PKK uzun bir süre sonra yeniden bir saldırı gerçekleştirmeye kalkıştı.
Niteliği ve amacına bakıldığında “ses getirecek” bir saldırı peşinde olduğu görünüyor. Ankara’da, terörle mücadelede etkin bir rol oynayan emniyet ve jandarmayı bünyesinde barındıran İç İşleri Bakanlığını hedef alması buna işaret. Elbette başarılı olamadı, olamazdı ve bundan sonra istediği hedefe istediği kapsamda bir saldırı gerçekleştirmesi çok zor.
Yine de bu saldırı önemliydi. Nitekim saldırısı sonrası başlayan hareketliliğe ve Türkiye’de karar alıcılardan gelen açıklamalara bakıldığında durumun ciddiyeti daha iyi anlaşılıyor. Saldırı girişimini önemli kılan husus yalnızca Bakanlığa yönelik olması değil elbette. Türkiye’nin PKK konusunda ABD ve diğer PKK destekçisi ülkelerle doğrudan karşı karşıya kalmış olması.
Türkiye 2015 Temmuz ayından beri PKK’ya karşı benimsediği yeni stratejiyi kararlılıkla uygulamakta. Türkiye toprakları içinde ve dışında örgüte karşı ofansif bir strateji uyguluyor. Bu kapsamda PKK’ya materyal kapasite sağlayan bütün kaynaklar da hedef durumunda. Ancak PKK’nın Suriye kolu üzerinde ABD ve diğer Batılı ülkelerle bir konsensüse varılmış değil. PKK’nın Türkiye, Irak ve Suriye yapılanması arasında bir fark olmadığı, hatta batılı ülkelerdeki destekçilerinin de aynı kapsamda değerlendirilmesi için ilgili hükümet ve güvenlik bürokrasisi çok yoğun bir çaba sarf etti. Türkiye’de gerçekleşen saldırıların Irak ve Suriye kaynaklı olduğunu, Suriye’deki militanların PKK içinden yetiştiğini ve daha önce Türkiye’ye yönelik eylemler gerçekleştirdiğini defalarca kanıtladı ve bu kanıtları muhataplarına sundu.
Ancak Batılı muhataplar maalesef bu konuda Türkiye’ye kulak verme eğilimine bile girmedi. DEAŞ başta olmak üzere türlü bahanelerle PKK’nın farklı kollarına destek vermeye devam ettiler. Zaman zaman YPG’nin Türkiye’ye yönelik saldırı gerçekleştirmeyeceğine yönelik garanti vermeleri de aralarındaki ilişkiyi kanıtlar nitelikte. Son Ankara saldırısı örneğinde de gördüğümüz üzere, saldırı gerçekleşince de destek mesajları vermekten de geri durmadılar. Siyasi, askeri ve destek verdikleri PKK saldırı konumuna geçince, Türkiye’ye sözlü destek vererek durumu kurtarmaya yöneliyorlar.
Türkiye’nin bu saldırıya verdiği tepki tam da bu fasit daireyi kırmak kararlılığına işaret ediyor.
ABD başta olmak üzere PKK’yı koruyup kollayan, destek veren ülkelere tavrını net bir şekilde gösterecek. Türkiye’ye verdikleri garantilerin, PKK’yı yatıştırmak için verdikleri destek ve tavizlerin bir işe yaramadığını gösterecek. Dahası, Türkiye artık YPG ile PKK arasındaki organik bağı kanıtlamak, Irak ve Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehditlerin ulusal güvenlik seviyesinde olduğunu göstermek için de çaba sarfetmek zorunda değil. Son saldırı dahil, her saldırı zaten bunu kanıtlıyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın dün sarf ettiği “Irak ve Suriye’de PKK/YPG’ye ait bütün tesisler artık meşru hedeftir. Üçüncü tarafların bu tesislerden uzak durmasını tavsiye ediyorum” sözleri tam da bu anlama geliyor. Bu uyarıyı kamuoyu önünde, medya üzerinden ve net bir şekilde ifade etmiş olması da ayrıca kayda değer.
ABD’nin Cevabı
Perşembe gününden itibaren Türk savaş uçakları ve SİHA’lar, tam da Fidan’ın işaret ettiği üzere Irak ve Suriye’deki terör noktalarını hedef aldı ve PKK ağır bir yara aldı. ABD’nin bir Türk SİHA’sını düşürdüğünü açıklaması ise bu sürecin şüphesiz en önemli gelişmesi oldu. ABD’li yetkililer, Türk yetkililerle temas kurduktan sonra bu olayı üzüntü verici şeklinde niteleyerek kamu oyu ile paylaştılar. Bu olayın Suriye’de Türkiye ile Amerika arasında yeni bir angajman kuralına neden olup olmayacağı henüz net değil ama kesin olan bir şey var ki bu gelişme hafife alınacak türden değil. Her ne kadar kendi askerleri için tehdit oluşturduğu için Türk Siha’sının düşürüldüğünü açıklasa da sonuçta PKK’ya karşı yapılan bir operasyonda ABD’nin doğrudan müdahale gerçeğini değiştirmiyor.
Peki bundan sonra ne olacak ? Kısa vadede Türkiye ile ABD arasında bir çatışma riski çok düşük. Ancak Türkiye’nin terörle mücadele stratejisi ve Suriye politikasında bir değişim de beklenemez. Türkiye ABD’nin hamlesini bir kenara not ederek yoluna devam edecektir. Kontrollü gerginlik önümüzdeki dönemde de devam edecek, ancak bu tarz ani gelişmelere bundan sonra daha hazırlıklı olmalıyız. ABD açısından ise durum gittikçe dramatikleşiyor. Türkiye kamuoyunda oluşan “ABD-PKK” birlikteliği algısı her geçen gün pekişiyor. Dahası Türkiye’nin ABD’ye duyabileceği güven eşiği çok düştü ve hükümetin olası bir iyileşme sürecinde kamuoyunu bu konuda ikna etmesi gittikçe zorlaşıyor.
Konu ile ilgilenen Amerikalı uzman ve akademisyenler de tam da bu noktaya dikkat çekiyor. PKK’nın Türk-Amerikan ilişkilerini zehirlemesine izin veren ABD yönetimlerini suçlayarak, Türkiye’nin tahammül sınırına işaret ediyorlar.
İşin sancılı ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin anlaması gereken fakat kulak arkası ettikleri (anlamadıkları değil!) noktası da burası. Bir yandan İsveç’in NATO’ya girişi için Türkiye’ye baskı yaparken, Türkiye’nin PKK ile ilgili meşru taleplerini görmezden geliyorlar.
Mülteci meselesi, Ukrayna, Suriye, Libya gibi kriz bölgeleri ile Ege gibi kronikleşmiş sorunlarda Türkiye’nin tamamen kendi eksenlerinde, bütünüyle karşılıksız ve hatta bir çok konuda taviz vererek hareket etmesini talep ediyorlar.
Bardak geniş ama o kadar da değil. Bardağı taşıracak damlalar da hızla artıyor.
[Doç. Dr. Veysel Kurt, TAV Mütevelli Heyeti Üyesidir.]