Tehlikeli Bir Dip Dalga

Yabancı Düşmanlığı | 2

Türkiye’de artan yabancı düşmanlığını ele aldığım bir önceki yazımda, dip dalgaya dikkat çektim. Irkçılık, yabancı düşmanlığı üzerinden siyaseten var olmaya çalışan Ümit Özdağ gibi politikacılar kadar, halkın taleplerinin de dikkate alınması gerektiğini vurguladım. Popülizm literatüründe işlenen arz ve talep odaklı açıklamaların Türkiye’de de yankı bulduğunu belirttim.

Toplumun önemli bir kesiminin artan mülteci akınlarıyla birlikte yabancı düşmanlığına meyillendiğini, bu yönde bir talep gösterdiğini, Ümit Özdağ gibi siyasetçilerin ise bu taleplere yönelik siyaset üretip kendine Türkiye siyasetinde yer açmaya çalıştığını söyledim.

Bu yazıda yabancı düşmanlığı biçiminde zuhur eden dip dalgaya ve bu akım üzerinden ırkçılık kartıyla varlık göstermeye çalışan siyasetçilere yönelik bir takım politika önerilerini sıralamaya çalışacağım. Önceki yazıda hatırlanacağı üzere dip dalganın dayanaklarını popülizm literatüründen faydalanarak ikiye ayırmış ve sosyo-kültürel motivasyonlar ile ekonomik sebeplere vurgu yapmıştım. Popülizm literatüründen beslenerek dip dalgayı oya devşirmeye çabalayan, arz tarafını temsil eden siyasetçilerden, spesifik olarak Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nden de bahsetmiştim.

Çözüm önerilerimi sunarken bahsettiğim bu üç temel değişkene odaklanarak her bir olgu için ne tür siyasi önlemler alınabileceğini açıklamaya çalışacağım. Bir önceki yazıda da vurgulamaya çalıştığım gibi, toplum tarafından yükselen yabancı düşmanlığı (dip) dalgasına yönelik yeterli önlemler alınamazsa, Ümit Özdağ ve Zafer Partisi özelinde alınması muhtemel sert önlemler kalıcı olmayacak, aksine aşırı sağcı siyasetin önünü açarak ya yeni siyasi figürler üretecek, ya da var olan siyasi figürleri aşırı sağ bir çizgiye itecektir. Bu nedenle öncelikle toplumun taleplerine odaklanmalı ve insanların zihinlerinden ve vicdanlarından yabancı düşmanlığını, ırkçılık tohumlarını sökmek adına maddi ve manevi birtakım önlemlere başvurulmalıdır. Ancak bu hamleler sonrasında ırkçılık dalgası üzerinden siyaset üretmeye çalışan partiler ve kişilere yönelik önlemler anlam kazanacak ve kalıcı olabilecektir.

Ekonomik Önlemler

Dünya genelinde yükselen aşırı sağ eğilimler incelendiğinde, ekseriyetinin ekonominin iyi gitmediği, gelir dağılımının bozulduğu ve hayat pahalılığının yükseldiği ülkelerde vuku bulduğu görülmektedir. Benzer bir durum Türkiye’de de yaşanmakta, ekonomik göstergelerin zayıflamasıyla yabancı düşmanlığının yükselişinde bir ilişki olduğu gözlemlenmektedir.

Türkiye toplumunun önemli bir bölümü, içinde bulundukları ekonomik darlığın sebebini ağırlıkla yabancılara bağlamaktadır. Yabancı düşmanlığına sürüklenen insanların düşüncelerine göre artan işsizlik, çok düşük maaşlarla çalışan yabancılar sebebiyledir. Yabancılar yerli halkın işlerini ellerinden almaktadır. Özellikle büyük şehirlerde ev kiraları, bir evi iki-üç aile ya da 9-10 kişi birlikte tutan göçmenler nedeniyle yükselmektedir. Kısacası, insanlar içinde bulundukları kötü koşulları, suçlu belledikleri göçmenlere bağlama eğilimindedir.

Artan yabancı düşmanlığının ekonomik kökenlerini ortadan kaldırmanın çözümü teoride çok basit fakat uygulamada oldukça zor olan ve zaman isteyen ekonomik verilerin düzeltilmesidir. Kısa vadede insanların refahını tekrar yükseltmek kolay olmayacağı için, alternatif politikalar gündeme alınmalıdır. Bunun da en direkt yolu, insanlardaki hatalı algıların önüne geçmek, mümkünse bunları tersine çevirmektir.

Yukarıda bahsedildiği üzere, Türkiye toplumunun önemli bir çoğunluğu mültecilerin işlerini elinden aldığını ve çok düşük ücretlere çalışmayı kabul ettiklerinden maaşların istedikleri seviyelerde olmadığını zannetmektedirler. Halbuki çok basit bir araştırma sonucunda, büyük şehirlerde bir iki tane sanayi bölgesi ziyaret edildiğinde durumun hiç de insanların zihinlerinde kurdukları gibi olmadığı anlaşılacaktır. Mültecilerin büyük bir çoğunluğu, Türk vatandaşların çalışmaya tenezzül etmedikleri ağır işlerde çalışmaktadır. Hem sanayi sektöründe hem de hizmet sektöründe mülteciler ‘ucuz işçi’ açığını kapatmakta ve bu sayede fiyatların belirlenmesindeki en önemli faktörlerden bir tanesi olan ‘işçi maliyetinin’ düşük kalmasını sağlamaktadır.

Mültecilerin önemli bir çoğunluğu patronların sömürüsüne maruz kalmakta, kötü şartlarda, yüksek saatlerde ve önemli bir oranı sigortasız ve güvencesiz bir şekilde çalıştırılmaktadır. Bu insanların Türkiye’den bir şekilde topluca gönderilmesi halinde hem sanayi hem de hizmet sektörünün ciddi bir işçi krizine gireceği muhakkaktır. Bu da pandemi sonrası bozulan ve yeni yeni toparlanmaya başlayan tedarik zincirinin tekrar yara almasına yol açacaktır. Bunların yanı sıra fiyatların tekrar yükselmesine ve hayat pahalılığının tavan yapmasına da sebep olacaktır. Ekonomi kısa vadede tekrar eski güçlü haline dönemeyecek olsa bile insanlara ‘olayların iç yüzü’ anlatılarak mültecilerin düşman, Türklerin rakibi olmadığı, aksine ekonominin işleyişinde müspet anlamda katkıları olduğu anlatılmalıdır.

Bir diğer önemli mesele de özellikle büyük şehirlerde yaşanan kira artışlarıdır. Kira artışının temel sebeplerinden bir tanesi olan yüksek talep olgusuna mutlaka artan mülteci sayısının da katkısı bulunmaktadır. Fakat kira artışlarının tek sebebinin mülteciler olmadığı, özellikle pandemi sonrası yükselen inşaat maliyetlerinin, kredi faizlerinde yaşanan değişikliklerin de etkili olduğu ve son olarak ev sahiplerinin en ufak bir krizden kendilerine pay çıkartmaya çalıştığı da göz ardı edilmemeli ve insanlara anlatılmalıdır.

Söz gelimi, Elâzığ depremi sonrası depremden ve yıkılan evlerden nemalanmaya çalışan ev sahipleri, fiyatlarda fahiş zamlar yapmıştır. Benzer bir süreç Kahramanmaraş merkezli deprem sonrasında da yaşanmış, Mersin gibi komşu şehirlerde kiralara fahiş zamlar yapılmıştır. Ukrayna-Rusya savaşı artan göç sonrasında Antalya ilinde yaşanan ‘ilginç’ fiyat artışları da sadece talep artışı ile açıklanabilecek oranlar değildir. Bu vakalar incelendiğinde, sorunun sadece mültecilerden değil, aç gözlü demekle hata etmeyeceğimiz birtakım ev sahipleri yüzünden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Büyükşehirlerde, özellikle İstanbul’da kira ücretlerinin artışında ev sahiplerinin de ciddi bir payı olduğu görülmektedir.

Bunlara ek olarak, kira artışlarının tek Türkiye’de yaşanmadığı benzer süreçlerin neredeyse dünyanın her gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde, kalabalık metropollerinde gerçekleştiği yerel halka anlatılmalıdır. Özetle, siyaset bir yandan algı düzeyinde insanları bilgilendirmeye yönelik politikalar üretirken diğer taraftan da manipülatif kira artışlarına izin vermemeli ve yüksek talebi karşılamaya yönelik adımlar atmalıdır.

Bu yazıda toplumda yükselen yabancı düşmanlığının ekonomik göstergelerle olan ilişkisine, halkın algısına ve siyasetin ne tür politikalar üretmesi gerektiğine odaklandım. Bir sonraki yazıda artan yabancı düşmanlığının sosyo-kültürel kaynaklarına, aşırı sağ siyaseti benimseyen politikacıların bu sürece katkısına ve bu iki temel probleme yönelik çözüm babında alınması gereken önlemlere değineceğim.

[Ayhan Sarı, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu