Siyasi istikrarsızlığın zirve yaptığı yıllar olarak kayıtlara geçen doksanlar, pek çok bakımdan Türkiye’nin yönünü tayin eden zaman dilimlerini de işaret eder. O yıllardaki terör eylemlerinin meydana getirdiği kesif hava, koalisyonların kararsız, güçsüz idarelerinin sonuçlarından yalnızca biriydi. Peş peşe gelen şehit haberleri, terörle mücadelede başarısızlık, ekonomik krizler, toplumsal eylemler ve daha nice sorun, milletin hafızasına derinden işledi. İbret, yaşanan her olayın doğal bir sonucu olarak yedeğe alındı halk nazarında. Öyle ki yakın dönem tarihimizin kahir ekseriyetini teşkil eden bu manzara, geriye ilk fırsatta devre sokulmak üzere büyük bir kararı tahkim etti.
O yıllar, doğu ve güneydoğuda kol gezen şiddete verilen yalan yanlış cevaplar daha kötü neticeler doğuruyor, terör örgütlerinin avuçlarını ovuşturdukları bir atmosferi şekillendiriyordu. Askeri vesayet, bir yandan memleketin her köşesine hakim olduğuna ilişkin müstekbir bir propagandayı sürdürürken, sivil siyasete vaziyet ediyor, diğer taraftan ise asli vazifesini yerine getiremiyor, örgütler karşısında acze düşüyordu. Şüphesiz bu pek çok sebebi olan bir olguydu. Askerin politikaya yön verme alışkanlığı, medya ve sermaye gruplarıyla dirsek temasında kalarak stratejik ortağıyla ters düşmeme motivasyonu ve sonradan ortaya çıkacak paralel bir devlet yapılanması inşa eden FETÖ gibi örgütlerin manipülasyonu bu sebeplerden birkaçıydı.
Az ömürlü hükümetler dönemi ülkeyi her bakımdan yormuş, her bakımdan hantallaştırmıştı. Neredeyse hiçbir mekanizma düzgün işlemiyor, millet kendi ülkesinde tekinsiz bir hayata mecbur bırakılıyordu. Koalisyonlar istikrarsızlığı artırırken diğer yandan da sola meyilli seçmenin en azından bir kısmını, sisteme dair katı eleştirileriyle bilinen alternatiflere yönlendiriyordu. Siyaset kurumunun kilitlenmesi marjinal unsurların kargaşadan güçlenerek çıkmasını temin etmişti.
Günün sonunda kaos fırsatlar doğurmuş, insanların eğilimi değişmiş ve HDP çizgisindeki etnik ayrılıkçı kesimler sivil siyaset kapılarını alabildiğine zorlamaya ilişkin bir kanaat geliştirmişlerdi. Önceleri el yordamıyla denedikleri yeni politikaları izah etmede göze batan ayrılıkçı politik figürler, adlarının krizlerle anılmasına mani olamadı. Şimdilerde daha dikkatli davranmaya çalıştıkları terör örgütü PKK ile aynı düzlemde bulunma hali o dönem en kaba saba biçimiyle meydanlardaydı.
Doksanlı yılların başına kadar münferit siyasetçileri marifetiyle politik sahnede yer arayan etnisite merkezli siyaseti benimseyen isimler, devam eden süreçte kurdukları partilerle kolektif görünürlüklerini belirgin kıldı. Bu dönem, ayrılıkçı Kürt politik unsurlarının kentlileşme temayülünün de yükselmesini ifade ediyordu. Uzun yıllar bağımsız adaylar blokuyla seçilerek Meclis’te grup kuran figürler, nihayet 2000’li yılların ortalarında oluşan demokratikleşme ikliminin etkisiyle adı sanı belli partilerle politika yaptı. Buna mukabil Marksist-Leninist çizgisiyle malul terör örgütü ile girift ilişkiler ağını seyreltmek şöyle dursun habire genişleten HDP çizgisinin öncülü olan ayrılıkçı partiler, bu niteliklerinden ötürü daima meşruiyet kriziyle karşı karşıya kaldı. Müteakip yıllarda makas değiştirip salt jeokültürel bir bölgenin temsilcisi olma vasfının kendilerine ayak bağı olduğu düşüncesiyle iddia ve teliflerini daha geniş bir tabana yaymak istediler. Geniş kitlelerde karşılık bulacağına dair fikirlerini serdederken demokrasi söylemini elden bırakmayan bir hüviyete büründüler.
Türkiye 2000’li yılların başında 90’larda yedeğine aldığı ibretle çeyrek asrı bulacak bir tercih yaptı insanlar. Halk ardı ardına gelecek AK Parti hükümetleri dönemini başlattı. Kürtlerin en büyük kütlesi, parti bileşenlerinin önemli bir bölümünü teşkil ediyordu. Vaktiyle Erbakan, Özal gibi siyasi aktörlerin açtığı mecralarda alan bulan Kürt siyasileri çoğunlukla Erdoğan’ın yanında karar kılmışlardı. Bunun için bir Kürt siyasetinden bahsedilecekse bunun ilk adresi de AK Parti idi artık. Zira Kürtlerden en çok oy alan parti AK Parti olmuştu. Toplumun değerleriyle derdi olmayanların Kürtler adına temsil adresi belirlenmişti.
HDP süreci böyle bir iklimin hasılası olarak başladı. Kızıl tonlarına bir miktar yeşil katmakta beis görmeyen ana omurga ayrılıkçı çizgiyi mevzi edinenler, liberal sola da hiç olmadığı kadar yanaşmıştı. Bünyelerine kattıkları eski tüfek İslamcılardan bazıları ile sol liberal isimlerden bir terkip oluşturarak ‘Türkiyelileşme’yi denediler. Açılım sürecine dahil oldular, marjinal yanlarını halının altına süpürdüler. Neden sonra esaslı bir barış konusunda samimiyetlerinin olmadığını ilan edercesine istismar siyasetine sarıldılar. Devlet erki izin vermedi buna. Hümanizm söylemelerini en çok bayraklaştırdıkları dönem o dönemdi.
Masa dağıldı, söz bitti. Zaman içinde savuma sanayii gelişti, yerli ve milli silahlar terör örgütlerini bitirme noktasına getirdi. Dağ giderek nostaljikleşse de tesirini sürdürüyordu. Radikal yanıyla temayüz etmiş bir yapı olarak PKK uzantısı hareket, iç hesaplaşmaya girişti. Karakterleri bu denli toleransa müsaade etmedi. Ortaklık yaptıkları unsurlar ya dönüşecek, ehlileşecek ya da refüze edileceklerdi. Dayatmacı her politik yapının tabiatı gibi ayrılıkçıların de öz mizacı baskın geldi ve yeşil ve mavi tonları seyreltip kızıllıklarını daha koyulaştırmaya koyuldular. Bir bölüm eski İslamcı ayrılırken liberal sol unsurlardan kalanların yeri hayli daraldı. YSP süreci böyle başladı, seçimlere TİP’te somutlaşan radikal solcularla beraber girildi. Tüm muhalifler gibi YSP de kaybetti.
İki yönden iki eşikte sınanması muhtemel HDP/YSP fraksiyonu, yeni bir dönemeçte artık. Politik ve sosyal içerikli bu eşikler söz konusu etnik merkezli siyasi hareketin geleceğini belirleyecek gibi görünüyor. Dalgalı siyasetlerin partileriyle bugünlere gelen etnik Kürt milliyetçisi akımlar, değişen siyasi ve toplumsal dinamikler karşısında bedelini ödemeyi hazırda tutarak bir karar vermek durumunda.
Ayrılıkçıların eşiklerinden ilkini, yaklaşan yerel seçimlerde verecekleri karar teşkil ediyor. Bir önceki seçimde Millet İttifakı’ndan yana olan HDP/YSP çizgisi, netice itibariyle umduklarını bulamadı. El altından aldıkları ufak tefek menfaatlerin haricinde yarar görmediler, üstüne üstlük vebalı muamelesi yapılmaktan kurtulamadılar. Özellikle İstanbul ve Ankara’da belediyeleri kazanmak adına mevcudiyetlerini borçlu oldukları söylemleri sümen altı eden etnik milliyetçiler, zaman zaman kendi tabanlarının da öfkesine maruz kaldılar.
Şimdi kendi adaylarını çıkarmayacakları her formül tüm argümanlarının terk edilmesi anlamına gelecek. Dağılmış Millet İttifakı içinden çıkması zor yeni bir ittifak doğsa dahi oraya verilecek açık ya da zımni destek ‘kendi adayını çıkarmayan parti’ etiketinin yapışmasına engel olmayacak. Siyaset bir iddia işiyse iddialarından vazgeçmek anlamına gelecek bu kararın ağır faturasının çıkması muhtemel.
Buna mukabil çıkaracakları adayları ne denli güçlü olursa olsun kazanamayacakları vakıa. Oyları bölen olarak yan yana durmaları ihtimal dahilinde olan partilerin kazanma şanslarını da tehlikeye sokma olasılığı taşıyan ayrılıkçı siyaset sıkışmış vaziyette görünüyor.
Self determinasyon, özerklik, anadilde eğitim gibi taleplerle çıkılan yolun sonunda radikal solcularca LGBT duvarına toslatılmak, diğer büyük meselesi etnik Kürt milliyetçilerinin. Seçime beraber girdikleri TİP gibi yapılarla ihtilafa düşülen meselelerin başında LGBT konusu geliyor. Açıkçası Kürtçü siyasetin destekçisi geleneksel tabanın gündeminde alt sıralardaki LGBT başlığı bir sorun olarak duruyor. Etnik temelli Kürt siyasileri burada da sosyopolitik çıktısı olacak bir karar vermek durumunda. İkinci eşik de budur. Marjinal solun kendi ajandasına mahkum etmesiyle neticelenen vasatta ya LGBT duvarı aşılacak ya da benimsenecek.
Özgürlükler bağlamında HDP/YSP çizgisinin halihazırdaki siyasetini beğenmeyen, hatta arkaik bulan radikal solcular, özelikle metropollerde HDP seçmeninin bir bölümüne etki ederek oy geçişi sağladılar. Son seçimde HDP/YSP’den yüzde dörtlük bir oy TİP’e kaydı. Etnik ayrılıkçı partilerin, hayli agresif bir politika güden, LGBT’nin hamisi pozisyonuna soyunan TİP’ten yana tavır koyması kendi geleneksel tabanının kaybına sebep olabilir. Diğer yandan metropollerde mevcut seçmeninin yitirilmesiyle sonuçlanan bir risk var. Yani ya LGBT lobisine teslim olarak tabanını kaybedecekler ya da geleneksel tabanını tutmak adına metropollerden vazgeçecekler.
Radikal solcularla fay hattı oluşturan bu süreç ideolojik bir kopuşa gebe. Ayrılıkçı politika, tarihi boyunca ülkenin temel meselelerine ilişkin farklı politikalar geliştirse de sabitesi addettiği ‘toplumsal barış’ı da kapsayan bir politik tehdidin meydan okumasıyla karşı karşıya. Aile mefhumunu başa koyan Kürtleri temsil iddiası altında bu zamana kadar ezilen etnik siyasi yapının şimdi aileyi hedef alan, geleneksel tüm yapılara savaş açan LGBT zorbalığına boyun eğmesinin doğu ve güneydoğuda nasıl reaksiyon alacağını kestirmek zor değil. Söz konusu riskler, etnik siyasetin bugününü biçimlendireceği gibi kaderini de doğrudan etkileyecek.