Suriye iç savaşı sonrası yaşanan mülteci akımı ile ülkemizin gündemine giren ‘yabancı düşmanlığı’ son günlerde ivme kazanmış ve özellikle Arap turistlere ve Müslüman ülkelerden gelen mültecilere yönelik bir kampanyaya ve saldırıya dönüşmüştür. Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın başını çektiği provokasyonların da etkisiyle yaşanan menfi olaylar, yerel seçimler öncesi bu meselenin daha fazla gündeme getirileceğine yönelik işaretler barındırmaktadır.
Son yıllarda, Avrupalı ülkelerin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin de benzer süreçlerden geçtiği, yabancı düşmanlığı üzerinden aşırı sağın kuvvetlendiği görülmektedir. Siyaset bilimcilerin popülizm kavramı altında tartıştığı ve anlamaya çalıştığı bu mesele, temel olarak iki başlık altında incelenmektedir.
Birinci başlık, yükselen popülist siyasetin (konumuz özelinde aşırı sağın) alttan gelen bir dalga, toplum tarafından gelen bir talep sonucu mu ortaya çıktığı, yoksa üst yapı olarak adlandırabileceğimiz siyasi kurumların ve meşru siyasetin yetersizliği neticesinde mi peydah olduğu sorusu etrafında şekillenmiştir.
İkinci başlık ise, eğer popülist siyaset, yükselen aşırı sağ ve yabancı düşmanlığı (zenofobi) toplumsal talep üzerine meydana gelen bir durum ise, bu talebin altında yatan sebeplerin incelenmesi üzerine inşa edilmiştir. Uzmanlar ekonomik ve sosyo-kültürel olarak isimlendirilebilecek iki temel neden üzerinde yoğunlaşmıştır. Bir görüşe göre, halkın artan yabancı düşmanlığı ve yükselen aşırı sağ eğiliminin nedenleri, ekonominin kötüye gidişinde, kapitalist sistemin insanların ihtiyaçlarına yeterli cevabı verememesi ve giderek yozlaşan, dar bir kitlenin çıkarlarına hizmet eden bir hal almasında aranmalıdır. Diğer bir görüşe göre ise, halkın popülist siyasete meyletmesinin sebepleri, son yıllarda artan göçler, geleneksel kültürel değerlerin değişimi, etnik kökenlere dayanan grupsal kimliklerin tehlikede olduğu hissiyatının artmasında yatmaktadır.
Odak noktamızı tekrar Türkiye örneğine geri çevirdiğimizde, aşırı sağ siyasetin yükselişinde ve artan yabancı düşmanlığının gelişiminde, toplumdan gelen bir talebin olduğu ve son yıllarda yaşanan ekonomik sıkıntıların da bu talebi tetiklediği gözlemlenmektedir.
Bir metafor ile anlatmak gerekirse, demokrasiyi bir çarşıya benzetebiliriz. Bu çarşıdaki dükkanlar ve işletmecilerin temel fonksiyonu, müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak olarak tanımlanabilir. Yıllar içerisinde yaşanan değişimler sonucu müşterilerin ortaya çıkan yeni taleplerinin karşılanmaması durumunda, (a) insanlar ihtiyaçlarını meşru ya da meşru yollar mümkün/yeterli değilse gayri-meşru yollardan gidermeye çalışabilir, ve (b) insanların bu yeni ihtiyaçlarını gidermeye yönelik yeni ticari teşebbüsler ortaya çıkabilir. Yeni ticari teşebbüsler yasal yollardan ilerleyerek yeni bir dükkân açıp insanların ihtiyaçlarını gidermeye çalışabilir. Bunun yanı sıra çarşının hâkimi olan işletmecilerin izin vermemesi durumunda kaçak bir tezgâh açabilir ya da eski dükkanlarla rekabet edebilme amacıyla birtakım hilelere, olağanın dışında yollara başvurabilirler.
Benzetmeden çıkıp gerçeğe döner ve teşbihte hata olmaz düsturuna dayanırsak, çarşıdaki dükkanları mevcut ana akım siyasi kurum ve partilerle, işletmecileri de seçilmiş siyasetçilerle eşleştirebiliriz. Müşteri olarak kodladığımız halk, siyasi kurumlar ve siyasetçilerden, ihtiyaçlarının giderilmesini, Suriye savaşı ile başlayan mülteci akımına ve artan yabancı nüfusuna yönelik çözümler bulunmasını beklemektedir.
Halkın talebi, yukarıda popülizm literatüründen kısaca bahsedildiği bölümde olana benzer bir şekilde, sosyo-kültürel ve ekonomik saiklere dayanmaktadır. Halkın önemli bir çoğunluğu, ki buna azımsanmayacak bir muhafazakâr Ak Parti seçmeni de dahil, kendi çevrelerinde bizzat gözlemleyebildikleri artan yabancı nüfusuna tepkisel bir yaklaşım sergilemektedir. Bir taraftan sosyo-kültürel motivasyonla kendi etnik-grupsal kimliklerine karşı bir tehdit algılamakta, diğer taraftan da kötüleşen ekonomik durumları, yabancı gruplara ilişkin algılarını zehirlemektedir.
Büyük şehirlerin artan nüfusu, ev kiralarında yaşanan şok artışlar, yüksek enflasyon ve maaşların beklentilerin altında kalması, insanların mülteciler ve yabancılar hakkındaki olumsuz görüşlerini etkileyen somut örnekler olarak sunulabilir. Bunların yanı sıra, özellikle Arap turistlerin sayısında yaşanan artış sebebiyle, insanların hem Arap turistleri mülteciler ve kaçak göçmenler ile karıştırmasına yol açmış, hem de turistlerin Türkiye’de dilediği tarzda bir hayat yaşayabilmesi bir rahatsızlığa, daha doğrusu bir hazımsızlığa sebep olmuştur. Ekonomiden kaynaklı bu memnuniyetsizlik İslam ve Arap düşmanlığı başta olmak üzere bir takım sosyo-kültürel ön yargılarla birleşince yabancılara yönelik olumsuz bakış açısı ve tepki tehlikeli boyutlara ulaşmıştır.
Tabandan gelen yabancı düşmanlığı dalgası maalesef mevcut siyasi kurumlar ve partiler tarafından uzun bir süredir gereğince önemsenmemiş ve halktan gelen bu tepkileri (haklı/haksız tartışmasını bir kenara bırakıp) yatıştırmak adına yeterli önlemler alınamamıştır. Bu durumu fırsat bilen Ümit Özdağ ve kurucusu olduğu Zafer Partisi, yukarıdaki metaforda bahsedilen çarşıya tezgâh açan girişimci misali tabandan gelen bu dalgayı kendi siyasi hedefleri çerçevesinde kullanma yoluna gitmiştir.
Özellikle sosyal medya üzerinden yürütülen kampanyalar ve yapılan algı operasyonları, tabanda var olan yabancı düşmanlığını körüklemiş ve son günlerde yaşanan menfi olayları tetiklemiştir. Yerel seçimlerin yaklaştığı bu zamanlarda Ümit Özdağ vb. siyasetçiler, alttan gelen bu dalgayı oya devşirme adına her türlü provokasyonu göze alabilecekleri sinyalini vermiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, ve bu yazının dikkat çekmek istediği nokta, Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin, son günlerde zirveye ulaşan yabancı düşmanlığının sebebi değil, bir sonucu olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesidir. Ümit Özdağ tabanda var olan ve yıllar içerisinde gelişen yabancı düşmanlığını oya devşirmeye çalışan siyasi bir figürdür.
Bu noktada zaman zaman Ümit Özdağ’ın bir şekilde siyaset sahnesinden el çektirilmesine yönelik tartışmalar gündeme gelmektedir. Ancak böylesi hamleler yabancı düşmanlığını bitirebilmek için yeterli değildir. Bu şartlar altında, tabandan gelen bu dalga var olduğu sürece, Ümit Özdağ’ın yerini çok kısa bir süre içerisinde başka bir siyasi figür dolduracaktır. Nitekim, 14 Mayıs seçimlerinin ikinci tura kalması sonucunda, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yabancı düşmanlığında ve aşırı sağda var olan oy potansiyelini görmüş ve Zafer Partisi ile ittifaka girerek hamlesini yapmıştır.
Özetle, yabancı düşmanlığı merkezinde gelişen aşırı sağ eğilimler yapısal önlemler alınmaz ve halkın tepkileri yatıştırılmazsa, bazı siyasi figürlerin siyaset sahnesinden uzaklaştırılması ile durdurulabilecek bir nitelik taşımamaktadır. Bu sebeple siyasetin halkın taleplerine ve dipten gelen bu dalgayı yatıştırmaya yönelik hamleler yapması gerekmektedir. Bir sonraki yazıda çözüm önerilerine odaklanılacaktır.