Son günlerde BM Barış Gücü’nün sistematik biçimde engellemeye çalıştığı Pile-Yiğitler güzergahında devam eden yol çalışmaları 18 Ağustos günü KKTC güvenlik birimlerinin haklı müdahalesiyle küçük çaplı bir kriz halini almıştı. Pile köyünün 1963’te çizilen ve nihai halini 1974’te alan yeşil hattın içinde kalması ve BM kontrolü altında yaşayan Rum ve Türkler’den oluşması, bu küçük köyü adeta Kıbrıs meselesinin temel fay hatlarını yansıtan bir temsili haline getiriyor. Bu sebeple iki bin kadar insanın yaşadığı bu küçük yerde Türk ve Rum taraflarının attığı her adım haber niteliği taşımakta. Pile’de yaşayan Türk nüfusun kuzeyde herhangi bir yere seyahatleri için İngiliz kontrol noktalarından geçmek zorunda kalması da meselenin bir diğer yüzü olarak ortaya çıkıyor. Yani Türk tarafının insani gerekçelerle kendi vatandaşlarının ihtiyaçlarına cevap verecek bir yol çalışmasını yapması bile hem BM hem de İngiliz muhataplarla müzakere gerektiren bir dizi bürokratik sürece tabi. Ancak bölgede yaşayan Rum nüfusun bu sorunlarla karşılaşmıyor oluşu da hem BM hem İngiliz tarafının uyguladığı çifte standardı gösteriyor. Dolayısıyla Kıbrıs sorununun ilk gününden bugününe kadar Türklerin adada gördüğü muamele değişmiyor. Ne bütün bir adanın taksimini içeren diplomatik müzakerelerde ne de ufacık bir köye giden yolun ihyasında ortaya adil bir uluslararası yaklaşım çıkmamakta.
BM Barış Gücü personelinin yeşil hattın dışında kalan Türk bölgesinden itibaren Pile-Yiğitler yolunu araçlarla kapatarak yol inşaatını engellemeye çalışması aslında bir süredir orda devam eden anlaşmazlığın son noktası olarak karşımıza çıkıyor. Zaten bir süredir bölgede Türk güvenlik görevlileri ve BM çalışanları arasında zaman zaman itiş kakışa varan vakalar görülüyordu. Ancak son kertede Türk tarafı meseleye kesin bir çözüm olarak kepçeler yardımıyla BM araçlarını yeşil hattın içine iterek kendi egemenlik alanına yönelik izinsiz gerçekleşen bir ihlali ortadan kaldırdı. Halihazırda Pile köyünün Rum tarafında bir üniversitenin varlığı ve sistematik şekilde bölgede Rum yoğunluğunu arttırarak ve Türklerin kendi topraklarında temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayarak yeşil hat içinde bir Türk varlığının ortadan kaldırılması niyetini açıkça gösteriyor. Bu durum Rum tarafının ve oradaki uluslararası aktörlerin 1974 yılında Türkiye’nin müdahalesi sonucu oluşmuş geçici dengenin Rumlar lehine değişmesi için uğraşıldığı anlamına da geliyor. Bu sebeple Pile Köyü’nde yaşanan olaylar aslında Kıbrıs sorununun bütününü yansıtan bir uluslararası mesele olarak okunmalıdır.
Kepçelerle BM araçlarının itilmesine yönelik BMGK’da beş daimi üyenin de hemfikir olması sonucu Türk tarafına yönelik bir kınama yapıldı. Devamında ise Türkiye Kıbrıs’ta ve dolayısıyla Pile’de bir oldu bittiye asla göz yummayacağını yineleyerek hem Türk tarafına hem de Kıbrıs’taki Türkiye varlığına yönelik atılacak adımlara karşı caydırıcı bir söylemi takip ediyor. Türkiye bu konuda kredibilitesi olan bir aktör çünkü yaşanan bütün olumsuzluklara ve uluslararası boyutta sürdürülen bilinçli körlüğe rağmen 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı ile adadaki soydaşlarını korumuş ve bu hamlenin bütün maliyetlerini yüklenmeyi göze alabilmişti. Bugün ise 1970’lerden farklı bir Türkiye varlığı mevcut. Başta Suriye ve Karabağ’da olmak üzere Libya, Irak ve Doğu Akdeniz’de her an askeri varlığını rakiplerine hissettiren ve gerektiğinde güç kullanmaktan çekinmeyen hem askeri hem de siyasi kabiliyetlere sahip bir ülke olarak artık Türkiye Kıbrıs’ta reaktif bir pozisyon almaması gerektiğini görüyor. Çünkü Kıbrıs’ta Akritas Planı gibi Rumlardan gelen genişlemeci politikalara yönelik Türkiye hep reaktif kalarak sadece uluslararası hukukun çizdiği sınırlar içinde ve batı normları etrafında şekillenen bir meşruiyet tanımlamasına göre hamlelerini yapıyordu. Ancak bugünkü Türkiye artık batı ülkelerinin belirlediği gündemler dahilinde attığı adımlardan dolayı taşlanabilecek bir ülke değil.
Uzun zamandan beri KKTC vatandaşları adeta uluslararası bir blokaja maruz kalmakta. Seyahat hakları ancak Türkiye’nin sağladığı koridor ile mümkün. Dolayısıyla Pile’li Türklere yönelik yapılan abluka sembolik de olsa karşılığı mutlaka verilmesi gereken bir durum. Unutmamak gerekir ki Akritas binlerce Türk’ün teker teker köylerini terk etmeleri üzerinden kurgulanan bir kıyım planıydı. Bugün Türk tarafının bunun gibi bir şeyi sembolize edecek en ufak bir adıma dahi meydan vermemesi adadaki Türk varlığının güvenliğine yönelik caydırıcı bir koruma kalkanı oluşturacaktır.
Son olarak Türkiye artık Kıbrıs’ta KKTC’nin bağımsızlığının tanınması gerekliliğini en yüksek tondan dile getiriyor. Türkiye’nin bölgede her geçen gün artan nüfuz alanı ve gücü düşünüldüğünde, Kıbrıs’ın Kuzeyinde egemen bir KKTC varlığı Türkiye için Akdeniz’de muazzam bir stratejik avantaj sağlayacaktır. Özellikle bölgedeki enerji kaynaklarının başta Yunanistan olmak üzere Fransa ve İtalya gibi AB ülkeleriyle nasıl bir gerilim yarattığı da hesaba katıldığında, Türkiye’nin bu coğrafyada pozisyonunu koruması ve güçlendirmesi konusunda Kıbrıs kilit rol oynayan faktörlerden biri halini alıyor. Bu sebeple Türkiye’nin adada yeşil hat dahilinde ve çevresinde Rumlar tarafından suistimal edilmiş her yere yönelik proaktif bir anlayışla yaklaşması gerekliliktir. Yani Türkiye kendi doğruları çerçevesinde ve kimsenin dikte ettiğiyle yetinmeyerek-bölgedeki diğer kriz alanlarında uygulanan politikalar gibi- Kıbrıs’ı da artık açık bir mücadele alanı olarak yeniden tanımlaması elzemdir. Bugünkü Pile-Yiğitler yolu meselesi de Türkiye’nin bu yaklaşımı benimseyeceğinin sinyallerini vermektedir.