Geçtiğimiz üç hafta Suriye’de oldukça hareketli geçti. Önce Esed rejiminin kontrolündeki bölgelerde artan akaryakıt fiyatları temelli olarak protestolar başladı. Dürzilerin çoğunlukta olduğu Suveyde’de yoğunlaşan protestolar daha sonra rejim karşıtı bir kimliğe büründü. Bu protestolar devam ederken Deyr ez Zor’da ise Arap aşiretler, yıllardır ABD öncülüğünde SDG çatısı altında birlikte hareket ettikleri PKK/YPG terör örgütüyle çatışmaya girişti. Bir haftadır yaşanan çatışmalar sonucunda Arap aşiretler YPG’ye karşı silahlı mücadeleye girişerek Deyr ez Zor çevresinde bazı yerleşim yerlerinden terör örgütünü çıkardı.
Bu iki büyük gelişme, Suriye iç savaşında son yıllarda yaşanan trendi bir kez daha gözler önüne sererken yerel gruplar arasındaki güç ilişkileri ve bu grupların bölgesel ve küresel aktörlerle ilişkileri üzerine de birçok noktayı ön plana çıkardı. Peki Deyr ez Zor merkezli yaşananların yerel ve bölgesel sonuçları neler olabilir? ABD’nin Suriye politikasında nasıl bir kırılma üretebilir ve Türkiye’nin opsiyonları neler?
YPG ile Arap Aşiretlerin Çatışması ve ABD’nin Suriye Politikasının Çöküşü
Arap aşiretlerle YPG’nin Deyr ez Zor çevresinde başlayan çatışmaları şu an 3 cephede devam ediyor denilebilir. Deyr ez Zor, olayların başladığı ve yoğun olarak devam ettiği yer olarak öne çıkıyor. Münbiç ise Türkiye’nin operasyon bölgelerinde yer alan Arap aşiretlerin bölgeye girme çabasıyla bir mücadele alanı. Barış Pınarı harekât bölgesinin güneyi ve M4 karayolu çevresi de aynı şekilde aşiret güçlerinin ve yerel unsurların YPG’ye karşı ilerlemeye çalıştığı bölgelerden biri.
Deyr ez Zor’da çatışmalar devam etse ve aşiret güçleri bazı köyleri YPG’den temizlese de YPG’nin Arap bölgelerinden tamamen çıkarılması gibi büyük sonuçlar beklememek gerekiyor. Yine de bu çatışmalar, ABD’nin hava desteği olmadan, yıllardır DEAŞ’la mücadele bahanesiyle eğitip donattığı YPG’nin savaşma kapasitesi hakkında oldukça önemli bilgiler veriyor. Ele geçirilen bölgelerde YPG’nin çoğu zaman savaşmadan geri çekilmek zorunda kalması, Amerikan zırhlı araçlarının ve teçhizatların Arap aşiretlerin eline geçmesi veya imha edilmesi gösteriyor ki ABD’nin SDG maskesi altındaki YPG yatırımı askeri olarak başarısız olmaya mahkûm.
Yaşananlar ABD’nin YPG endeksli olarak Kürt nüfusun olduğu bölgelerden oldukça uzakta, Arap nüfusun yoğunlukta olduğu ve yalnızca petrol bölgeleri sebebiyle elinde tuttuğu bölgelerdeki güvenlik mimarisinin de çökmeye başladığının önemli bir kanıtı.
Bu politikanın sürdürülebilir olmadığı ve çökeceği politik ve ideolojik angajmanı olmayan herkesin malumuyken ABD için bunu görmek o kadar da kolay değil. Dolayısıyla Amerikan yönetimi ve karar alıcıları bu sinyalleri de görmezden gelecek ve politikanın tamamen iflas edeceği bir sonraki krize kadar aynı şekilde devam edeceklerdir. Ancak günün sonunda ABD’nin Afganistan’dan bir gece çekilerek yerel işbirlikçilerini yalnız bırakması gibi bir sona doğru hızla gitmekteyiz.
Uzun vadede ne olacağını ise ABD’nin açık desteğiyle YPG’nin Arap aşiretlere karşı vereceği mücadele sonrası Arap aşiretlerin alacağı pozisyon belirleyecek. ABD ile YPG’den bağımsız yapacakları muhtemel bir anlaşma olayları yatıştırsa da bölgede yaşanan sorunu çözmeyecektir. Ancak ABD’nin kendi askerlerini Arap aşiretlerle YPG arasında bir tampon olarak kullanmaktan kaçınacağını da düşündüğümüzde bu olay ABD’nin Suriye’de politikasını gözden geçirmek ve YPG ile ilişkisini sorgulamak için kaçınılmaz olarak gireceği yolu yakınlaştırmış olabilir. Başkanlık seçim sürecinde yeni bir asker sevkiyatı kadar “yerel “müttefikinin” yalnız bırakılması da ABD için bir maliyet üreteceğinden, statükonun sürdürülmesi için çabalar devam edecektir.
Yerel Fay Hatlarını Baskılayan Dış Aktörler
Suriye’de iç savaşın ürettiği yerel fay hatları ve kriz noktaları iç savaşın canlanmasını ve cephelerin hareketlenmesini tetiklese de bölgesel ve küresel şartlar krizi dondurup statükoyu korumak noktasında diretiyor. İç savaşa doğrudan müdahil olan dört ana ülke Rusya, İran, Türkiye ve ABD’nin yaşanan olaylara ve iç savaşın seyrine yönelik yaklaşımları bu olayların geleceğini doğrudan belirliyor. PKK/YPG terörüyle mücadele ve muhalif bölgelerin istikrarı konusunda oldukça net bir politikası olan Türkiye’ye karşı Rusya ve ABD Suriye’nin kuzeyinde teröre güvenlik şemsiyesi olmaya devam ediyorlar. Deyr ez Zor’da yaşananların bir devamı olarak açılan Münbiç ve Tel Tamir cephelerinde bu ülkelerin YPG arkasında net bir tavır alması Arap aşiretlerin başarılı olmasının önündeki en büyük engel. Öyle ki Fırat Kalkanı bölgesinden hareketlenen Arap aşiretlerin Münbic’in kuzeyinde bazı köyleri ele geçirmesi sonrası Rus hava kuvvetleri bu köyleri bombalayarak aşiretlerin ilerleyişini durdurdu.
Bunun yanı sıra Barış Pınarı bölgesinin güneyinde başlayan çatışmalarda da Arap aşiretler M4 karayolunun kontrolünü aldıklarında yaşanan çatışmalarda YPG terör örgütü ile Esed rejimi unsurları aşiretlere karşı birlikte kullandığı askeri noktalardan ortak bir askeri mücadeleye giriştiler.
Dolayısıyla Fırat’ın doğusunda yaşanan olaylar her ne kadar Türkiye sınırına ve TSK’nın kontrol hattına da sıçrasa da Deyr ez Zor çevresinde yaşanan kadar yoğun bir çatışma yaşanması kısa vadede mümkün görünmüyor. Tıpkı Barış Pınarı harekâtı sonrasında olduğu gibi Fırat’ın doğusunda M4 karayolu çevresinde ABD ve Rusya YPG’yi Türkiye’ye karşı korumak ve statükoyu korumak noktasında benzeşen bir yaklaşıma sahip. Her ne kadar Amerikan askerleri ve hava unsurları henüz sahada aktif görünmese de Rusların askeri hareketliliği TSK’nın cephe hattına doğrudan müdahalesini zorlaştıran bir durum.
Deyr ez Zor’daki çatışmalar ise ilk aşamada aşiretler lehine ilerlese de ABD’nin müdahalesi ile sınırlanabilir. Bölgede bulunan Ömer petrol sahası ve Amerikan askeri noktaları gibi kritik öneme sahip noktaların güvenliği riske girdiğinde ABD’nin krize doğrudan müdahil olması ve Arap aşiretler ile YPG’den bağımsız bir uzlaşı ihtimali doğabilir. Arap aşiretlerinin de çatışmalar uzadıkça tükenecek güçleri ve yaşayacakları sorunlar düşünüldüğünde, bölgede hızlı sonuç alamazlarsa ABD ile masaya oturup bir anlaşma koparma seçeneği güçlenecektir.
Türkiye Ne Yapabilir?
Tüm bu gelişmeler doğrultusunda Türkiye, YPG’ye karşı baskıyı artırırken dengeli bir politika izlemek zorunda. Gelişmelere ilgisiz davranmak ve kendi haline bırakmak Türkiye için seçeneklerin en kötüsü olsa da Arap aşiretlere açıktan askeri destek vermek de oldukça riskli olabilir. Dolayısıyla Türkiye, bir yandan YPG bölgelerinde çıkan güvenlik sorunlarının yarattığı ortamda fırsat kollarken diğer taraftan olayları kendi çıkarları ve terör örgütü aleyhine kanalize etmeye yönelecektir. Ancak güneyde Deyr ez Zor’daki çatışmalar ABD’nin büyük önem verdiği ve YPG’nin finanse edilmesinde kullanılan petrol bölgelerini riske atıp kontrol edilemez bir noktaya evrildiğinde kuzeyde Türkiye önündeki engeller zayıflayacak ve muhtemel bir operasyon için o zaman bir fırsat penceresi aralanacaktır. Ancak o aşamaya kadar Türkiye’nin konuya müdahalesinin yerel aktörleri desteklemek ve terör örgütüne karşı istihbarat faaliyetlerine devam etmek şeklinde olması beklenmelidir. Bu noktada da bölgenin 2011 öncesi Arap çoğunluğa sahip olduğu ve YPG’nin bu Arap şehirlerini işgal altında tutmasının demografik ve güvenlik açısından riskleri ön plana çıkarılabilir.
Sonuç
Sonuç olarak, son yıllarda sona erip ermediği tartışılacak kadar çatışmaların azaldığı Suriye’de iç savaş yerelde tüm yoğunluğuyla devam ediyor. İdlib’de Türkiye’nin Suriye muhalefetine desteği ve TSK varlığıyla Esed rejiminin önüne bir set çekilmiş durumdayken Fırat’ın doğusunda da terörle mücadeledeki kararlılığı Türkiye, Rusya ve ABD arasında bir sıkışmışlık üretiyor. Bu da Körfez ülkeleri gibi bölgesel aktörlerin yaklaşımıyla da birleştiğinde Suriye’de Türkiye hariç müdahil ülkelerin statükoyu korumaya çalıştığı ve krizin kendileri için maliyetini sınırlandırdıkları bir denklemin oluşmasını dayatıyor.
Unutmamak lazım ki Suriye’de çatışmaların şiddetlenmesi ve iç savaşın tekrar hareketlenmesi için gereken tüm yerel şartlar halihazırda mevcut. Ancak buna rağmen çatışmaların şiddetlenmemesinin sebebi ise iç savaşa doğrudan müdahil olan ülkelerin yaklaşımları ve bölge ülkelerinin pozisyonları. Dolayısıyla yerel şartlar Suveyde veya Deyr ez Zor’da olduğu gibi çatışmaları tetiklese ve statükoyu değiştirmek için zorlasa da bölgesel ve küresel şartlar bu noktada çatışmaların dondurulması ve statükonun korunması için çok net bir pozisyona sahip.
Ancak dış aktörlerin yerel şartları baskılamasıyla yaşanan çatışmasızlık dönemleri her ne kadar krizin bölgesel ve küresel etkilerini sınırlasa da yerel fay hatları her fırsatta kendini göstermekte. Dolayısıyla bu protesto ve çatışmalar her ne şekilde sona ererse ersin, bir sonraki uygun şartlarda kaçınılmaz olarak tekrar ortaya çıkacaktır. Ta ki Suriye iç savaşı, savaşı yaratan ve savaşın yarattığı sorunlarla birlikte bir çözüme kavuşturulana kadar.