Esed rejiminin 16 Ağustos’ta sübvansiyonları durdurması sonucu artan akaryakıt fiyatları sebebiyle rejim kontrolündeki bölgelerde geniş protestolar başlamıştı. Güney Suriye’de başlayan protestolar Dürzi azınlığın yoğun olarak bulunduğu Süveyde’de yoğunlaştı ve Baas partisi binalarının basılmasına ve rejim karşıtı sloganlar atılmasına kadar giden önemli gelişmelere yol açtı.
Bu gelişmeler Suriye’de ekonomik krizin boyutları, Esed rejiminin kaybolan yönetme kabiliyeti ve bittiği iddia edilen iç savaşın geleceği gibi konularda çıkarımlar yapmaya imkân tanımakta. Bu protestoların rejim kontrolündeki tüm bölgelere yayılıp bir rejim değişikliğine yol açıp açmayacağı ve Esed rejimi ile normalleşme girişimlerine nasıl bir etki yapacağını incelemek faydalı olacaktır.
Suveyde Protestoları ve Esed Rejiminin Yok Olan Yönetme Kabiliyeti
Suveyde kenti çevresinde yoğunlukta olan Dürzi azınlık 2011’de başlayan iç savaşta Esed rejimiyle anlaşarak tarafsız kalmıştı. Her ne kadar işgal altındaki Golan tepeleri ve Suveyde çevresinde yoğunlaşmış olsalar da Şam’a coğrafi yakınlıkları sebebiyle bu bölgelerin istikrarı Esed rejimi için oldukça kritik. Bölgedeki Dürziler 2011 sonrası Esed rejimiyle bir anlaşma yaparak şehrin güvenliğinin kendilerine bağlı yerel silahlı unsurlarca sağlanması karşılığı iç savaşa taraf olmayarak varlıklarını sürdürmüşlerdi. Ancak rejim kontrolündeki bölgelerde yaşanan ekonomik sorunların bir yansıması olarak son akaryakıt krizi Suveyde’deki Dürzilerin de ilk kez rejim karşıtı bir pozisyon almasına sebep oldu.
Protestolar şiddet içermese de şehirdeki Baas partisi binalarının basılması ve Esed rejimi karşıtı sloganlar dolayısıyla bunun bir rejim içi protesto olmadığı ve Dürzilerin ilk kez rejime doğrudan karşı pozisyon aldıkları söylenebilir. Bu aşamada rejim kontrolündeki bölgelerde protestolarda bulunan halk elektrik veya benzin istemiyor, elektrik ve benzin olmamasının ana sebebi olarak rejimin düşmesini istiyor.
Dürzilerin Suriye’de hem tarihsel olarak hem de güncel olarak sahip olduğu farklı konum gereği Esed rejiminin bu protestoları 12 yıllık iç savaş boyunca yaptığının aksine şiddetle bastırması pek muhtemel görünmüyor. Bu yüzden de protestoların yatıştırılması için ya büyük bir mucize ile akaryakıt krizi ve ekonomik krizin etkilerinin hafifletilmesi gerekiyor ya da bir dış aktörün müdahalesi ile iki taraf arasında bir arabuluculuk gerekiyor. İran’ın etki alanının dışında kalan bu konuya Rusya’nın da şu aşamada ağırlık vermesi pek muhtemel görünmüyor. Dolayısıyla kısa vadede protestoların devam edeceği ancak rejimin varlığını doğrudan tehdit etmeyeceği bir süreç beklenebilir.
Bu da Körfez ülkeleriyle normalleşme ve Arap Ligi’ne yeniden kabul gibi diplomatik zaferler elde eden Esed rejiminin yerelde oldukça zor bir durumda olduğunu göstermekte. Son aylarda ısrarla oluşturulmaya çalışılan, savaşın bittiği ve halkın sokaklarda eğlendiği bir Suriye imajının tamamen suni olduğunu ortaya koymakta. Bu aşamada Esed rejimi yalnızca Dürzilerin çoğunlukta olduğu Suveyde ve çevresini değil, Rusya ve İran desteğiyle askeri olarak kontrolünde tuttuğu sivilleri ve bölgeleri yönetme kabiliyetini tamamen kaybetmiş durumda. Yaşanan ekonomik sıkıntıların yanında akaryakıt krizi, elektrik kesintileri ve hemen her ürünün karaborsasının oluşmuş olması Esed rejimi bölgelerinde istisnai bir zengin azınlık dışında sivillerin yaşamasını imkânsız bir hale getiriyor.
Dolayısıyla Esed rejimi Körfez ülkeleriyle normalleşmeyle ile taahhüt ettiği Captagon ticaretini engellemek bir yana temel gelir kaynağı olarak bu uyuşturucunun üretimi ve ticaretine muhtaç durumda. Bu tartışmada gözden kaçırılan bir nokta olarak İran, Hizbullah ve Şii milislerin Captagon üretimi ve ticaretindeki merkezi rolü de düşünüldüğünde Körfez lehine böyle bir hamlenin gerçekleşmeyeceği aşikâr.
Dağılan Normalleşme Masası
Tüm bu yaşananların bir diğer çıktısı ise Esed rejimi ile normalleşme gündeminin tamamen yıkılması olmuştur. Körfez ülkelerinin 2023 içerisinde Şam ile normalleşerek gerçekleştirmeyi umduğu her madde Suveyde protestolarının gün yüzüne çıkarmasıyla başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Öncelikle Esed rejiminin ekonomik sorunlar ve istikrarı sağlayamaması dolayısıyla yönetme kabiliyetini tamamen kaybettiği bir kez daha görülmüş, rejimin içerisinde bulunduğu krizin ekonomik yardımlar ve yatırımlarla çözülmekten oldukça uzak olduğu ortaya çıkmıştır.
Bunun yanında Körfez ülkelerinin Esed ile normalleşme gündemindeki en önemli madde olan Captagon ticaretinin engellenmesi meselesinde de hiçbir gelişme yaşanmadığı gibi Ürdün sınırında yaşanan sorunlar artmıştır. Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesi ve sınırdan Captagon ticaretinin önlenmesi gibi hayallerle Esed rejimiyle normalleşen Ürdün’ün bu süreçte rejim bölgelerine hava saldırısı yapacak bir duruma gelmesi de başarısız normalleşme girişimini gösteren en açık örnektir.
Körfez’den farklılaşan bir süreç olarak Ankara Şam müzakereleri ise Esed rejiminin aşırı talepleri ve Türkiye’nin karşılanmayan talepleri sebebiyle dondurulmuştu. Esed rejimi normalleşmek için şart olarak Suriye’deki TSK varlığının sona ermesi talebiyle müzakereleri tıkarken Türkiye’nin ana talebi olan PKK/YPG terörüne karşı mücadele konusunda da hiçbir adım atmamıştır. Üstüne, Münbiç ve M4 karayolu çevresinde Arap aşiretlerle yaşanan çatışmalarda Esed rejimi unsurları ile YPG’nin birlikte hareket etmesi de Şam’ın Türkiye’nin bu talebini yerine getirmeye niyeti olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Bu aşamada Esed rejiminin tüm iç karışıklıklarına ve sorunlarına rağmen Türkiye’ye karşı maksimalist taleplerini sürdürüyor oluşu normalleşme müzakerelerini anlamsız hale getirmektedir. Bunun yanında Ürdün normalleşme örneğinde gördüğümüz gibi Şam yönetiminin sınır güvenliğini sağlamak konusunda zayıf kalmasının yanı sıra Dera ve Suveyde’de yaşanan protestolar da Suriyeli sığınmacıların geri dönüşü için Esed rejimi bölgelerinde şartların hiç uygun olmadığını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla somut adımlar ve ilerleme görülmeden atılacak herhangi bir normalleşme adımı yalnızca Esed rejimine kazandırdığı gibi çözülmesi beklenen meselelerde de hiçbir kazanım elde edilemeyeceği bir sürece dönüşme riskine sahiptir.
Sonuç
12 yıllık acı tecrübe gösterdi ki, halkın talepleri ne kadar meşru olsa da Esed rejimi ne kadar büyük katliamlara imza atmış olsa da Suriye’de bir rejim değişikliği protestolar ve halk hareketleriyle değil dış etmenlerle mümkün olabilir. Ne bölgesel şartlar ne de uluslararası dengeler şu an Şam’da böyle büyük bir dönüşüm için uygun değil. Şu an bölge ülkelerinin ve uluslararası sistemin son isteyeceği şey Suriye’de bir rejim değişikliği olduğu düşünüldüğünde, yerel şartlar hazır olsa bile Suriye’de bir rejim değişikliği ve hatta rejim içi bir hesaplaşma bile mümkün görünmüyor. Böylece Suriye ve Suriyeliler için gelecekte iç savaşın bittiği bir senaryoda bile ekonomi ve insani şartlar anlamında Suriye krizi devam edecekken, Esed rejimi sebebiyle siyasi kriz de her saniye sürecek gibi duruyor.