Salı günü gündeme dikkat çekmeyen ancak ilginç bir haber düştü. Habere göre Suud yönetimi 2020 yılında “İbrahim Anlaşması”na dahil olmak yani İsrail’i resmen tanıyıp ilişkileri normalleştirmek için ABD ve Suudi Arabistan arasında güvenlik anlaşması imzalanması, Suudi Arabistan’a gelişmiş silah satışı yapılması ve en önemlisi ABD’den nükleer teknoloji transferi talep etmişti.
Aslında bu durum bölgeyi takip edenler için sürpriz değil. Suudi Arabistan’ın anlaşmaya dahil olmak için ABD’den önemli bir ayrıcalık peşinde olacağı konuşuluyordu. Özellikle İran’la ilişkiler dikkate alındığında bu talebin nükleer olabileceği de tahmin edilmekteydi.
Şimdi bu haberin çıkmış olması, meselenin ısınabileceğine başka bir deyişle ABD ile Suudi Arabistan arasındaki pazarlığın yeniden gündeme gelebileceğine işaret ediyor.
Suudi Arabistan’ın talebi elbette nükleer silah değil. Nükleer enerji kullanımını mümkün kılacak teknoloji. Ancak konunun uzmanları, gerekli teknolojinin elde edilmesi, nükleer silah geliştirmenin ilk ve en önemli adımını oluşturuyor.
Suudi Arabistan’ın nükleer enerji arayışı elbette yeni değil. Kamuoyuna yansıyan resmi belgeler izlendiğinde Suudi Arabistan’ın 2006’da KİK için nükleer enerji talebini dile getirdiği görülür. 2008’de ise “Barış için atom” söylemi ile bu talebinde ısrarcı olduğunu göstermiş oldu.
ABD’nin İran’la nükleer pazarlıklara başladığı ve anlaşma imzaladığı Obama döneminde de bu talebini farklı düzeylerde yineledi. Ancak bu tarihlerde İsrail bu talebe karşı çıktı. Bölgede nükleer tekeli elinde bulundurmak ve resmi ilişkiye sahip olmadığı bir ülkenin nükleer silah sahibi olmasını istemedi.
2015 sonrası nükleer enerji sektöründeki gelişmeler, bölgesel dengeleri değiştirebilecek seviyeye geldi. ABD’nin 2015’te nükleer tesislerini uluslararası denetime açması kaydıyla, İran’ın sınırlı şekilde uranyum zenginleştirilmesine imkan tanıyan anlaşmayı onaylaması ile Tahran yakaladığı fırsatı iyi değerlendirdi. Trump’ın anlaşmayı askıya alma kararını da nükleer silah geliştirmek için bir fırsat olarak gördü. Kimi uzmanlara göre İran’ın nükleer silah sahibi olması için iki hafta yeterli, kimileri ise bu süreyi aylarla ifade ediyor. Nihayetinde bu süre aralığı İran’ın nükleer başlık sahibi olmasının artık imkan değil siyasi karar ve zamanlama meselesi olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla İran bu sektörde oldukça avantajlı bir konuma gelmiş durumda.
Buna paralel olarak Muhammed Bin Selman, nükleer silah peşinde olmadıklarını, ancak İran’ın bu kapasiteye erişmesi karşısında sessiz kalmayacağını defalarca ifade etti. Obama’nın İran’la anlaşmaya varması ile ABD-Suud arasında esen soğuk rüzgarlar bir çok alanda Suud yönetimini yeni arayışlara itti ve Pakistan ile Çin nezdinde nükleer konusunda çeşitli girişimlerde bulunması da dikkatlerden kaçmadı.
Resmi olarak açıklanmasa da Çin’in yardımları ile Riyad yakınlarında “sarı kek” isimli bir tesis bile kuruldu. Kamuoyu bu gelişmeden ABD ve İsrail’in endişelerini dile getirmeleri ile haberdar oldu.
Nükleer Denklem Yeniden Kuruluyor
Günümüz şartları nükleer denklemin yeniden kurulması için elverişli koşulları barındırıyor.
Suud yönetimi açısından bakıldığında, her ne kadar yeniden normalleşme sürecine girmiş olsa da nükleer kapasiteye sahip bir İran karşısında hareketsiz kalması beklenemez. Bu çabasını enerji ihtiyacı söylemi ile meşrulaştırması da gayet olağan.
ABD açısından bakıldığında ise durum ilginç. Trump, İran’ın nükleer kapasiteye sahip olmaması için sert yöntemler kullanmıştı. Biden yönetimi ise bu konuda ne Obama döneminde imzalanan anlaşmayı onayladı, ne de yeni bir anlaşma imzaladı. Bu hareketsizlik ABD’nin İran nükleer programı ile ilgili tavrını değiştirmiş olabileceğine işaret ediyor. Suudi Arabistan’ın nükleer talebini karşılaması durumunda Suud ve Körfez ile yeni ve üst düzeyde bir angajmana girmiş olacak.
Ancak bu noktada yönetmesi gereken iki temel mesele var: İsrail’in bu duruma, özellikle İran’ın nükleer kapasiteye erişmesine razı edilmesi, ikincisi ise Türkiye dahil, bölgede hızlanacak olan nükleer yarışın yönetilmesi.
İsrail açısından ise bir paradoks söz konusu: Suudi Arabistan’la normalleşme peşinde, Suud bunun karşılığında bir dizi talebin yanı sıra nükleer teknoloji istiyor. Suud’un bu talebinin karşılanması, İran’ın da nükleer güç olmasını meşrulaştırıyor. İsrail ise İran’ın bu seviyeye gelmesine karşı.
İlginç günler bizi bekliyor.
[Doç. Dr. Veysel Kurt, TAV Mütevelli Heyeti Üyesidir.]