı ya da başarısızlığının etkileyebileceği diğer durum Amerikan devlet davranışıyla ilgilidir. ABD şu ana kadar her ne kadar en üst perdeden İsrail’in yanında olduğunu açıklamış ve askeri yardım kampanyasını başlatmış olsa da hem Amerikan demokratları hem de liberal siyonistler savaşın büyümesinin Amerikan ve İsrail çıkarlarına ters düşeceğinin farkında görülüyor. Çok cepheli savaşın ortaya çıkması, IMEC projesinin çöpe gitmesi, Arap ülkeleriyle geliştirilen diyaloğun son bulması Netanyahu’nun imajının kurtarılmasından daha değerli görülüyor. Nitekim siyasi siyonistlerin Hamas’ın eylemi sonrası Wall Street Journal’da İran’ı sorumlu tutmaları ilk başta Amerikan güvenlik elitleri tarafından yalanlanmış ve İran sonrası Rusya gibi Büyük Güçlerin meseleye dahil edilmek istenmediği sinyali verilmiştir. Obama gibi önde gelen demokratların tek bir açıklama bile yapmaması ise İsrail’e olan inancın eksikliği yönünde tartışılıyor. Çatışma öncesi son dönemlerde Netanyahu’nun yerleşimci politikalarına karşı Filistinlilerin özgürlük mücadelesinden başka bir seçeneği kalmadığını dile getirmeye başlayan liberal siyonistlerin akabinde, bugünlerde Amerikan güvenlik elitlerinin Netanyahu’yu eleştiren paylaşımlarının dışında çok fazla paylaşımda bulunmaması, savaşın sonucunda Netanyahu geleneğinin zayıflamasının hedeflendiği tartışmalarının hiç de hafife alınmaması gerektiğini ortaya koyuyor.

Eric Alterman’ın 2022’de kaleme aldığı “We Are Not One: A History of America’s Fight over Israel” isimli çalışması, İsrail davranışını değiştirmek isteyen Amerikan Başkanları’nın nasıl geri adım attıklarını analiz etmeye çalışmıştır. Siyonizm içerisinde büyüyen bu revizyonist hareket orantısız güç ile ahlaki bir hesaplaşmanın gerekliliğine vurgu yapıyor. Biden yönetiminde de oldukça etkili olduğu görülen bu eleştirel dinamiklerin bu kalıbı kırabilecek kadar değişimi sağlayabilirler mi? Bu sorunun cevabı, bu kesimlerin bölgede savaşın ani yükselişiyle yaşadıkları hayal kırıklıklarını atlattıktan sonra takındıkları tavır üzerinden belirlenecek. Martin Indyk’in “Netanyahu’nın elleri direksiyonda değil” vurgusu, bu kesimlerin savaşın gidişatını etkileyebilecek kapasitede olabileceklerini düşündürüyor. Ancak Netanyahu’yu Hamas’tan daha fazla suçlu gören bu tutumlarındaki değişiklik ihtimali, siyasi siyonistlerin Hamas’ı suçlayan terörizm kampanyasındaki ikna ediciliğiyle de bire bir ilişki görünüyor. Yine de tüm aktörler, Siyonist hareketin içerisindeki bu çatlağın farkında olmalı ve üretilen politikalarda bu dinamik göz ardı edilmemelidir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu