Siyaset Skalasında İyi Parti'yi Konumlandırmak

“İyi Parti Türkiye siyasetinin ne tarafında?” sorusu seçimler ve ittifak görüşmeleriyle geçen yoğun bir maratonda bir türlü hak ettiği ilgiyi görmedi. Hangi adayı destekleyecek, aday çıkaracak mı gibi sorular parti kimliği gibi temel soruları gölgede bıraktı. Oysa Türkiye siyasetinde iz bırakabilmek için iz bilmek, kendini Türk siyasi tarihinde bir yere konumlandırabilmek gerekiyordu. Ancak aşağıda kısaca özetlenen Türkiye siyaseti haritasında İyi Parti nereye düşüyor sorusu halen daha cevabını bulmuş değil.

Türkiye’nin cumhuriyet dönemi siyasi tarihi, 17 Kasım 1924’te CHP’ye muhalif bir siyasi hareket olarak ortaya çıkıp bir yıldan kısa bir süre sonra kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan (TCF) bugüne değin iki ana aks üzerinden devam etmektedir. Kuruluş yıllarında parti-devlet olarak işlev gören CHP ekonomide devletçilik ilkesini, toplumsal politikalarda ise katı laikçi uygulamaları temsil ederken CHP’ye muhalif olan ikinci aks ekonomide serbest teşebbüsçü bir yaklaşımı, toplumsal politikalarda ise toplumun dini-manevi mirasıyla barışık bir yaklaşımı savunmaktaydı.

Bir yandan bu ikinci aks parti kapatmalar ve darbelerle zaman zaman inkıtaya uğratılmış, öte yandan her iki aks da dönem dönem bölünmeler yaşamıştır. Ancak CHP ilk aksın lokomotifi olma rolünü bir asır boyunca kısa kesintiler yaşasa da sürdürmüş, ikinci aksın lokomotifi ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan üç ay süren kısa bir Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübesine, demokrasiye geçiş sonrası Demokrat Parti’den Adalet Partisi ve ANAP tecrübelerine ve nihayet AK Parti yıllarına kadar farklı parti tabelaları altında yolculuğunu sürdürmüştür. Bu akslardan CHP ile özdeşleşen ilkine bugün merkez sol, ya da sosyal demokrat bir ideoloji yakıştırılmaktadır. Tek Parti döneminin çoğu için sol siyaset yakıştırması pek doğru olmasa da kimileri Kasım Gülek’in genel sekreterlik döneminden (1950-59), kimileri ise Bülent Ecevit’in CHP genel başkanlığından beri (1972-80) CHP’nin lokomotifi olduğu bu aksı siyasi yelpazenin solunda saymaktadır.

Sağ siyaset olarak anılan ikinci aks ise içinden İslamcı ve milliyetçi çizgiye yakın hareketler de çıkarmıştır. Sağ siyaset içinden çıkan bu İslamcı ve milliyetçi hareketler 1970’lerde Necip Fazıl Kısakürek ve Aydınlar Ocağı etkisiyle Türk-İslam sentezi başlığı altında ideolojik bir yakınlaşma da yaşamıştır. Dahası bu İslamcı ve milliyetçi hareketler o zaman sağ siyasetin lokomotif partisi olan Adalet Partisi ile Milliyetçi Cephe hükümetleri de (1975-78 yılları arasındaki 39 ve 41. hükümetler) kurmuş ve sağ siyaseti tek çatı altında toplayabilmiştir. Siyasi tarihimizde CHP-MSP (1974) ve ANASOL-M (1999-2002) gibi melez (sağ ve sol partilerden müteşekkil) hükümet tecrübeleri de dönem dönem yaşanmıştır muhakkak. Ancak, hemen tüm demokrasilerde olduğu gibi Türkiye’de de siyaset çok büyük oranda sağ-sol ekseninde tartışılır olmuş, partiler buna göre hizalanmıştır.

2014 seçimlerinde cumhurbaşkanının ilk defa halk oyuyla seçilmesi ve 16 Nisan 2017 referandumuyla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle beraber Türkiye’de siyasetin sağ ve sol çatılar altında iki büyük kümede toplanacağı düşünülmüştür. Nitekim günümüzde “yerli ve milli” söylemini benimseyen Cumhur İttifakı yukarıda bahsedilen sağ siyaset tecrübesini bünyesinde massetmiştir. Öte yandan madalyonun diğer yüzünde ne siyasi kimlik gelişimi ne de söylem ve politika netliği henüz sağlanabilmiştir. Bir yandan CHP gibi Türkiye’de merkez sol siyasetin lokomotifi olan bir parti, bir yandan İslamcı, milliyetçi hatta liberal kimliklerle ortaya çıkan küçüklü büyüklü partiler Millet İttifakı içinde buluşmuştur. Son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’den Zafer Partisi’ne kadar pek çok aşırıcı hareketten de destek bulan Millet İttifakı Türkiye siyasetinde hangi çizgiyi ve hangi ilkeleri temsil ettiğini bulmakta zorlanmış, bu zorlanma seçmen nezdinde bu ittifakı konumlandırma problemi doğurmuş, bu karmaşadan ülke yönetebilecek bir siyaset çıkmayacağı kanaati toplum genelinde hakim olmuş ve nihayet seçimler Millet İttifakı açısından kaybedilmiştir. Seçim sürecinde bu gidişatı sezen İyi Parti seçim sonrasında da durumun muhasebesini yapmaya devam etmektedir.

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in önceki gün Afyonkarahisar’da gerçekleştirdiği konuşma sağ siyasetin lokomotifi olma iddiasıyla ortaya çıkan İyi Parti’nin bir nevi özeleştirisi olmuştur. Ne var ki Akşener, Millet İttifakı’nın son seçim sürecindeki mağlubiyetinin sebeplerini izah ederken yine odadaki fili görmemiş, ortak bir kimlik, ortak bir Türkiye vizyonu, ortak bir somut siyaset fikri üretememiş millet ittifakının ölü doğduğunu görmezden gelerek sorunu yine “yanlış aday”la açıklamaya çalışmıştır. Oysa millet ittifakının asıl problemi doğru adayı bulamamak değil, doğru kimliği hatta herhangi bir kimliği oluşturamamak oldu. Millet ittifakı içinden çıkan aykırı sesler ve hem ittifak içi hem de parti içi çekişmeler seçimler eskaza kazanılmış olsaydı bugün bir hükümet krizi olarak karşımızda duruyor olacaktı.

Erdoğan karşıtlığına indirgenmiş kimliksiz ve ortak vizyonsuz bir siyaset dili sadece muhalif siyasi partileri değil, PKK’dan FETÖ’ye kadar çeşitli terör örgütlerini, Türkiye ile jeopolitik rekabet içindeki bölgesel ve küresel güçleri, ulusal güvenliği tehdit edebilecek daha pek çok odağı da seçim sürecinde Millet ittifakına destek açıklamaları yapmaya itti. Millet ittifakının bu odaklara karşı ortak ve gür bir ses çıkaramaması belki de en büyük zararı ittifakın milliyetçi partisi İyi Parti’ye verdi. Yurt gezilerinde sık sık “HDP ile birlikte ne işin var?” sorusuna da muhatap olan Akşener en azından sağ seçmen için ikna edici cevaplar bulmakta zorlandı.

Dahası ittifaka geç giren partiler, küçük ortaklar, son dakika destek açıklayan siyasiler birbiri ardına milletvekili kontenjanları, bakanlıklar, birbirine zıt politika taahhütleri alırken Millet ittifakı içinde kimin kime ne vaat ettiğinden pek kimsenin haberi olmadı, bunlardan basına sızdığı zaman, sızdığı kadar haberdar oldular. Ne var ki seçim sonuçlarına bakarak bir şeyleri yanlış yaptığını fark eden İyi Parti sorunu “yanlış aday” konusuna indirgeyerek Türkiye siyasetinde hangi çizgiyi temsil ettiği, bunu nasıl doktrine edeceği ve siyasete nasıl dökeceği gibi temel sorulardan hala kaçınmakta. Bu açıdan İyi Parti’nin ciddi bir açmazla karşı karşıya kaldığı söylenebilir. Milliyetçi-muhafazakar kimlikli parti kurucularından pek çok ismin partiden ayrılmasıyla tümden seküler-ulusalcı bir profile bürünen İyi Parti CHP’siz de CHP’yle de yapamıyor ve bu ikilemi aşamıyor. Belki de sorun hangi adayı destekleyeceği, hangi partiyle seçim ittifakı kuracağı gibi kısa vadeli sorularla uğraşmaktan daha temel soruları fark edememesi. İyi Parti Türkiye siyasetinde hangi siyasi kimlik ve kültür mirası üzerine kendisini bina ediyor? Her siyasi hareketin rakip gördüğü bir ötekisi vardır, İyi Parti’nin ötekisi Cumhur ittifakında kümelenmiş Türk sağı ise İyi Parti siyasi yelpazenin neresinde?

[Doç. Dr. Hüseyin Alptekin, TAV Mütevelli Heyeti Üyesidir.]

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu