Türkiye’de İslâmcılık ve Siyasal İslâm Meselesi

Son zamanlarda özellikle sosyal medya olmak üzere birçok mecrada “Siyasal İslâmcılar” şeklinde bir ibarenin oldukça çok kullanıldığına tanık oluyoruz. Bu ifadenin yanlış bir kullanım olduğunu belirterek konuya başlamak istiyorum. Bir kere “İslâmcılık” dediğimiz şey başlı başına “siyasal”ı da içeren bir olgudur. Çünkü İslâmcılık siyasal bir ideolojidir ve kavramın ortaya çıkışı Kemal Karpat’ın meşhur kitabının başlığında olduğu gibi İslâm’ın siyasallaşmasıylagerçekleşmiştir. Bu siyasallaşma da yeni bir durum değil, 19. yüzyılda başlayıp farklı evrelerden geçerek günümüze kadar gelmiştir. “Siyasal İslâm” gibi yanlış kullanımın kaynağı konusunda farklı gerekçeler üzerinde durulabilir. Bu konudaki yaklaşımlar da genellikle bakıldığı yere göre değişmektedir. Bazen yeterli bir bilgi birikiminin olmamasından da kaynaklı olarak, dinin siyasete alet edilmesi ya da dindar insanların siyaset sahnesinde boy göstermesi gibi durumlar bu anlamda belirtilmektedir. Böyle bir yaklaşımla siyasal İslâmcılık denilen olgu, özellikle 1950 sonrası için bakarsak Necmettin Erbakan’ın ve Milli Selamet Partisi’nin söylemlerinde yer alan dini referanslarla popülerleşmiş, 90’larda Refah Partisi ve devamındaki partiler üzerinden bu söylem kurulmuştur. Günümüzde ise ağırlıklı olarak AK Parti’nin bayraktarlığında varlığını sürdüren bir olgu olarak öne çıkartılmaktadır. Geniş bir perspektiften bakıldığında ise bu aslında büyük bir yanılgıdır. Her şeyden önce İslâmcılığın entelektüel boyutunu göz ardı eden ve kavramı sığlaştıran, aslında kendisi sığ olan bir bakış açısının göstergesidir.

İslâmcılık Nedir?

Tarihsel olarak bakıldığında İslâmcılık, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki modernleşme sürecine ilişkin tartışmalarda Genç Osmanlıların, birtakım modernleşme olgusunun Osmanlı değerleriyle çelişse de bazılarının (demokrasi gibi) bizde var olan kavramlarla karşılık bulabileceğini fıkhi argümanlarla destekleyerek dile getirmesiyle başlamıştır. Yani İslâmcılık, Türk modernleşmesi sürecine farklı bir yaklaşım getiren, ziyadesiyle devletin bekasının İslâmî çerçevede izlenecek siyasetlerle mümkün olduğunu savunan düşünce biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Namık Kemal’in yeri bu anlamda önemlidir. Bu dönemdeki tartışmalar çok yönlü ve entelektüel derinliği olan, bir yönüyle seküler yani dünyevi bir bakış açısı getiren özelliklere de sahiptir. Cemaleddin Afgani ve onun düşüncelerinden etkilenen Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Mehmet Akif Ersoy, Süleyman Nazif gibi isimler bu düşüncenin öncülerinden olmuşlardır. Yaptıkları yayınlar ve yazılarıyla savundukları bu düşünceye akademik ya da tarihi değerlendirmelerde İslâmcı yakıştırması yapılmış, zamanla bu düşüncenin savunucuları tarafından da İslâmcılık kavramsallaştırması benimsenmiştir.

Diğer yandan İslâmcılığın bir devlet siyaseti olarak değerlendirilmesi ile bir siyasal ideoloji olması arasında da küçük nüanslar olmakla birlikte büyük bir fark yoktur. Zira İslâmcı ideolojinin öncülerinin sadece bir yaşam tarzı olarak değil, bir dünya algısı ve devlet bekası çerçevesinde bu düşünceyi geliştirdikleri görülür. II. Abdülhamit, müstemlekeciliğe karşı yürüttüğü antiemperyalist dünya siyasetinde hilafet vurgusu yaparken yahut Hicaz demiryolunu inşa ettirirken İslâmcı bir siyaset izlediğini söylememiş, bu siyaseti yorumlayan ekserisi batılı yazarlar onun pan-İslâmist bir siyaset izlediğini öne sürmüştür. Keza Yusuf Akçura’nın Üç Tarz’ı Siyaset’inde de İslâmcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük gibi devletin bekası için uygulanabilecek siyaset tarzlarından biri olarak zikredilmektedir. Burada zikredilen ya da zikredilmeyen İslâmcıların Abdülhamit taraftarı olmadıklarını, hatta ona muhalefet eden Jön Türk hareketi içinde yer aldıklarını da hatırlamakta yarar vardır. Çok geniş bir tartışma alanından bahsettiğimin farkındayım. Ancak Abdülhamit taraftarlığının illaki İslâmcılık anlamına gelmeyeceğini, ya da tam tersine ona muhalefet edenlerin, özellikle de İttihatçıların İslâmcılığa karşı bir tavır içinde oldukları gibi önyargılı tarih okumalarından kaçınmak gerektiğini de söylemek durumundayım.

Burada İslâmcılık kavramının antiemperyalist yönünün özellikle not edilmesi gerekir. Zira Selçuk Türkyılmaz’ın Yeni Şafak gazetesinde yer alan “Üç Devir İslâmcılık” başlıklı makalesinde de belirttiği gibi, bu hareket Birinci Dünya Savaşı sonrasında sessiz bir görünüme bürünse de Müslüman dünyada 1950’lerle birlikte başlayan ve 1990’lara kadar süren ikinci döneminde yine antiemperyalist bir çerçevede gelişmiştir. Nitekim Türkiye’deki bugünkü İslâmcılık anlayışını da bu dönemler beslemiştir. Buradan İslâmcılık düşüncesinin sadece Osmanlı yahut Türkiye ile sınırlı olmayıp küresel ölçekli bir kavrayış olduğu çıkarımını da yapmak mümkündür.

Uzun uzadıya bir İslâmcılık literatürü tartışması ve İslâmcılığın tarihi gibi bir anlatı hedeflemiyorum. Günümüzdeki yanlış kullanıma konuyu getirmek gerekirse, bugün İslâmcılık ya da siyasal İslâm gibi ifadeleri kullananların, bu ideolojinin kısaca bahsettiğimiz tarihçesinden yahut İslâmcılığı temsil eden isimlerden bihaber olarak bu ifadeleri kullandıkları düşünülebilir. Üstelik bunun sadece İslâmcılıktan bihaber kesimlerin değil, o bihaber kesimlerin İslâmcı olarak niteleyeceği çevrelerde dahi tezahür ettiğini söylemek mümkündür. Zira İslâmcı çevrelerde olduğu düşünülebilecek birtakım yazar çizerlerin özellikle bazı siyasi konulardan bahsederken kendisini hiç içine katmadığı bir kesimden bahseder gibi “siyasal İslâmcılar” dediklerini gözlemlemek mümkündür. Bugün kendisine İslâmcı diyen ya da “İslâmcılar” denildiğinde üzerine alınma potansiyeline sahip olanlarla “siyasal İslâmcılar” denilenlerin aynı kümede olmadıkları, hatta kesişim kümelerinin de çok küçük boyutlarda kaldığını söylemek mümkündür.

Siyasal İslâmcılar Kimlerdir?

Gerek olumsuz çağrışımlarla zikredilmesi, gerekse gerçek manada İslâmcılığı ifade etmiyor oluşu nedeniyle, “siyasal İslâmcılar” denildiğinde Türkiye’de üzerine alınacak hiç kimse yok gibidir. Çok iddialı cümle kurmuş olmayalım haydi, belki bunun ne maksatla söylendiğini anlamadan İslâmi değerleri benimseyen ve siyasi tercihi de bu doğrultuda olan bazı vatandaşlar…

İslâmcılık, evet bugün Cumhur İttifakı seçmeninin de büyük çoğunluğunu ifade eden dindar-muhafazakâr halk kitlelerine dayanmayı öngören, temsilcileri bu kitleler içinden gelmekle birlikte entelektüel bir zemini olan ve ideolojik olarak bir dünya görüşünü temsil eden yaklaşımı ifade eder. Dolayısıyla İslâmcılık ile muhafazakârlık (Türkiye’deki algısıyla yaşam biçimi olarak muhafazakârlık. Siyasal ve ideolojik anlamıyla düşünülünce iş değişir) ve dindarlık gibi kavramların arasında keskin olmayan çizgiler mevcuttur. Bu çizgilerin belirgin olmayışı da etiketlenenin kim olduğu konusunu her daim muğlak bırakmaktadır. İslâmcılığın entelektüel arka planını, antiemperyalist yönünü ya da devlet eksenli bir siyaset anlayışı olduğunu değil, ziyadesiyle Müslümanca bir yaşam tarzını -ama mutedil ama mutaassıp bir yaklaşımla- benimsemiş ve bu çerçevede olayları yorumlayan herkesi “siyasal İslâmcı” olarak etiketleme eğiliminden bahsediyoruz. Bu yorumu dile getirenlerin çoğunlukla, sağ eğilimli olan ve Türkiye’de çoğunluğu oluşturan muhafazakâr halk kitlelerini kastettiği söylenebilir. Bu kavramsallaştırmadaki olası kasıt ise, İslâmcılığı değersizleştirmek ve sığ bir zemine hapsetmektir.

“Siyasal İslâmcılar” ifadesini kullananların büyük bir ihtimalle İslâmcılık kavramına vakıf olmadan bunu kullandıkları söylenebilir. Bu kavramla bugün kastedilenler ise son derece muğlaktır. Bazen Recep Tayyip Erdoğan, AK Partili yöneticiler, bazen genel olarak sağ görüşlü olanlar, bazen Erdoğan taraftarları, bazen siyasetle direkt ilgisi olmayan dini cemaatler ya da muhafazakâr bir yaşam tarzı benimsediği belli olan herhangi bir vatandaşı dahi hedefleyebilmektedir. Bu, 1980’li ve 1990’lı yıllardan kalma “dinci”, “şeriatçı”, “irticacı” gibi etiketleme alışkanlığının bir devamı gibi de görülebilir. Fakat “İslâmcı” denildiğinde belki, ancak “siyasal İslâmcı” denildiğinde burada örneklenenlerden herhangi birinin üzerine alınmayacağı bir şey söylendiğini düşünecek olursak, esasında bu muğlaklığın bilinçli bir tercih olduğu da söylenebilir. Zira bu “siyasal İslâmcılar şöyle, böyle…” gibi ifadeleri genellikle toplumsal olarak olumsuz bir gelişmede, muhafazakâr yaşam biçimine yönelik ithamlarda, birtakım yönetimsel ya da ekonomik olayların yorumlanışında vs. görmekteyiz. Bu ifadeyi kullananlara “sen Müslüman değil misin” ya da “bizi mi kastediyorsun” gibi bir soru yöneltildiğinde vereceği cevap “ben dindar insanları kastetmiyorum, ben dini siyasete alet edenleri kastediyorum” olmaktadır. Siyaseten ya da değil, din istismarının bugün sağ muhafazakâr kesime özgüleştirilmesi sıkıntılıdır. Özellikle seçim dönemlerinde kimler tarafından yapıldığını düşündüğümüzde, siyasal İslâmcı etiketini hiçbir zaman yapıştırmadıkları kesimlerin bu istismarı daha çok yaptığını görürüz.

O Zaman Kim Bu İslâmcılar?

İslâmcı olmak için salt dini argümanlarla konuşmak, dindar bir görüntü vermek ya da farzımuhal Sultan İkinci Abdülhamit güzellemesi yapmak gibi şeylerin yeterli olmadığını, bunlarla yalnızca siyasal İslâmcı gibi etiketlere matuf olunabileceğini söylemek gerekir. Bu şekilde eski Türkiye’den kalma olumsuz intibalar ve yaftalar yaşatılır. İslâmcılığı olumlu ya da olumsuz bir etiket olarak değil, antiemperyalist bir dünya görüşü ve entelektüel bir zeminde değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda bugün kendisine İslâmcı diyenlerin sayısı, zannedilenden oldukça azdır. Hem entelektüel birikim hem tarihsel şuur, hem antiemperyalist dünya görüşü, hem de Müslümanca bir yaşam tarzının birleştiği kişiler düşünüldüğünde bu sayı daha da aza inmektedir. Bugüne kadar yazdıkları çizdikleriyle İslâmcı görüntüsü veren, toplumun muhafazakâr kesimlerince kanıksanmış, bu etiketi hak ettiği düşünülen birtakım gazeteci, fikir insanı vs. kişilerin dahi “-cılık, -cilik, -cülük” gibi eklerle ortaya çıkan kavramları kabul etmediklerini söyledikleri bir dönemde yaşıyoruz. Bu gibi olumsuz değerlendirmeler dolayısıyla İslâmcılığa meyyal kitlelerin de bu kavrama karşı mesafeli bir tutum takınmaları söz konusudur.

Hülasa, siyasal İslâmcılık gibi sonradan üretilmiş kavramlar, söyleyenin bir şey biliyormuş gibi göründüğü ama aslında içi boş, cehaletle itham ederken aslında söyleyenin cahilliğini ortaya koyan, cehaletten de öte aslında kıymetli kavramları da gözden düşürme kastıyla dolaşıma sokulan kavramlardır. Bu bağlamda meselenin anlaşılması noktasında doğru seçilmiş ifadelerin kullanılması son derece önem arz etmektedir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu