Cumhurbaşkanı Erdoğan 2019’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada farklı yıllara ait 4 İsrail haritası göstermiş ve sormuştu: İsrail devletinin sınırları neresidir? 1948 sınırları mıdır, 1967 sınırları mıdır, yoksa daha başka bir sınırı var mıdır? Tıpkı işgal edilen diğer Filistin toprakları gibi, Golan Tepeleri ve Batı Şeria’daki yerleşim yerleri bu devletin sınırları içinde değilse, nasıl oluyor da dünyanın gözü önünde gasp edilebiliyor? “Yüzyılın anlaşması” olarak takdim edilen girişimin amacı Filistin devletinin ve halkının mevcudiyetini tamamen ortadan kaldırmak mıdır?” Sonra devam etmişti: “Çözüm, 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve mütecanis topraklara sahip bir Filistin devletinin bir an önce kurulmasıdır. Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da mazlum Filistin halkının yanında yer almaya devam edecektir”.
Erdoğan’ın BM kürsüsünden gösterdiği ve aslında bütün dünyanın gözünün önünde başta ABD olmak üzere büyük güçlerin de desteğiyle gelişen 4 haritada bir mukayese yapmak gerekirse görünen şuydu: 1948 öncesinde bir somun ekmek büyüklüğündeki Filistin toprakları bugün artık ekmek kırıntısına dönüşmüştü. İsrail ise devasa büyüdü ve kalan kırıntıları da yutmak gayreti içinde görünüyor. Çünkü sadece 1967 Savaşı’yla değil İsrail “Yahudi nüfusun iskanlaştırılması hedefi” dahilinde “Yerleşimciler” diyerek Filistinlilere ait evleri gasp ede ede genişledi. Bugün olduğu gibi İsrail Devleti’nin yönetiminde aşırı sağcı bir hükümet bulunması gerekmiyor bu işgal ve gasp yöntemiyle toprak edinmek için. Nitekim 1967-1977 yıllarında Doğu Kudüs ve çevresi ile Batı Şeria’nın doğusundaki Ölü Deniz (Lut Gölü) etrafında Yahudi yerleşim birimi inşası programını başlatan sol eğilimli İşçi Partisi yönetimindeki İsrail hükümetiydi. Ondan devralan aşırı sağcı Likud Partisi de 1977-1987 yıllarındaki süreçte, “Yahudi yerleşim yeri inşası programı”nı sürdürdü. İsrail hükümetleri bir yandan da bölgedeki yasa dışı Yahudi yerleşim birimleri arasında ve diğer İsrail kentleriyle irtibat sağlamak üzere Batı Şeria’nın iç bölgelerinden geçen “güvenli” yollar inşa etti. 1988’de Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimci sayısı 66 bin 500, 1993’te 116 bin 300, 2000’de ise 184 bin, 2014’te 371 bini bulmuştu. ABD’nin Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ve Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağını açıklaması ve Mayıs 2018’de de taşımasının ardından işgal hız kesmeden sürdü. Uluslararası raporlara göre, Yahudi yerleşimci şiddeti ve toprak gaspı 2022-2023’te yaklaşık 500 Filistinliyi yerinden etti.2022’den bu yana Batı Şeria’nın “C bölgesi”nde artan yerleşimci saldırıları ve tacizler nedeniyle 263’ü çocuk olmak üzere en az 488 Filistinli zorla yerinden edildi. Üstelik bugün bu kırıntı kadar görünen yer başta ABD olmak üzere Avrupa’da, Asya’da hala pek çok ülke tarafından devlet olarak dahi tanınmıyor. Manzara tam da bu!
Bir diğer manzara ise şöyle, İsrail’in başını çektiği propaganda ve lobi faaliyetleriyle tıpkı İsrail haritası gibi mütemadiyen gelişen, genişleyen bir vakıa daha var. Antisemitizmin tarifi! Antisemitizm tek tek veya bir grup olarak Yahudilere duyulan ve Yahudilik dini ve veya etnik kimliğine yöneltilebilecek nefret” suçu olmaktan çıkıp bugün artık İsrail’i eleştirmek noktasına kadar geldi. Nitekim Tel Aviv yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’deki bu konuşmasından sonra iftira attı ve antisemit olmakla suçlamıştı.
Tarihi geçmişini bir yana bırakırsak 1879’da bir Alman gazeteci tarafından ilk kez kullanılan antisemitizm tanımı “Yahudi nefreti”ydi. Bernard Lewis’ten nakille “Hristiyan için Yahudi, kozmik şeytanın yeteneklerine sahip karanlık ve ölümcül bir gücü temsil ediyordu “. Nitekim Avrupa tarihinde Yahudilere dönük pek çok zulüm döneminin ardından Nazi Almanya’sında modern zamanların en sistematik, aynı zamanda en bilimsel vahşeti gerçekleştirildi. Hitlerin liderliğinde Avrupa’nın göbeğinde kadın, yaşlı, çoluk çocuk demeden 5-6 milyon insan sadece Yahudi olduğu için öldürüldü. Holokost’tan sonra Avrupa’da pek çok ülkede Yahudileri, ırkçılık yasalarından ayrı olarak özel koruma altına alan yasalar çıktı. Holokostu inkâr etmek 1979’da Almanya’da, 1990’da Fransa’da ve 14 Avrupa ülkesinde yasaklandı. Fransa’da Gayssot yasası, Nazi liderlerinin 1945-1946 yılları arasında Nürnberg’de Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasının temelini oluşturan 1945 Londra Antlaşmasında tanımlanan insanlığa karşı suçları referans alarak Yahudi soykırımının inkâr etmeyi suç kabul etti. Yani diğer ırkçılıklardan farklı olarak antisemitizm Nurnberg Mahkemeleri’nde hüküm giyen soykırım suçuyla beraber insanlığa karşı suç tanımı içine girdi.
Antisemitizm suçunun tanımı 1990’lardan başlayarak İsrail önderliğinde ve bazı nüfuzlu siyasilerin, lobilerin eşliğinde tıpkı İsrail haritası gibi genişlemesini sürdürdü. Mesela, siyonizm karşıtlığı da antisemitizme dâhil edildi. AB Hukukunun geliştirilmesi ve reformuna yönelik temel haklar meselelerini tanımlayan Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi’nin 2017’de yaptığı tanımda bu propaganda karşılık buldu. Merkez, “Antisemitizm, Yahudilere karşı nefret olarak da ifadesini bulabilen, belirli biçimde bir Yahudi algısıdır. Antisemitizmin sözlü veya fiziksel dışavurumları, Yahudi olan veya olmayan şahıslara ve/veya mülklerine, Yahudi cemaatinin kurum ve ibadet yerlerine yönelir” diyor. Ancak bu tanımın devamında başka hiçbir millete ve devlete tanınmayan istisnalar var. “Ayrıca, bu dışavurumlar, Yahudi topluluğu olarak algılandığından, İsrail devletini de hedefleyebilir” diyerek altı çiziliyor ve şöyle izah ediliyor: “Ana fikri göz ardı etmemek kaydıyla; antisemitizmin İsrail Devleti ile ilişkilendirilerek dışavurum yollarına dair örnekler şunları içerebilir:
-İsrail Devletinin varlığının ırkçı bir çaba olduğunu iddia ederek, Yahudi halkının kendi kaderini tayin hakkını reddetmek,
-Başka herhangi bir demokratik devletten beklenmeyecek veya istenmeyecek davranış kalıplarını göstermesini talep ederek çifte standart uygulamak
-Günümüzdeki İsrail politikaları ile Naziler arasında kıyaslamalar yapmak”.
Yani İsrail’i eleştirmek de Batı’da artık de facto antisemitizm! İkide bir altı çizildiği üzere demokratik bir devlet olan İsrail kendi devletinin hangi koşullarda ne kadar eleştirilebileceğinin hudutlarını da kendi tayin ediyor. Buna dair bir testi var İsrail’in. Söz konusu Üç D testiyle İsrail’i eleştirmenin hudutları hangi noktaya kadar meşrudur ve ne zaman sonra antisemitizme girer anlayabilirsiniz! 2004’te Yahudi Ajansı başkanı Natan Sharansky tarafından geliştirilen “antisemitizm testi”ne dair Jewish Political Studies Review’de bir makale yayınlandı ardından testin doğruluğu ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından da kabul edildi. Test 3 başlıktan oluşuyor, “Gayri meşrulaştırma”, “Şeytanlaştırma” ve “Çifte standartlar”. Natan Sharansky’e göre “Meşru İsrail eleştirisi arkasına saklanmak, açığa çıkarması daha zor olan bir antisemitizm”. Testin, Gayri Meşrulaştırma başlığına göre, mesela “İsrail Devletinde bir ırkçı çabanın varlığı” iddiası uluslararası hukuk tarafından karar verilen özerkliğe uygun temel hakları ret manasına geliyor ve Yahudileri bundan ayrı tutmak demek! Daldan dala atlanarak yapılan bu yoruma göre, böylece özel bir etniği, inancı, ırka veya ulusal gruba karşı bir ayrım ve ırkçılık yapılmış olduğu için ve bu da Yahudilere karşı ırkçılık anlamına geliyor. Yani başka devletler ırkçılık yaptığında bunu ifade edebilirsiniz, ama İsrail’e ırkçılık suçlamasında bulunmanız halinde, itham ettiğiniz suçun ta kendisini bizzat siz işlemiş olabilirsiniz! “Çifte Standartlar”, yani İkinci ‘D’ye göre, “Eğer bir kişi İsrail’i eleştirir ve sadece belirli konularda İsrail’i eleştirirse, ama diğer ülkeler tarafından yapılan benzer durumları yok saymayı tercih ederse İsrail’e karşı çifte standart politikası yürütüyordur. Aslında bu da ilk D’dekinin bir diğer ifadesi, başka ülkelere getirebildiğin eleştiriler ifade özgürlüğü dâhilinde ama İsrail’e benzer eleştiriler getirmek yasak! Deniyor ki, “Dünyanın geri kalanıyla karşılaştırıldığında Yahudilere ve İsrail’e farklı bir ahlaki standardı uyarlamak, belirli bir grubu karşı ayrım yapmaktır ve antisemitizm olarak işaretlenir”. Bu durumda İsrail’i eleştirirken belki de hemen onun yanına başka birkaç ülke daha eklemek lazım! Bu arada teste göre, “Boykot, tecrit ve yaptırım hareketi yapmak da yine Yahudi nefretinin dışa vurumu olabilir”. Zira “İsrail’in tecrit edilmesine yönelik uluslararası arenadaki ayırıcı ve ayrımcı muamele” kanun önünde eşitliğin İsrail için ret edilmesi yeni bir antisemitik davranıştır” diyor. Bu maddeye göre, İsrail mallarını boykot etmek antisemitizmin tezahürü. Hatta İsrail’in yanına başka bazı ülkeleri dahi ilave etseniz bunu yapmak mümkün görünmüyor!
Üçüncü ve Son D, yani şeytanlaştırma, Yahudileri diabolize etmek elbette bir ırkçılıktır, ama bu yeryüzündeki bütün ırklar için geçerlidir, yani bir ırkçılık suçudur. Bunun Batı dünyasındaki yasal düzenlemelerde “Hristiyanlıktaki Yahudi”den bahisle ayrıca altının çizilmesi kabul edilebilir belki ama burada farklı bir durum daha var: Başka devletler için mümkün olduğu halde, İsrail devletinden şeytan diye bahsetmek de antisemitizme giriyor. Ayrıca “antisemit” diye damgalanmak için başka ırktan olmanız da gerekmiyor, İsrailli ünlü tarihçi İlan Pappe, 2006’da yazdığı ‘Ethnic Cleansing of Palestine’ (Filistin’in Etnik Temizliği) kitabında, İsrail lehine büyüyen o haritada Filistinlilere yapılanları anlatırken ve Gazze’de kademeli bir soykırımın varlığından bahsederken, 3D’de ifade edilen suçların önemli bir kısmını işlemiş gözüküyor. Nitekim Pappe, bu kitabın ardından çalıştığı Hayfa Üniversitesi’nde baskı altına alındı, ülkesinde ajanlık dâhil ağır ithamlarla karşılaştı ve nihayetinde İsrail’i terk etmek zorunda kaldı.
Bu teste temel oluşturan bakış ve kriterler testin çıkışından 15 yıl sonra Batı’da uluslararası yasal düzenlemelere dâhil edilir oldu. Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi’nin 2017’deki antisemitizm tanımında etkisini gösterdi, Almanya’da antisiyonizm, antisemitizm suçu içine alındı, hem Almanya’da hem de ABD’de bazı eyaletlerde İsrail mallarını boykot çağrısı gayri-meşru antisemit bir eylem olarak kabul edildi.
Elbette İsrail aşırı alıngan yahut paranoyak olduğu için önüne gelene “antisemit” yaftası yapıştırmıyor. Post-truth dünyada bugün en az silah kadar önemli bir güce dönüşen bir propaganda tekniği bu. Anlaşılan tıpkı İsrail gibi yılmadan hatta yıldırarak ancak ondan farklı olarak “hakikatı” tekrarlamak lazım! Yerkürenin her köşesinde, her platformda, aynı cümleleri tekrarlayarak… Ta ki “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve mütecanis topraklara sahip bir Filistin devleti kurulana” dek…